SAĞLIK
Türk bilim adamından umut veren çalışma 26 Kasım 2024 Salı - 09:25:22 Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Fatih Alper, 2015 yılında başlattığı çalışmalar sonucu “Meme Enfeksiyonu” hastalığında tıp dünyasında heyecan uyandıran sonuçlara ulaştı. Prof. Dr. Fatih Alper, idiyopatik granülomatöz mastitin kronik bir meme enfeksiyonu olduğunu belirterek, “Bu dünyada nadir olan ancak toplumumuzda sık görülen bir hastalıktır. Memede kızarıklık, şişlik, ısı artışı, meme içerisinde sertlikler, meme cildinde delinmeler, akıntılar ve açık yaralarla seyreden kötü bir hastalıktır. Başlangıcında kanser ile karışan bulguları mevcuttur. Özellikle orta yaş grubu annelerde daha sık görülmektedir. Bu hastalar antibiyotiğe cevap vermeyen ve doktor doktor dolaşan hasta grubudur. Mevcut hastalığını çevresine anlatamamakta ve aylarca yıllarca hastalıkla yaşamaktadır. Halk arasında süründüren denen bir durumdur.” dedi. “Sıfıra yakın yan etkiyle ameliyata gerek kalmıyor” 21 Eylülde İzmir’de yapılan IGM’ye ait tedavi çalıştayına katıldığını söyleyen Prof. Dr. Fatih Alper, “Oraya pek çok merkez katılmıştı. Tedavide meme içerisine steroid (lokal perilezyonel, intralezyonel), krem şeklinde (topikal), ağızdan (Oral yüksek doz düşük doz steroid ) , romatizma ilaçları (metotreksat), bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar (imuran), antibiyotikler, antitüberküloz ilaçlar ve meme ameliyatları gibi pek çok uygulama yapıldığı anlatıldı. Tedavi yaklaşımında Türkiye ve dünyada bir fikir birliği olmayıp kaos mevcuttur. Çalışmakta olduğumuz Atatürk Üniversitesi radyoloji bölümünde uyguladığımız tedavi protokolüyle hastalarda hem başarılı sonuçlar aldık hem de sıfıra yakın yan etki ile ameliyata gerek kalmadan çözümler ürettik.” şeklinde konuştu. Prof. Dr. Fatih Alper, yaşadığı tecrübeleri ve yaptığı çalışmaları Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde öğrenim gören öğrencilere de detaylarıyla aktarıyor. “Ameliyat veya diğer komplike tedavilere gerek kalmıyor” 9 senelik tecrübenin sonucunda sadece meme içerisine steroid vererek bazen krem desteği ile 5-10 seans arası tedavi ile hastalarda tam kür sağlandığını ifade eden Prof. Dr. Fatih Alper, “ Tedavi sürecinde hastalara uygulanan toplam steroid dozu 400 mg ile 800 mg civarındadır (Oral steroid dozu 0.8 mg/kg olup 100 kg hastada 1 günlük oral doz 80 mg iken biz bu dozu haftalık seansta vermekteyiz ). Diğer merkezlerde oral steroidin ve diğer ilaçların pek çok yan etkilerinin yaşandığı ifade edilmektedir. Bu yöntemle ameliyat veya diğer komplike tedavilere gerek kalmadan kür sağlanarak yaklaşık 650 hastayı tedavi ettik. Tüm hastalar tedavi sonrası mutlu bir şekilde ve iyi dileklerini ileterek ayrıldılar. Bu yöntemin etkili olduğunun bilinmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Literatürde ilk benim bulduğum ve kullandığıma dair meme içi steroid uygulaması, oral ve meme içi uygulamayı karşılaştırdığımız, literatürdeki ilk ultrasonik evreleme yaptığımız ve 40 mg ve 80 mg dozların karşılaştırdığımız makaleler uluslarası dergilerde yayınlandı. Bu yayınlar tıp dünyasında oldukça fazla ilgi gördü. Bizlerde mutlu olduk. ” dedi. “Ameliyat yapılmadan da iyi sonuçlar alabilmekteyiz” Söz konusu hastalığın Erzurum ve Doğu Anadolu’da daha fazla olduğunu anlatan Prof. Dr. Fatih Alper, “Ülkemizde de sıkça rastlanan bir rahatsızlık. Önceden nadir diye düşünürken yaklaşık 8-9 senelik süre içinde 650 vakaya ulaştığımızı görüyoruz. Erzurum, Iğdır, Kars ve Diyarbakır, Trabzon gibi pek çok şehrimizden bize hasta geliyor. Nahçıvan’dan bile takip ettiğimiz ve tedavi verdiğimiz hastalar var. Yine İzmir’den, Bilecik, İstanbul’dan gelen hastalarımız var. Türk Radyoloji Derneği Meme Grubunda bu hastalıkla ilgili tedaviyle ilgili yardımcı olacağımız ifade ettim. Benzer şekilde Rize’den ve İzmir’den hocalarımızla bağlantı halindeyim. Yaptığımız çalışmalarda özellikle yıllar içerisinde her gün 1-2 saat ayırdığım için yaklaşık 5 binden fazla ultrasona baktım ve yaptığım pek çok bakıda şunu fark ettim. Literatüre iki yeni bulgu ortaya koyacağım. Bununla alakalı çalışmalarım son aşamada ve bulgulardan birisine “Fatih” diğerine ise “Alper” bulgusu ismini koyacağım. Bu hastalığı taşıyan hastalar şunu bilmeli ki ağır tedaviler (ağızdan tedaviler steroid, metotreksat, kolşisin, v.s ) ve ameliyat yapılmadan da iyi sonuçlar alabilmekteyiz.” diye konuştu. (MEK-NK) Görüntü Dökümü;
26 Kasım 2024 Salı - 09:23 Uyku apnesine robotik çözüm Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Selahattin Tuğrul, uyku apnesi ve horlama tedavisinde robotik cerrahinin sunduğu avantajları anlattı. Özellikle dil kökü problemlerinin robotik yöntemle güvenle tedavi edilebildiğini belirten Prof. Dr. Tuğrul, bu teknolojinin hem hastalar hem de sağlık profesyonelleri için büyük kolaylık sağladığını vurguladı. Medipol Acıbadem Bölge Hastanesi’nden Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Selahattin Tuğrul, uyku apnesive horlama sorunlarına yönelik gelişmiş tedavi yöntemlerini değerlendirdi. Prof. Dr. Tuğrul, uyku apnesinin toplumda fark edilmeyen ancak ciddi sağlık sorunlarına yol açabilen bir problem olduğunu belirterek, robotik cerrahinin tedavi sürecinde sağladığı avantajları anlattı. Robotik yöntemle özellikle dil kökü problemlerinin güvenle tedavi edilebildiğini ifade eden Prof. Dr. Tuğrul, bu teknolojinin hem hastalar hem de sağlık çalışanları için büyük kolaylık sunduğunu dile getirdi. Robotik cerrahide yeni dönem Prof. Dr. Tuğrul, uyku apnesi tedavisinde dil kökü problemlerinin sıklıkla ihmal edildiğini belirtti. “Dil köküne ulaşım zor olduğu için, bu bölgeyi tedavi ederken robotik cerrahiden faydalanıyoruz. Robotun kollarını ağız içinden yerleştirerek monitör başında istediğimiz alanda güvenli bir şekilde işlem yapabiliyoruz. Robotik ameliyatların en büyük avantajı, ağız içinden yapılan işlemlerin güvenli bir şekilde tamamlanmasıdır. Ameliyat yaklaşık iki saat sürmekte ve hastalarımız bir gün sonra taburcu edilmektedir” dedi. Dil kökü tedavisinin önemi Robotik cerrahiyle dil kökü problemlerinin çözümünün, uyku apnesi tedavisinde anahtar rol oynadığını belirten Prof. Dr. Tuğrul, “Dil kökü ihmal edildiğinde, diğer sorunlar çözülse bile apne ya da horlama devam edebilir. Bu nedenle robotik yöntemle bu bölgedeki problemleri güvenli bir şekilde tedavi ediyoruz” diye konuştu. Kilo kontrolü ve yaşam tarzı Uyku apnesinin temel nedenleri arasında burun, damak ve çene yapısındaki sorunların yanı sıra obezitenin de önemli bir etken olduğunu ifade eden Prof. Dr. Tuğrul, kilo kontrolünün tedavi sürecindeki önemine dikkat çekti. “Eğer hastamız kilo almazsa, tedavi sonuçları uzun vadeli oluyor. Ancak sağlıksız yaşam tarzı ve düzensiz beslenme, sorunun nüksetmesine yol açabilir” şeklinde konuştu.
26 Kasım 2024 Salı - 09:10 Soğuk havalarda cilt daha çok neme ihtiyaç duyuyor Sonbahar ve kış aylarında cildin soğuk hava, rüzgar ve düşük nem sebebiyle daha fazla bakıma ihtiyaç duyduğunu ifade eden Dermatoloji Uzmanı Dr. Işıl Turan, “Kış mevsiminde havadaki nemin azalması ellerde egzama, yüzde hassasiyet ve ciltte matlaşmaya yol açabilir. Bu sebeple hyaluronik asit gibi maddelere kış aylarında daha çok ihtiyaç duyulur” dedi. Mevsim geçişlerinde yaşanan sıcaklık farkları ve olumsuz hava şartları, cildi de önemli ölçüde etkiliyor. Retinoik asidin kış aylarında cilt bakımında altın değeri taşıdığını belirten Medicana Bursa Hastanesi Dermatoloji Uzmanı Dr. Işıl Turan, bu etken maddenin ince kırışıklıklar, lekeler ve sivilcelerle mücadelede etkili olduğunu vurguladı. Kış aylarının, retinoik asidin cildin üst katmanını hafifçe soyarak, alt katmanında sağlıklı kollajen sentezi oluşmasına imkan tanıdığını ifade eden Uzman Doktor Işıl Turan, kış mevsimiyle birlikte nem oranının azaldığını, bu durumun ellerde egzama, yüzde hassasiyet ve ciltte matlaşmaya yol açtığını söyledi. Bu sebeple hyaluronik asidin kış aylarında daha çok ihtiyaç duyulduğunu belirten Uzm. Dr.Işıl Turan, temiz bir yüze hyaluronik asit serum veya krem uygulanmasının önemine değindi. Ellerde kuruma ve çatlamanın başladığını fark edenlere seslenen Dr. Işıl Turan, bu durumun nemlendirici kullanımının ihmal edildiğini gösterebileceğini belirtti. Ellerin kötüleşmeden ve kortizon ihtiyacı olmadan bakıma başlanmasını öneren Turan, özellikle cica içerikli nemlendiricilere ihtiyaç duyanların, mevsim geçişlerinde bu ürünleri kullanmalarını tavsiye etti. Uzm. Dr. Işıl Turan, kış aylarında birlikte profesyonel cilt bakımlarının glikolik veya salisilik asitlerle yapılmasını önerdi. Epilasyon mevsiminin açıldığını belirten Turan, güneşlenme ve solaryumun epilasyon etkinliğini azaltıp yan etki riskini arttırdığını söyledi. Turan, kış mevsiminin , epilasyon öncesi daha güvenli ve etkili olduğunu kaydeden Turan, "Ayrıca lekelerden muzdarip olanlara leke tedavisi öneriyoruz. Güneş mevsiminde tedaviyi alevlendirecek uygulamalardan kaçınılmalı" diye konuştu
Kuş gribine karşı uzman uyarısı
19 Kasım 2024 Salı - 13:05 Kuş gribine karşı uzman uyarısı Kuş gribinin yüksek patojenik türünün çiftliğe bulaşması durumunda tüm hayvanların telef olabileceğine dikkat çeken Veteriner Sağlık Teknikeri Tuncer Kocaağa, "Alınacak tedbirlerle bu hastalığın insan sağlığına olumsuz etkisi olmayacaktır" dedi. Türkiye’de geçtiğimiz haftalarda görülen kuş gribi vakaları, kanatlı hayvan üreticileri arasında paniğe yol açtı. Konunun gündeme gelmesinin ardından Tarım ve Orman Bakanlığı, hastalığın yayılmasını önlemek için her türlü tedbirin alındığını ve salgın olarak nitelendirilebilecek bir durumun söz konusu olmadığını açıkladı. Bolu’da kanatlı hayvan çiftliklerinde üreticilere destek veren Veteriner Sağlık Teknikeri Tuncer Kocaağa, "tavuk vebası" olarak da bilinen kuş gribinin yüksek patojenik türünün bulaşması halinde hayvanların tamamının telef olabileceğini söyledi. "Ciddi bir ekonomik kayba sebep olur" Kuş gribinin özellikle göçmen kuşlar aracılığıyla yayılma riski taşıdığına dikkat çeken Kocaağa, "Ülkemiz, göçmen kuşların konak yeri ve transfer noktasında. Göçmen kuşlar en büyük bulaşma özelliği taşıyan kuşlardır. Kuş gribi bir salgına neden olur. Göçmen kuşlardan, serbest gezen kuşlara bulaşır. Bulaşıcılığı oldukça yüksek ve viral bir hastalıktır. Gezen tavuklarımıza, kuşlarımıza ve en tehlikelisi de çiftlik hayvanlarımıza ulaşma ihtimali yüksektir. Kuş gribi ciddi ekonomik kayıplara sebep olur" "Bolu, üretimin yaklaşık yüzde 30’unu karşılıyor" Bolu’da 8 bin 233 metrekarelik alanda faaliyet gösteren çiftliklerin, Türkiye genelindeki üretimin yaklaşık yüzde 30’unu karşıladığını belirten Kocaağa, Tarım ve Orman Bakanlığı ile il ve ilçe müdürlüklerinin, muhtemel bir salgının önlenmesi için veteriner hekimlerle koordineli şekilde çalıştığını söyledi. "Kuş gribi vakalarının insan üzerinde olumsuz etki oluşturacağına inanmıyorum" Kocaağa, kuş gribinin insanlara doğrudan bulaşan bir hastalık olmadığının altını çizerek, sözlerini şöyle sürdürdü: "Kuş gribi, direkt insana bulaşan viral bir hastalık değil. O yüzden gıda güvenliği önemlidir. İlk önce bizim kendi biyogüvenliğimize kişisel olarak önem göstermemiz lazım. Ellerimizi her zaman temiz tutarak, hijyenimize dikkat etmemiz lazım. Biyogüvenlik önlemleri pandemide de aldığımız önlemlere benzer. Bu önlemleri aldığımızda kuş gribi vakalarının insan üzerinde olumsuz etki oluşturacağına inanmıyorum" "Çiftliğin yüzde 100’ünü kaybetme riskimiz var" Hastalığın daha etkili olan türünün çiftliğe bulaşması durumunda hayvanların tamamının kaybedilebileceğini belirten Veteriner Sağlık Teknikeri Tuncer Kocaağa, "Kuş gribinin iki türü vardır. Birincisi yüksek türdür. Bulaştığında hayvanların yüzde 100’ünü kaybedebiliriz. Bir de hafif bulaşıcı şekilde seyreden tür vardır. Çiftliğe, kuş gribinin yüksek türü bulaştığında hayvanların yüzde 100’ünü kaybetme riskimiz vardır. Peki, bu mevsimde böyle bir şey yaşanması mümkün mü? Mümkün tabii. Mevsim kış. Virüsler genellikle nemli ve daha sıcak mevsimleri severler. O yüzden ilerideki günlerde kuş hareketleri anlamında bir kısıtlama olacaktır. Soğuk havalarda kuşlar çok fazla hareket etmez. Bir de hava soğuk olduğu için hastalığın yayılma etkisi de doğal olarak azalma eğilimine gidecektir" dedi.
Kuş gribine karşı uzman uyarısı
19 Kasım 2024 Salı - 13:03 Kuş gribine karşı uzman uyarısı Kuş gribinin yüksek patojenik türünün çiftliğe bulaşması durumunda tüm hayvanların telef olabileceğine dikkat çeken Veteriner Sağlık Teknikeri Tuncer Kocaağa, "Alınacak tedbirlerle bu hastalığın insan sağlığına olumsuz etkisi olmayacaktır" dedi. Türkiye’de geçtiğimiz haftalarda görülen kuş gribi vakaları, kanatlı hayvan üreticileri arasında paniğe yol açtı. Konunun gündeme gelmesinin ardından Tarım ve Orman Bakanlığı, hastalığın yayılmasını önlemek için her türlü tedbirin alındığını ve salgın olarak nitelendirilebilecek bir durumun söz konusu olmadığını açıkladı. Bolu’da kanatlı hayvan çiftliklerinde üreticilere destek veren Veteriner Sağlık Teknikeri Tuncer Kocaağa, "tavuk vebası" olarak da bilinen kuş gribinin yüksek patojenik türünün bulaşması halinde hayvanların tamamının telef olabileceğini söyledi. "Ciddi bir ekonomik kayba sebep olur" Kuş gribinin özellikle göçmen kuşlar aracılığıyla yayılma riski taşıdığına dikkat çeken Kocaağa, "Ülkemiz, göçmen kuşların konak yeri ve transfer noktasında. Göçmen kuşlar en büyük bulaşma özelliği taşıyan kuşlardır. Kuş gribi bir salgına neden olur. Göçmen kuşlardan, serbest gezen kuşlara bulaşır. Bulaşıcılığı oldukça yüksek ve viral bir hastalıktır. Gezen tavuklarımıza, kuşlarımıza ve en tehlikelisi de çiftlik hayvanlarımıza ulaşma ihtimali yüksektir. Kuş gribi ciddi ekonomik kayıplara sebep olur" "Bolu, üretimin yaklaşık yüzde 30’unu karşılıyor" Bolu’da 8 bin 233 metrekarelik alanda faaliyet gösteren çiftliklerin, Türkiye genelindeki üretimin yaklaşık yüzde 30’unu karşıladığını belirten Kocaağa, Tarım ve Orman Bakanlığı ile il ve ilçe müdürlüklerinin, muhtemel bir salgının önlenmesi için veteriner hekimlerle koordineli şekilde çalıştığını söyledi. "Kuş gribi vakalarının insan üzerinde olumsuz etki oluşturacağına inanmıyorum" Kocaağa, kuş gribinin insanlara doğrudan bulaşan bir hastalık olmadığının altını çizerek, sözlerini şöyle sürdürdü: "Kuş gribi, direkt insana bulaşan viral bir hastalık değil. O yüzden gıda güvenliği önemlidir. İlk önce bizim kendi biyogüvenliğimize kişisel olarak önem göstermemiz lazım. Ellerimizi her zaman temiz tutarak, hijyenimize dikkat etmemiz lazım. Biyogüvenlik önlemleri pandemide de aldığımız önlemlere benzer. Bu önlemleri aldığımızda kuş gribi vakalarının insan üzerinde olumsuz etki oluşturacağına inanmıyorum" "Çiftliğin yüzde 100’ünü kaybetme riskimiz var" Hastalığın daha etkili olan türünün çiftliğe bulaşması durumunda hayvanların tamamının kaybedilebileceğini belirten Veteriner Sağlık Teknikeri Tuncer Kocaağa, "Kuş gribinin iki türü vardır. Birincisi yüksek türdür. Bulaştığında hayvanların yüzde 100’ünü kaybedebiliriz. Bir de hafif bulaşıcı şekilde seyreden tür vardır. Çiftliğe, kuş gribinin yüksek türü bulaştığında hayvanların yüzde 100’ünü kaybetme riskimiz vardır. Peki, bu mevsimde böyle bir şey yaşanması mümkün mü? Mümkün tabii. Mevsim kış. Virüsler genellikle nemli ve daha sıcak mevsimleri severler. O yüzden ilerideki günlerde kuş hareketleri anlamında bir kısıtlama olacaktır. Soğuk havalarda kuşlar çok fazla hareket etmez. Bir de hava soğuk olduğu için hastalığın yayılma etkisi de doğal olarak azalma eğilimine gidecektir" dedi.
Uzman takibi prematüre bebeklerin hayatını kurtarıyor
19 Kasım 2024 Salı - 12:47 Uzman takibi prematüre bebeklerin hayatını kurtarıyor Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Tuğçe Uçar, prematüre bebeklerin düzenli olarak çocuk doktorları tarafından kontrol edilmesinin gerektiğini söyledi. 37. gebelik haftasını tamamlamadan önce doğan bebekler için prematüre bebek denilmektedir. Her yıl yaklaşık 150 bin bebek prematüre olarak doğarken, bu bebeklerin bakımının uzman kişiler tarafından yapılması hayat kurtarıyor. Bebekler için en sağlıklı zamanında doğum olduğunu ifade eden Medicana Sivas Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Tuğçe Uçar, “Prematüre bebekler fiziksel ve asabi gelişimlerini tamamlamadan doğduklarından, riskli ve hassas bebeklerdir. Bu nedenle zamanında doğmuş bir bebeğe göre dış dünyaya uyum sağlamaları daha zordur. Prematüre bebek bakımında uzman doktor ve özel eğitim almış hemşireler, multidisipliner bir yaklaşım ile ihtiyaç duydukları her türlü hayati desteği, gelişen tıp bilimi ve bilgi birikimi dahilinde yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde sunmaya çalışır. Dünyaya gelmek için sabırsızlanan prematüre minikler de normal gelişim süreci geçirebilecek, üretken ve sağlıklı bir yaşam kapasitesine sahipler ancak bu kapasiteyi kendi başlarına harekete geçirme noktasında bazı sorunlarla karşılaşabiliyorlar” dedi. “Normale yakın bir hayat sürmesi sağlanabilir” Prematüre bebeklerin en büyük sorunlarından birinin solunum problemi olduğunu söyleyen Dr. Uçar, “Akciğer dokuları henüz tam olgunlaşmadığından, doğumun mutlaka teknik donanımı yüksek hastanelerde yaptırılması gerekmektedir. Anne karnındayken açık olan, kalp odacıkları arasında geçişi sağlayan ve doğumla beraber kapanması gereken kalp delikleri, prematüre bebeklerde açık kalabilmekte ve erken müdahale edilmezse kalp kasının kasılma fonksiyonları bozulabilmektedir. Beyin kan damarları daha ince ve hassas olduğundan, nörolojik açıdan da birtakım sorunlarla karşılaşabilmekteyiz. Belirtilerin erken tanınması durumunda yapılacak müdahaleler ile bebeğin daha normale yakın bir hayat sürmesi sağlanabilir. Besin ihtiyacını anne karnında annesinden sağlayan bebekler, mide-bağırsak gelişimleri tam olgunlaşmadan erken doğduklarında bir takım sindirim sorunları yaşayabilmektedir. Başlangıçta büyümeleri için gereken enerji damardan verilen protein, yağ, seker, vitamin ve mineralleri içeren sıvılarla karşılanır. Beslenmeye başladıklarında da öncelikle anne sütü tercih edilmelidir. Prematüre bebeklerin gözleri yeterince damarlanmamış retina tabakasına bağlı olarak göz içinde retina damar ve sinir tabakasında meydana gelen olumsuzluklar sebebiyle görme yeteneğini tamamen yitirebilmekteler. Bu tabloya prematüritenin yol açtığı retinopati yani ROP denilmektedir. Bu durum ciddi olduğunda tedavi uygulanmazsa görme kayıpları ve körlük gelişebilir. Periyodik göz muayenelerini takip etmek çok önemlidir” dedi. “Çocuk doktorları tarafından izlenmesi şarttır” Prematüre bebeklerin ideal olarak kendileri için özel hazırlanmış büyüme eğrileri ile takip edildiğini belirten Dr. Uçar “Hazırlanan bu eğriler üzerinden büyüme takipleri sağlık profesyonellerince yapıldığında en güvenilir yöntemdir. Eğriler üzerinden beklenen büyümenin olup-olmadığı, herhangi bir müdahale gerekip gerekmediği planlanır. Bu nedenle prematüre bebeklerin büyüme ve gelişmesinin düzenli aralıklarla çocuk doktorları tarafından izlenmesi şarttır. Prematüre bebek konusunda uzmanlaşmış hekim ve sağlık çalışanlarının amacı, erken doğan tüm bebeklerin en az zarar ile hayata tutunabilmelerini sağlamak ve ileriki yaşamlarında fiziksel ve ruhsal olarak sağlıklı birer birey olarak topluma kazandırabilmektir. Bu nedenle prematüre bebeklerin takiplerinin, prematüreliğin getirdiği fizyopatolojik ve psikososyal riskleri bilen bir ekip tarafından, bebek merkezli ve aile iş birliği yaklaşımı ile yapılması gerekmektedir” diye konuştu.
Uzmanlar uyarıyor: “Türkiye’de sağlık sistemi yükü acil servislere yığılıyor”
19 Kasım 2024 Salı - 12:38 Uzmanlar uyarıyor: “Türkiye’de sağlık sistemi yükü acil servislere yığılıyor” Türkiye’de sağlık sisteminin ve randevu sorununun yükü acil servislere yığılıyor. Türkiye Acil Tıp Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Özlem Yiğit, “Ülkemizde acil kalabalığı gerçekten çok ciddi bir sorun. Tüm dünyada bu konu üzerinde yapılmış araştırmalar ve yapılmış eleştiriler var ama Türkiye örneği hiçbir ülkede görünmüyor. Hekimin yorgunluğu, kalabalığın içinde gerçekten ihtiyacı olan hastaya yeterince özen gösterilememesi, maalesef kişilerin zarar görmesine yol açıyor ve toplum sağlığını tehdit eden bir duruma dönüşüyor” ifadelerini kullandı. Türkiye Acil Tıp Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Özlem Yiğit, Antalya’da düzenlenen 10. Avrasya Acil Tıp Kongresi ve 20. Türkiye Acil Tıp Kongresi’nde acil serviste değişen dinamikler hakkında açıklamalarda bulundu. Durumu acil olan hastaların yanında hastanelerde randevu bulamayan hastaların da acil servislerde yoğunluk oluşturduğunu aktaran Prof. Dr. Özlem Yiğit, doktorların da yoğun çalışma şartları nedeniyle mağdur olduklarını dile getirdi. “Türkiye örneği hiçbir ülkede görünmüyor” Prof. Dr. Özlem Yiğit, “Ülkemizde acil kalabalığı gerçekten çok ciddi bir sorun. Tüm dünyada bu konu üzerinde yapılmış çalışmalar ve yapılmış eleştiriler var ama Türkiye örneği hiçbir ülkede görünmüyor. Nüfusunun toplamından çok daha fazlasının acil servise başvurduğu, bu kalabalığın gerçekten çözümsüz hale geldiği başka bir örnek yok. Biz kongrelerimizde bunu konuştuğumuz zaman, diğer ülkelerden ‘bu kadar kalabalık hastaya nasıl bakılabilir’ şeklinde tepkiler alıyoruz ve durum anlaşılmaz hale geliyor. Ve bu sorun gittikçe büyüyor. Kalabalık olmasının hem hekimler için hem hastalar için çok ciddi sakıncaları var. Sağlık sistemindeki yaşadığımız sorunlardan belki en önemlilerinden bir tanesi bu” diye konuştu. “Toplum sağlığını tehdit ediyor” Vatandaşların acillere akın etmesi nedeniyle hastanın hekime ulaşmasının da zorlaştığını kaydeden Prof. Dr. Özlem Yiğit, aslında acil durum olmadığı halde randevu bulamadığı ya da işinden izin alamadığı için birçok insanın da acil servislere başvurduğunu ifade etti. Prof. Dr. Özlem Yiğit, “Acillerin değişimine kalabalık sorunu özelinden bakarsak, kalabalık olması hastanın hekime ulaşmasını zorlaştıran bir faktör. Bu kalabalığın içinde, durumu acil olan ve tedaviye ulaşması gereken insanlar var. Bunun dışında acili bypass yeri olarak kullanan, “İzin alamadım, başka polikliniğe gidemedim, aslında acil değilim ama burada işimi halledeyim” diyen bir popülasyon da var. O hastaların arasında bizim gerçek acil olan hastalarımıza ulaşmamız zorlaşıyor. Hekimin yorgunluğu, kalabalığın içinde gerçekten ihtiyacı olan hastaya yeterince özen gösterilememesi, maalesef kişilerin zarar görmesine yol açıyor ve toplum sağlığını tehdit eden bir duruma dönüşüyor” şeklinde konuştu. “Nüfusumuz yaşlanmaya başladı” Türkiye nüfusunun demografik yapısının değişmeye başladığını da sözlerine ekleyen Prof. Dr. Özlem Yiğit, şöyle devam etti: “Nüfusumuz yaşlanmaya başladı. Yaşlılar daha kırılgan, onlarla ilgili problemlerimiz daha çeşitli, genç hastalarda gördüğümüz problemlerin farklı versiyonlarını görüyoruz ve bunları da uygun zamanda uygun şekilde değerlendiremezsek maalesef atlama riski taşıyoruz.” Yoğunluğun ve ağır çalışma şartlarının önüne geçebilmek için çözüm önerilerinde bulunan Prof. Dr. Özlem Yiğit, konuşmasını şu şekilde tamamladı: “Ne yapabiliriz kısmında öneriler çok ama uygulama için herkesin çaba göstermesi gerekli. Öncelikle, birinci basamağın güçlendirilmesi çok iyi bir adım olabilir. Kronik sorunların takibi, hastanın hekime ulaşması gerektiğinde ulaşabileceği ilk basamağın kolaylaştırılması ve etkinleştirilmesi acile olan gereksiz başvuruları azaltabilir. Kronik hastalıkların daha kötü sorunlar haline gelmeden önce çözülmesi, kırılgan dediğimiz popülasyonların zarar görmesini önleyebilir. Yine acillerde uygulanacak triyaj sistemleri, dünyanın birçok ülkesinde ve ülkemizde de kullanılan ‘gerçek acil hastayı ilk değerlendirmede tanıyıp onu daha önce içeriye alma’ prensibiyle çalışan algoritmalar etkin bir biçimde faaliyete geçerse hastalar için de biz hekimler için de iyi ve daha güvenli bir hasta bakım hizmeti mümkün olabilir.”
Kuruyemişler kalp ve damar sağlığını koruyor
19 Kasım 2024 Salı - 12:17 Kuruyemişler kalp ve damar sağlığını koruyor Dünya genelinde kuru meyve ve kabuklu meyvelerin en üst istişare platformu Uluslararası Kuru ve Kabuklu Meyveler Kongresi (International Nut and Dried Fruit Council-INC), kuruyemişlerin kardiyovasküler sağlığa faydalarıyla ilgili yeni bir araştırma yayımladı. Araştırma, kuruyemiş tüketiminin, farklı sağlık durumlarına sahip yetişkinlerde kan lipidleri üzerinde olumlu etkiler oluşturabileceğini net bir şekilde ortaya koyuyor. Söz konusu bulguların, kardiyovasküler hastalıkların yanı sıra aşırı kilo/obezite, hipertansiyon ve dislipidemi gibi sağlık durumlarının önlenmesi ve tedavisi açısından önemli olabileceği ifade ediliyor. Badem, Brezilya fıstığı, kaju, fındık, makademya, pekan cevizi, çam fıstığı, antep fıstığı, ceviz ve yer fıstığı gibi çeşitli kuruyemişlerin kan lipid sonuçları üzerindeki etkisini değerlendiren 113 çalışma analiz edildi. Ortalama günlük doz, günde 45,5 gram kuruyemiş olarak belirlendi ve bu doz kuruyemiş tüketmeyen bir grup ile karşılaştırıldı. Bulgular, genel olarak kuruyemiş tüketiminin toplam kolesterol ve LDL (kötü) kolesterolde, trigliseritler ve apolipoprotein B’de ise orta düzeyde düşüşler sağladığını gösterdi. Araştırmacılar kuruyemiş tüketiminin yetişkinlerde kan lipidlerini olumlu yönde etkileyerek kardiyovasküler riskin azaltılmasına katkı sağladığını açıkladı. İspanya’daki Rovira i Virgili Üniversitesi’nden Prof. Jordi Salas-Salvad, “Son çalışmalar, kuruyemişlerin kardiyovasküler sağlık üzerindeki faydalarına dair güçlü kanıtlar olduğunu ortaya koydu.” şeklinde yorum yaptı. Toronto Metropolitan Üniversitesi’nden Dr. Stephanie Nishi ise şunları ekledi: “Bu bulgu, kuruyemişlerin sağlık açısından güçlü bir besin kaynağı olduğunu vurguluyor. Kuruyemişler, vitaminler, mineraller, lif ve sağlıklı yağların güçlü bir kombinasyonunu sunarak sağlıklı bir diyetin parçası olarak taşınabilir, doyurucu ve pratik bir atıştırmalık ya da ara öğün oluşturuyor.” INC Hakkında INC, kabuklu ve kuru meyve endüstrisi için kurulmuş bir uluslararası şemsiye örgütü. Üyeleri arasında 80’den fazla ülkeden 850’den fazla kabuklu ve kuru meyve sektörü firması bulunuyor. INC üyeliği, dünyanın kabuklu ve kuru meyve ticaretinin yüze 85’inden fazlasını temsil ediyor. INC’nin misyonu, küresel kabuklu ve kuru meyve endüstrisinde sürdürülebilir büyümeyi teşvik etmek ve kolaylaştırmak. Sağlık, beslenme, istatistik, gıda güvenliği ve kabuklu ve kuru meyvelerle ilgili uluslararası standartlar ve düzenlemeler konusunda önde gelen uluslararası kuruluş.
KOAH tedavisinin ilk basamağı tütün ve mamullerini bırakılmak
19 Kasım 2024 Salı - 12:03 KOAH tedavisinin ilk basamağı tütün ve mamullerini bırakılmak Dünya’da her 10 kişiden birinde görülen KOAH hakkına açıklamalarda bulunan Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Zahide Alaçam, KOAH hastalarının risk faktörlerinden uzak durmaları, sağlıklı beslenmeleri ve günlük egzersiz yapmalarının çok önemli olduğuna dikkati çekti ve önerilerde bulundu. 20 Kasım Dünya Kronik Obstruktif Akciğer Hastalığı (KOAH) Günü dolayısıyla Denizli Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Zahide Alaçam önemli açıklamalarda bulundu. Dünyada on yetişkinden birini etkileyen KOAH hastalığının önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu belirten Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Zahide Alaçam, “KOAH nefes darlığı, öksürük, balgam gibi kalıcı solunumsal yakınmalarla ortaya çıkan, önlenebilir ve tedavi edilebilir bir kronik akciğer hastalığıdır. İleri yaşlarda daha sık görülse de erken yaşta da başlayabilir ve genç bireyleri de etkileyebilir. Yapılan çalışmalara göre dünyadaki her on yetişkinden biri KOAH hastasıdır. Tütün ve tütün ürünlerinin kullanımı, hava kirliliğine maruziyet, iç ve dış ortamda odun ve kömür gibi fosil yakıtlar ile bitki sapları ve tezek gibi yakıtlarının dumanının solunması KOAH hastalığına neden olan önemli risk faktörleridir. Yetersiz beslenme, özellikle çocuklukta geçirilen akciğer enfeksiyonları, iç ve dış ortam kirleticilerine pasif maruziyete bağlı olarak akciğer gelişiminin geri kalması da KOAH’a yol açabilir. KOAH’da en sık görülen yakınmalar; öksürük, balgam, nefes darlığı ve bazı olgularda yorgunluk hissidir. Hastanın yakınmaları hastalığın ilerlemesi ile daha da artarak kişinin yaşam kalitesini olumsuz etkiler” dedi. “KOAH tedavisinin birinci basamağı tütün ve mamullerinden uzak durmaktır” KOAH Hastalığının tanısının, sağlık kuruluşlarında, basit bir test olan Solunum fonksiyon testi ile kolayca konulabildiğini belirten Alaçam, “Hem KOAH’ın önlenmesinde hem de hastalık yükünün azaltılmasında ilk ve en önemli müdahale basamağı risk faktörleriyle mücadele edilmesidir. Tedavinin birinci basamağı; tütün ve tütün ürünlerinin bırakılmasıdır. KOAH teşhisi konulan kişilerin bahsi geçen risk faktörlerinden uzak durmaları, sağlıklı beslenmeleri ve günlük egzersiz yapmaları çok önemlidir. KOAH’ın bireysel tedavisinde “inhaler” olarak bilinen ve solunum yoluyla uygulanan nefes açıcı ilaçlar kullanılmaktadır. Bu ilaçlarla, hava yollarındaki daralmanın azaltılması, hastanın olabildiğince rahatlatılması ve yaşam kalitesinin artırılması amaçlanmaktadır. Ancak, belirtilen amaçlara ulaşılabilmesi için bahsi geçen ilaçların düzenli ve doğru kullanılması gerekmektedir. Öte yandan, hastalığın seyrini kötüleştirecek alevlenmelerden ve zatürreden korunmak için grip ve zatürre aşılarının yapılması önemlidir. Bunun yanı sıra akciğer rehabilitasyonu uygulanması hastaların günlük yaşamlarının daha kaliteli hale gelmesini sağlamaktadır” diye konuştu. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Alaçam, akciğerleri sağlıklı tutmak ve sağlıklı nefes alabilmek için; tütün ve tütün ürünlerinin kullanılmaması, solunan ortam havasının temiz tutulması, düzenli ve dengeli beslenilmesi, düzenli egzersiz yapılması, maske takılması ve yaş grubuna uygun aşıların yaptırılması önerilerinde bulundu.
Bakan Memişoğlu: “Sadece 2024 yılında 46 bin 160 olağan ve 7 bin 318 olağan dışı denetim gerçekleştirdik”
19 Kasım 2024 Salı - 11:49 Bakan Memişoğlu: “Sadece 2024 yılında 46 bin 160 olağan ve 7 bin 318 olağan dışı denetim gerçekleştirdik” Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu, Yenidoğan Yoğun Bakım Denetim ve Değerlendirme Bilimsel Komisyonu’yla başlatılan sistemi tüm branşlarda uygulamaya aldıklarını ifade ederek, Sadece 2024 yılında 46 bin 160 olağan ve 7 bin 318 olağan dışı denetim gerçekleştirdik” dedi. Bakan Memişoğlu, AK Parti Samsun Milletvekili Mehmet Muş başkanlığında toplanan TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda Bakanlık ve bakanlık kuruluşlarına dair uygulamalar ve yeni hedefler hakkında komisyon üyelerine sunum yaptı. Türkiye’nin sağlık hizmetine en rahat ulaşabilen ülkeler arasında olduğunu dile getiren Memişoğlu, bakanlık olarak sağlık alanında en kapsayıcı ve en kapsamlı sağlık hizmetini sunduklarını kaydetti. Vatandaşın sağlık hizmetine ulaştığı ilk kapının aile hekimi olmasını istediklerini belirten Memişoğlu, aile hekimliğini güçlendirdiklerini ve güçlendirerek devam ettireceklerini bildirdi. İkinci ve üçüncü basamakla entegrasyonu artırarak vatandaşın doğru ve etki şifaya ulaşmasına önem verdiklerini söyleyen Bakan Memişoğlu, hekim ve hasta ilişkisinde güvene önem verdiklerine dikkati çekti. Sağlık çalışanı sayısının bir buçuk milyona yaklaştığını ifade eden Memişoğlu, “Hâlihazırda 109 bin 256 uzman hekimimiz, 53 bin 747 asistan hekimimiz, 58 bin 646 pratisyen hekimimiz, 48 bin 836 diş hekimimiz, 326 bin 486 hemşire ve ebemiz ile 851 bin 174 diğer sağlık çalışanımızla vatandaşlarımıza sağlık hizmeti vermekteyiz” ifadelerini kullandı. Memişoğlu, 2002 yılından bu yana toplam nüfusun yaklaşık yüzde 25, sağlık hizmeti sunan personel sayısının yüzde 283, hekim sayısının yaklaşık yüzde 141, hemşire ve ebe sayısının ise yüzde 187 arttığını vurguladı. “Artan talepler karşısında halen personel ihtiyacımız devam etmektedir” Sadece 2024 yılında kamuya 10 bini uzman hekim olmak üzere 74 binden fazla personel aldıklarına değinen Memişoğlu, “Bu insan kaynağını da adil ve dengeli bir şekilde dağıtıyoruz. 2002 yılında uzman hekim başına düşen nüfus açısından, en yüksek ve en düşük bölge arasında 7 kat fark varken, günümüzde bu fark azalarak 2.5 kata indi. Burada bir hususu özellikle belirtmek isterim: Sağlık çalışan sayımızda, OECD ülkelerine kıyasla, hızlı bir artış yaşamamıza rağmen, artan talepler karşısında, halen personel ihtiyacımız devam etmektedir” açıklamasında bulundu. “Yenilenen ve yeni faaliyete geçen tesislerle sağlık hizmetleri devam ediyor” Sağlık Bakanlığı olarak yenilenen ve yeni faaliyete geçen tesislerle vatandaşa yönelik sağlık hizmetlerinin devam ettiğini söyleyen Memişoğlu, “Ülkemizde sağlık hizmet sunumunda üniversiteler ve özel sektör önemli bir rol almakla birlikte, hizmetin büyük bölümü kamu hastaneleri tarafından yürütülmektedir. 984 Hastanemiz, 8 bin 198 Aile Sağlığı Merkezimiz, bin 237 Laboratuvarımız, 973 Toplum Sağlığı Merkezimiz, 138 Ağız ve Diş Sağlığı Merkezimiz, 269 Sağlıklı Hayat Merkezimiz, 585 Diyaliz Merkezimiz, 3 bin 494 Acil Yardım İstasyonumuz ve 188 Ruh Sağlığı Merkezimiz bulunmaktadır” diye konuştu. “Mevcut hastanelerin yüzde 79’u son 22 yılda ya yenilendi ya da yeniden inşa edildi” Mevcut hastanelerin yüzde 79’unun son 22 yılda ya yenilendiğini ya da yeniden inşa edildiğini belirten Memişoğlu, “Toplamda 779 hastane ile yaklaşık 144 bin yatak kapasitesi üretmiş olduk ve kamu hastaneleri yatak sayımızı 172 bin 450’ye yükselttik. Gelinen nokta itibarıyla 2002 yılında 49 yıl olan hastanelerimizin ortalama yaşını 13 yıla kadar düşürdük. Koğuş sistemini terk ederek yeni hastanelerimizde tek ya da iki kişilik oda sistemini oluşturduk. 2002 yılında yüzde 6 olan nitelikli yatak oranımızı yüzde 82’ye çıkarttık” şeklinde konuştu. Aile Sağlığı Merkezleri, Sağlıklı Hayat Merkezleri ve Toplum Sağlığı Merkezlerinden oluşan 1. Basamak yatırım programında bin 228 tesis bulunduğunu kaydeden Memişoğlu, “Bunlardan 261’inin inşaatı devam etmekte; 776’sı proje ve arsa, 191’i ise ihale aşamasında. 2. ve 3. basamakta ise 437 tesiste toplam 61 bin 168 yeni yatak ve 2 bin 574 yeni diş ünitini hizmete almayı planlıyoruz. Bunlardan 178’inin inşaat çalışmaları devam ediyor. 223’ü proje ve arsa aşamasında iken, 36’sı ihale aşamasına gelmiştir. Ağız ve Diş Sağlığı hizmetlerimizi de modernize edip güçlendiriyoruz. 138 Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi ve 41 Ağız ve Diş Sağlığı Hastanesi ile hizmet veriyoruz. 2002 yılında 100 bin kişiye düşen diş hekimi sayısı 25 iken, bu sayı 2024 yılında 57’ye yükseldi” ifadelerini kullandı. Sağlık altyapısı güçlendiriliyor Bakan Memişoğlu, yılsonuna kadar Altınözü, Erzin, Türkoğlu, Nurhak, Çelikhan Devlet Hastaneleri ve Kahramanmaraş Eğitim ve Araştırma Hastanesi olmak üzere toplam 824 yatak kapasitesine sahip 6 Acil Durum Hastanesinin de hizmet sunmayı hedeflediklerini söyleyerek, sözlerine şöyle devam etti: “Yine deprem bölgesinde bin 875 yataklı Gaziantep Şehir, 350 Yataklı Adıyaman Kadın Doğum ve Çocuk, 100 yataklı Adana Karşıyaka Devlet ve 50’şer Yataklı Diyarbakır Çermik ile Osmaniye Bahçe Devlet Hastanelerinin inşaat çalışmalarını tamamladık. Kahramanmaraş Devlet, Gaziantep 25 Aralık Devlet Ek Binası, Gaziantep Cengiz Gökçek Kadın Doğum ve Çocuk, Nizip ve Düziçi Devlet Hastaneleri olmak üzere toplamda bin 750 yatak kapasitesine sahip 5 hastanemizi daha 2025 yılında hizmete açarak depremden etkilenen illerimizde sağlık altyapımızı güçlendirmeye devam edeceğiz. Asrın felaketinden etkilenen bölgelerimizde yapımına hızla devam edilen bin 700 yataklı Şanlıurfa Şehir, 1.000 yataklı Diyarbakır Kayapınar Şehir, 600 yataklı İskenderun Devlet Hastaneleri gibi büyük projelerimizin yanı sıra artık ihale aşamasına geldiğimiz biner yataklı Kahramanmaraş ve Hatay Şehir Hastanelerini de bu kapsama 2025 yılında dahil edeceğiz.” Bu yıl Türkiye genelinde toplam 3 bin 986 yatak kapasiteli 34 hastaneyi hizmete sunduklarını belirten Memişoğlu, yapım çalışmalarını büyük oranda tamamlanan Bağcılar Eğitim ve Araştırma Kadın Doğum ve Çocuk, Niğde, Bartın ve Erzincan Devlet Hastaneleri olmak üzere toplam bin 600 yataklı hastanelerin de yakın zamanda açılacağını bildirdi. “2024 yılının ilk 9 ayında 796 milyon kez müracaat oldu” Bakan Memişoğlu, 2023 yılında 973 milyon kez sağlık hizmetine müracaat olduğuna değinerek, “ Bunların yüzde 88’i bakanlığımıza bağlı kuruluşlara yapıldı. 2024 yılında ise ilk 9 ayda 796 milyon kez müracaat oldu; 10 milyon 655 bin hastamız yatarak tedavi gördü. Yine 2024 yılı ilk 9 ayında A, B, C grubunda 4,6 milyon ameliyat gerçekleştirildi. Acil sağlık hizmetlerinde 5 bin 668 ambulans ve 3 bin 494 acil yardım istasyonu ile hizmet veriyoruz. 2024 yılında 6 milyona yakın vatandaşımızı ambulanslarımızla sağlık tesislerimize naklettik. 42 ilimizde 25 Yanık Merkezimiz ve 36 Yanık Ünitemizle toplam 711 yanık yatağı kapasitesine sahibiz” ifadelerine yer verdi. “2024 yılının ilk 10 ayında 4 bin 548 organ nakli ameliyatı yapıldı” 75 böbrek, 52 karaciğer, 15 kalp, 9 pankreas ve 2 akciğer nakil merkezi ile 2024 yılının ilk 10 ayında 4 bin 548 organ nakli yapıldığını ifade eden Memişoğlu, “Organ ve doku bağışı konusunda toplumsal duyarlılığı artırmak üzere ulusal ve bölgesel projeler gerçekleştiriyoruz. Gönüllü bağışçı sayımız 1 milyon 632 bini aştı. Yurt içindeki akraba dışı kök hücre nakillerinin yüzde 90’ını TÜRKÖK aracılığıyla sağlıyoruz” diye konuştu. “Sadece 2024 yılında 46 bin 160 olağan ve 7 bin 318 olağan dışı denetim gerçekleştirdik” Yenidoğan Çetesi ile ilgili olayın yargıya intikal etmesinden dolayı detaylara girmeyeceğini belirten Memişoğlu, “Bizim için bu operasyonun adı ‘Çürük Elma Operasyonu’, çetenin adı da ‘İnsanlıktan Nasibini Almamışlar Çetesi’dir. Çocuklarımızın sağlığı ve güvenliği konusunda duyduğumuz endişe her şeyin ötesindedir. Biz hekimlerin meslek yemini, hayatı korumak ve insan sağlığını her şeyin üstünde tutmaktır. Bu yemine aykırı düşecek hiçbir şeye müsaade etmedik, etmeyeceğiz. İdari denetimlere ilaveten bilim insanlarıyla kanıta dayalı tıp uygulamaları ve risk yönetimini ihtiva eden yeni bir denetim modelini hayata geçirdik. Yenidoğan Yoğun Bakım Denetim ve Değerlendirme Bilimsel Komisyonu’yla başlattığımız bu sistemi, tüm branşlarda da uygulamaya alıyoruz. Sadece 2024 yılında 46 bin 160 olağan ve 7 bin 318 olağan dışı denetim gerçekleştirdik. Bu denetimler neticesinde çok sayıda faaliyet durdurma ve idari para cezası verdik; ayrıca suç duyurusunda bulunduk” dedi. Komisyonda bakanlık bütçesinin yanı sıra Türkiye Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu ve Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığının bütçe, kesin hesap ve Sayıştay raporları da görüşülecek.
Diz kireçlenmesi 50 yaş üzeri hastalarda daha sık görülüyor
19 Kasım 2024 Salı - 10:45 Diz kireçlenmesi 50 yaş üzeri hastalarda daha sık görülüyor Diz kireçlenmesi; diz ekleminin ilerleyici harabiyetine verilen isim olup, diz ekleminin içindeki kıkırdakların hasarına bağlı olarak eklemi oluşturan kemiklerin birbirine sürterek hareket etmeye başlamasına ve eklemin normal anatomisinin bozulmasına bağlı ortaya çıkmaktadır. Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Doç. Dr. Tuna Pehlivanoğlu, orta-ileri yaş hastalarda görülen ve hareket kabiliyetini kısıtlayıp, şiddetli ağrıya sebebiyet vererek hayat kalitesini düşüren diz kireçlenmesinin önlenmesindeki önemli noktalar ve tedavisi hakkında açıklamalarda bulundu. Diz kireçlenmesi genelde orta-ileri yaş (40-50 yaş ve üzeri) hastalarda görülmekteyken, hastaların yüzde 70’inden fazlası 55 yaş üzerinde tanı almaktadır. Yüksek kilo, genetik-ailesel sebepler ve geçirilmiş travmalar da sebeplerinden bazılarıdır. Genç hastalarda da diz eklemini oluşturan kemiklerin kırıkları, doğuştan gelen kemik eğrilikleri, iltihaplı romatizma (romatoid artrit), gut hastalığı, diyabet, obezite neticesinde de görülebilmektedir. Medicana Bahçelievler Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Doç. Dr. Tuna Pehlivanoğlu, “Diz ağrısı kireçlenmenin en önemli ve ilk bulgularından biridir” dedi ve ekledi: “Bu ağrı yürüme ve hareket esnasında çok şiddetlenip, hastayı hareket edemez hale getirebilir. Ayrıca gece uykudan uyandıracak kadar şiddetli hale gelen ağrı uykuyu bozup, hayat kalitesini ciddi derecede düşürebilir. Yürüme güçlüğü ve hatta tamamen yürüyemez hale gelme, yürürken dizin kilitlenmesi, diz ekleminin özellikle içe doğru eğrilmesi, dizden ses gelmesi, sık görülen belirtilerdendir. Azalmış harekete bağlı olarak diz çevresindeki kaslar da zayıflamakta ve hastaları günden güne daha az fiziksel aktivite yapabilecek hale getirmektedir. Son tahlilde diz kireçlenmesinin ilerlemesine bağlı olarak hastaların hayat kalitesi ciddi derecede azalmaktadır. Hastalarda bu şikayetlerden herhangi birinin mevcut olması halinde bir ortopedi uzmanına başvurmaları gerekmektedir.” Diz kireçlenmesinde PRP yöntemi uygulanabilir Diz kireçlenmesinin başlangıç tedavisi (ameliyat dışı) medikal tedavi olup, ağrı kesici - iltihap giderici (anti-inflamatuar) ilaçlar, kremler, ağızdan alınacak takviyeler ve soğuk uygulamalar ilk etapta semptomların ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Fizik tedavi ve kilo kontrolü de başlangıç tedavisine eklenmektedir. İlaç tedavilerinden fayda görmeyen ya da az fayda gören hastaların dizlerine kortizon, lokal anestezikler, hyaluronik asit ve PRP gibi enjeksiyonlar uygulanabildiğini belirten Doç. Dr. Tuna Pehlivanoğlu, “Bu tedaviler kesin çözüm olmamakla beraber, hastaların mevcut ağrılarını ortadan kaldırıp hayat kalitelerini artırmaya yöneliktir. Uygun hastaların dizlerine uygulanacak kök hücre enjeksiyonu, onarıcı ve tedavi edici etkiye sahip olabilmektedir. Ameliyat dışı tedavilerden fayda görmeyen ya da bir süre fayda görmesine rağmen sonrasında yeniden kötüleşen hastalara ameliyat önerilmektedir” dedi. Diz kireçlenmesi olan hastalara diz protezi ameliyatı önerilmektedir İlerlemiş diz kireçlenmesi tedavisinde, ameliyat dışı yöntemlerin işe yaramaması halinde en başarılı ve altın standart olan tedavi seçeneğinin diz protezi (artroplasti) ameliyatı olduğunun ifade eden Doç. Dr. Tuna Pehlivanoğlu, “Bu ameliyat neticesinde hastalar ağrısız olarak hareketlerine devam edebilmekte, kolayca oturup kalkmakta ya da merdiven inip çıkarak hayatlarına kaldıkları yerden devam edebilmektedirler. Hatta aktif olarak sportif faaliyetlere de geri dönebilmek mümkün olmaktadır. Diz kireçlenmesi olan, yaşının genç olmasından dolayı protez adayı olmayan ancak ileri evre kireçlenme ağrısı olan hastalara, protez ameliyatına kadar vakit kazandırmak için uygulanacak kemik ameliyatlarında (yüksek tibia osteotomisi / distal femur osteotomisi) ise, hastaların eklemleri korunarak yüksek hayat kalitesi ile yaşamlarına devam edebilmeleri sağlanabilmektedir” açıklamalarında bulundu. 1,5 ay sonra günlük yaşama dönülebilir Diz protezi ameliyatının; ileri evre kireçlenmesi olan, diz eklemi ileri derecede hasarlı olan, şiddetli ağrısı olan, yürüme yetisini kaybetmeye başlamış, dizinde şekil bozukluğu (içe veya dışa doğru bükülme) gelişmeye başlamış, merdiven inip çıkamayan, gündelik işlerini göremeyen, fiziksel aktivitelere katılımı ciddi anlamda azalmış, tüm bunlara bağlı olarak hayat kalitesi düşmüş orta-ileri yaş hastalarda uygulanabildiğini söyleyen Medicana Bahçelievler Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Doç. Dr. Tuna Pehlivanoğlu, “Bu ameliyatta, dizin tamamındaki ya da bir kısmındaki eklemin hasarlı yerlerinin uzaklaştırılıp, yerine eklemi yenileyip düzelten protez implantları konulmaktadır. Ameliyat, hastaların ağrılarını ortadan kaldırabilmekte ve ertesi gün yürümeye başlamalarını sağlayarak hayat kalitelerini artırabilmektedir. Hastalar ameliyatın ertesi günü ayağa kaldırılır, destekli yürütülür ve diz çevresini kuvvetlendirici egzersizleri yapmaya başlarlar. Taburculuk sonrası ikinci hafta sonunda dikişler alınır, destekli yürümeye devam ederler. Taburculuk sonrası 6. hafta desteksiz yürümeye başlar ve gündelik işlerine döner. 3. ay temas olmayan sporlara başlanabilirken, 6. ayda tüm sporları yapabilmek mümkün hale gelir” dedi.