ÇEVRE - 23 Ekim 2024 Çarşamba 12:44

Doç. Dr. Oğuz Kurdoğlu: “Karadeniz’in deniz suyu sıcaklığı ilk defa bu yaz 29 dereceyi buldu; İlk defa Akdeniz’i geçti”

A
A
A
Doç. Dr. Oğuz Kurdoğlu: “Karadeniz’in deniz suyu sıcaklığı ilk defa bu yaz 29 dereceyi buldu; İlk defa Akdeniz’i geçti”

Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Oğuz Kurdoğlu, bu yıl Karadeniz’in deniz suyu sıcaklığının ilk defa 29 dereceyi bulduğunu ve ilk defa deniz suyu sıcaklığının Akdeniz’i geçtiğini belirterek bunda iklim değişikliğinin büyük etkisi olduğunu söyledi.


Ortahisar Belediyesi, TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası ve Ülke Politikaları Vakfı ile birlikte “Trabzon İklim Buluşmaları” sempozyumu düzenledi.


Sempozyumda iklim değişikliği ve küresel ısınmanın Karadeniz Bölgesi’ne etkileri ve alınması gereken önlemler üzerine konuşan KTÜ Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Oğuz Kurdoğlu, “İklim değişikliğinin insanlığın ve bütün canlı formlarının hayatını zorlaştıracağını, değiştireceğini yok edeceğini söylüyoruz. Şu anda 6. büyük yok oluşu engelleme derdindeyiz. Karbon emisyonunu eğer şimdi durdurabilirsek 2050 net sıfıra getirebilirsek mühim bir konuyu başarmış oluruz. İklim değişikliği ve küresel ısınmayla ilgili riskler her geçen yıl artıyor. Doğal kaynaklarımızı doğru yönetmeliyiz, bunun sürdürülebilirliğini sağlamalıyız. Temel sorun da bütün dünyada doğal kaynak yönetiminin akılcıl kullanmamaktan geliyor. Son 50 yılda yaban hayatında yüzde 73’lük bir azalma oldu. Tatlı su popülasyonlarında yüzde 85’lik azalma oldu. Dünya biyolojik çeşitliliğinin yüzde 40’ı tatlı sularda ve biz bunların yüzde 85’ini yok ettik. Örneğin biz HES’lere karşı değiliz, ama ardışık HES’ler yaparak o dere yatağında kuraklığa sebep oluyorsanız tatlı su ekosistemindeki canlılar ortadan kalkıyor ve bu denizdeki planktonlara kadar her şeyi etkiliyor. Karaların yüzde 65’i denizlerin ise yüzde 70’i dönüşüme uğramıştır. Aslında Karadeniz’de dönüşüme uğratılmış bir ekosistemdir. Felaket kapımızın eşiğini aşmış durumda. Bu yıl Karadeniz’in deniz suyu sıcaklığı ilk defa 29 dereceyi buldu. İlk defa Akdeniz’i geçti. Bunda iklim değişikliğinin büyük bir etkisi var” ifadelerini kullandı.



“Kırmızı alarma noktasına geldik”


Türkiye’nin ilerleyen yıllarda yüzde 80 oranında su kıtlığına girecek ülkeler arasında gösterildiğini kaydeden Kurdoğlu, “Biz su zengini değiliz, kişi başına şu an 1300 metreküplük bir kullanma suyumuz var. Hakikaten su kıtlığına girmek üzereyiz. Türkiye yüzde 80 oranında su stresine girecek ülkeler arasında gösteriliyor. Sıcaklıkların artması çay ve fındığın daha eğimi yüksek olan bölgelerde ekilmesine imkân tanıyor ama sel ve heyelan tehlikesi de o oranda artıyor. BM Genel Sekreteri iklim değişikliğiyle ilgili kırmızı alarm verilme noktasına gelindiğini söylüyor. Bitkilerin ve hayvanların üremesini de etkiliyor iklim değişikliği. Biz milli park ve benzeri korunan alanları mutlaka artırmalıyız. Bu alanlar bir ülke için onurdur ve bir ülkenin geleceğine yaptığı yatırımlardan en önemlisidir” şeklinde konuştu.



“Karadeniz Bölgesi’nde yağışlar artacak”


Karadeniz’de deniz suyu sıcaklığının bir derece artış gösterdiğine vurgu yapan KTÜ Deniz Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Coşkun Erüz ise “Türkiye, güneydeki hava kütlelerinin iklim değişikliği nedeniyle daha fazla etkisi altına giriyor. Ama bu her yer için aynı değil. Örneğin Karadeniz Bölgesi için daha fazla yağmur şeklinde ortaya çıkacak. Aslında deniz de hava gibi sabit duran bir yapı değil, o nedenle biz hava kirliliğinden bahsederken bununla bütün dünyanın mücadele etmesi gerektiğini söylüyoruz. Deniz kirliliğinde ise o denize kıyısı olan bütün ülkelerin mücadele etmesi gerekir. Çünkü çöpler denizlerdeki taşıma sistemi ile bütün ülkelerin kıyılarına yayılıyor ve taşınıyor. Dolayısıyla bir bütünün parçasıyız. Deniz sürekli dinamik ve hareket halindedir. Son 50 yılda sıcaklıklar Karadeniz’de yaklaşık 1 derece artış gösterdi. Şu anda deniz yüzey sıcaklığı 18,5 derece. Karadeniz’de de bütün okyanus ve denizlerde olduğu gibi deniz suyu sıcaklığı artış gösteriyor. Bunun nereye kadar devam edeceği insanlığın sera gazlarını azaltmasına bağlıdır. İklim değişikliğine bağlı olarak Türkiye’nin birçok kesiminde yağışlarda azalma beklenirken Karadeniz’de ise, artış öngören modeller ve senaryolar var” dedi.


Dünyada mikro plastik sorununa dikkati çeken Erüz, kutuplar ve Antartika kıtası dahil mikro plastiğin ulaşmadığı hiçbir yerin olmadığının altını çizerek şöyle konuştu:


“Özellikle plastik havada, suda, toprakta var. Mikro plastik dediğimiz maddenin dünyada olmadığı hiçbir yer yok. Kutuptaki penguenin vücudunda da Antartika’daki buzulun içinde de artık mikroplastik var. Bunun sebebi de biz insanlardır. Küresel ısınmaya bağlı deniz suyu sıcaklığının artması deniz suyu kimyasını da değiştiriyor ve deniz suyunda asitleşme sorunu başlıyor. Bu kirlenmenin artmasına neden oluyor ve denizlerdeki balıkların yiyecekleri olan plankton vb. ürünlerin azalmasına yol açıyor. Deniz canlılarının beslenme zinciri bozuluyor. İklim değişikliğine adapte olamayan canlılar yok oluyor, adapte olan birtakım fırsatçı türler ise balık türlerinin azalmasına neden oluyor.”


İklim değişikliğinin olumsuz sonuçlarıyla mücadele için balıkçılıkta her balık türüne kota konulması gerektiğini belirten Erüz, “Mücadele etmek için balıkçılıkta kota konulmalı. Şu anda avcılıktan daha çok yetiştiricilik ön plana çıkmaya başladı. Küresel ısınma balık yetiştiriciliğini de etkileyecektir. Hamsiye ve diğer türlere avlanma kotası konulması çok doğru bir adım” diye konuştu.



“Türkiye’de 200 çeşit tarım ürünü yetişiyor ve bu ürünlerden 20 tanesinde üretimde dünyada birinci”


Sunumunda Türkiye’de 200 çeşit tarım ürünü yetiştiğini ve bu ürünlerden 20 tanesinde dünyada birinci olduğuna vurgu yapan Ülke Politikaları Vakfı Danışma Kurulu Üyesi Dr. Haluk Üstün ise “Şu anda tarımdaki nüfus miktarımız 5 milyon civarında ve yaş ortalaması 58’dir. Tarım açısından ve biyoçeşitlilik açısından öyle güzel memleketimiz var ki, böyle bir ülke bulmak mümkün değil. Ülkemizde yetişen tarım ürünü sayısı 200’dür ve 200 çeşit ürünün 20 çeşidinde üretimde birinci durumdayız. Kırsal nüfus bilinçli ve akıllıca azaltılmalı. Çok zengin bir ülkesiniz, askeri açıdan güçlüsünüz, sanayiniz çok ilerde ama yiyecek ekmeğiniz yok. Paranız olsa bunu ithal edemezsiniz çünkü alacağınız ülke ilk önce kendi vatandaşlarını doyurmak zorunda. Tarım konusunu artık o kadar ön plana çıkarmak zorundayız ki yoksa aç kalacağız” dedi.


İklim değişikliğinin önlenememesi durumunda tarım ürünleri fiyatlarında yüzde 60’a varan artışlar olacağını dile getiren Üstün, “Su kaynakları konusunda çok zengin falan değiliz ve su kaynaklarının yüzde 75’i tarımda kullanılıyor. Yani su tasarrufu yapılacaksa tarımda yapılacak. 1998 tarihli mera kanunu kabul edildiğinden bu yana pek çok değişikliğe uğrayarak mera alanları kentsel gelişim alanlarına açıldı. Hayvancılıkta eğer yeterli meranız yoksa üretimden kâr etme imkânınız çok az. Dolasıyla meralarımıza gözümüz gibi bakmak zorundayız. Toprak ve bitki analizleri yaparak gübre programları oluşturmak zorundayız. Mineral gübreler, pestisitlerin sağlık için tehlikeli olması nedeniyle kullanımı azaltılmalı. Kompost gübre üretimine ve kullanımına önem verilmeli. Toprak işlemeyle karbon üretimi ortaya çıkmaktadır. Toprağa direk ekim yapan makineler geliştirilmiştir. Sera gazı emisyonlarının azaltılması ormanlık alanların ve mera alanlarının artırılmasıyla mümkündür. Arazilerin toplulaştırılması karbon üretimini azaltıyor. Bu da önemli bir konu. Sera gazı üretimine 43 farklı sektör neden olmakta. Sera gazının yüzde 32’si endüstriyel üretimden, yüzde 30’u enerji sektörü, yüzde 16’sı ulaştırma, yüzde 16’sı diğer sektörler ve yüzde 6’sını tarım sektörünün oluşturduğu görülmüştür. İklim değişikliği önlenemezse 2050 yılında tarım ürünlerinde yüzde 60’a varan artışlar bekliyoruz. Su tasarrufunda bulunmak için tarımda su kullanımı yüzde 10 azaltılarak üretim kaybının çiftçilere devlet tarafından ödenmesi sağlanmalı. Kuraklık yönetim planları hazırlamak zorundayız. Yeraltı su kaynakları en son kullanılması gereken kaynaklardır, biz aşırı şekilde kullanıyoruz” diye konuştu.



“İklim değişikliği, gıda açığını ortaya çıkaracaktır”


Ortahisar Ziraat Odası Başkanı Mustafa Bekar, ilerleyen yıllarda dünyada nüfus artışına paralel olarak et üretimine yönelik talebin iki kat artacağına dikkati çekerek “Tarımsal ve hayvansal üretim faaliyetleri besin zincirinin bir halkasıdır. Bu da iklimle doğrudan ilintilidir. Önümüzdeki yıllarda et ve süt üretimi talepleri iki katına çıkacaktır. Tüm bunları dikkate aldığımızda iklim değişikliğinin hayvancılık üzerinde de olumsuz sonuçlara yol açacaktır. Küresel ısınma hayvansal üretimi etkileyecektir. Et, süt ve yumurta üretiminin kalitesinde çokça azalmalar görülecektir. Bunun yanında hastalıklar ve üreme problemleri gibi birçok sorunun ortaya çıkmasına neden olacaktır. İklim değişikliği birçok bölgede hayvancılığın ve tarımın sürdürülebilirliği noktasında birçok olumsuzluğu da beraberinde getirmektedir. İklim değişikliğine bağlı hayvansal üretimin azalması gıda açığını ortaya çıkaracaktır. İklim değişikliği sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleşmesi karşısında en önemli problem olmanın yanında insanoğlunun geleceği için de önemli bir tehdit unsurudur. Hayvansal ve tarımsal üretimin olduğu bölgelerde iklim değişikliğinin olumsuz sonuçları daha çok ortaya çıkacaktır” şeklinde konuştu.


Bekar, iklim değişikliğiyle mücadele için hayvancılıkta şu tedbirlerin alınması gerektiği üzerinde durdu:


“İklime dirençli hayvan ırkları yetiştirilmeli. Küçükbaş hayvancılık teşvik edilmeli, hayvancılık işletmelerinde yenilenebilir enerji kaynakları kullanılmalı. Yağmur suyu toplama sistemleri işletmelere dahil edilmeli. Hastalık ve zararlılara karşı toplu mücadele yapılmalı. İklim değişikliği kokarca gibi bazı zararlı böceklerin üremesine yol açıyor. Bunlarla ilgili bilinçlendirme faaliyetleri biyolojik mücadele yapılmalı.”


Sempozyumun son bölümünde Ortahisar Belediye Başkanı Ahmet Kaya, sunum yapan katılımcılara plaket ve teşekkür belgesi takdim etti.



Doç. Dr. Oğuz Kurdoğlu: “Karadeniz’in deniz suyu sıcaklığı ilk defa bu yaz 29 dereceyi buldu; İlk defa Akdeniz’i geçti”

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
İstanbul Huzursuz bacak sendromu: Uyku kalitenizi tehdit eden gizli düşman Huzursuz bacak sendromu (HBS), uyku ile ilişkili hareket bozuklukları arasında yer alan bir rahatsızlıktır. Bu sendrom, uykuya dalmayı zorlaştıran, bacaklarda rahatsız edici bir his ve karşı konulamaz hareket ettirme isteği ile karakterizedir. Özellikle akşam saatlerinde ve geceleri daha belirgin hale geldiğinin altını çizen Nöroloji Uzmanı Doktor Ayşegül Daldal bu hissin, kişinin uykuya dalmasını ve uyku süresini olumsuz etkilediği belirtti. Toplumda yapılan araştırmalardan bahseden BHT CLINIC İstanbul Tema Hastanesi’nden Nöroloji Uzmanı Doktor Ayşegül Daldal, “HBS’nin görülme sıklığının %10-15 oranında olduğunu göstermektedir. Ancak, belirtilerini net bir şekilde ifade edemeyen hastalar yıllarca farklı branşlarda birçok tedavi denemek zorunda kalabilmektedir” dedi. Huzursuz bacak sendromu geceleri artıyor HBS tanısı, klinik gözlemlerle rahatlıkla konulabilir. Ancak hastalığın teşhis edilebilmesi için şu özelliklerin birlikte bulunması gerektiğini sıralayan Dr. Daldal: Özellikle bacaklarda, karşı konulamayan hareket ettirme isteği ile ortaya çıkan rahatsız edici duyumlar, hareket etmekle rahatlama veya belirtilerin tamamen ortadan kalkması, bulguların dinlenme durumunda artış göstermesi, akşam saatlerinde ya da geceleri belirtilerin daha belirgin hale gelmesi bu kriterlerin varlığı, HBS tanısını kesinleştirmede önemli rol oynadığını vurguladı. Yaşadıkları rahatsizliği tanimlamakta zorlanabilirler Dr. Daldal, hastalığın başlangıcında bulgular tek taraflı olabilir, ancak zamanla her iki bacağı da etkileyebilir. Hastaların yaklaşık yarısında kollarda da benzer belirtiler ortaya çıkabilir. HBS’yi yaşayan kişiler, yaşadıkları rahatsızlığı tanımlamakta zorlanabilirler ve hislerini,”Kramp girecekmiş gibi, bacaklarım kıpraşıyor, bacaklarım geriliyor, karıncalanma hissi,zonklama ya da yanma hissi, bacaklarda elektriklenme, diş ağrısına benzer bir rahatsızlık.HBS, hastalar için haftalar ya da aylar süren rahatlama ve alevlenme dönemleriyle seyreden, yaşam boyu süren bir durumdur” dedi. HBS tedavisinde temel adim: Altta yatan hastaliklarini belirlemek Dr. Daldal, HBS tedavisinde ilk adım olarak, altta yatan muhtemel bir hastalığın tedavi edilmesidir. Özellikle demir eksikliği gibi nedenler göz önünde bulundurulmalıdır. Dopamin agonistleri, hem idiyopatik hem de semptomatik HBS’de etkili tedavi seçenekleri arasında yer almaktadır. HBS, hayat kalitesini düşüren ve uyku düzenini bozan bir rahatsızlık olup, hastaların tanı ve tedavi için nöroloji uzmanlarına yönlendirilmesi önemlidir. Erken tanı ve doğru tedavi ile hastaların şikayetleri büyük ölçüde kontrol altına alınabilir, diyerek konuşmasını sonlandı.