SAĞLIK
26 Kasım 2024 Salı - 16:02 Mersin’de dikişsiz ’aort kapak’ ameliyatı gerçekleştirildi Mersin Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Burak Toprak ve ekibi, bir ilke imza atarak dikişsiz aort kapak ameliyatını başarıyla gerçekleştirdi. Bu ileri cerrahi yöntem, klasik kapak değişim operasyonlarına kıyasla ameliyat süresini kısaltarak, kalp ve dolaşım sistemine binen yükü azaltıyor ve iyileşme sürecini hızlandırıyor. Özellikle yüksek risk grubundaki hastalar için büyük avantajlar sunan bu teknik, hasta konforunu artırmayı ve komplikasyonları en aza indirmeyi hedefliyor. Opr. Dr. Burak Toprak, dikişsiz aort kapak ameliyatı ile ameliyat süresini önemli ölçüde kısalttıklarını belirterek, “Kliniğimize göğüs ağrısı ve nefes darlığı şikayeti ile başvuran hastayı ileri incelemeler sonucunda kalbindeki aort kapağında ciddi darlık olduğu tespit edildi. İncelemeler sonucunda kapağın değişmesine karar verildi. Dikişsiz aort kapak ameliyatı sonrası hasta eski sağlığına kavuştu. Bu yöntemle ameliyat süresini önemli ölçüde kısaltarak hastalarımızın hem ameliyat sırasındaki risklerini azaltıyoruz hem de iyileşme süreçlerini hızlandırıyoruz. Multidisipliner ekibimizin özverili çalışmasıyla bu operasyonu başarıyla gerçekleştirdik" dedi. Başarılı bir şekilde tamamlanan operasyonun ardından, hasta stabil bir şekilde taburculuk sürecine geçti. Hasta Aytunç Karaer, hem operasyon öncesi hem de sonrası süreçte aldığı hizmetlerden duyduğu memnuniyeti dile getirerek, “Hastane ekibinin profesyonelliği ve güler yüzlülüğü sayesinde kendimi güvende hissettim. Dr. Burak Toprak ve ekibine minnettarım” ifadelerini kullandı. Hastane Başhekim Vekili Esra İslamoğlu ise bu başarıda emeği geçen tüm ekibe teşekkürlerini sunarken, ileri teknoloji ile daha fazla hastaya umut olmaya devam edeceklerini söyledi.
26 Kasım 2024 Salı - 15:21 Yatak yaralarına dikkat çekmek için etkinlik düzenlendi Afyonkarahisar Devlet Hastanesinde uzun süre yatarak tedavi gören ve sürekli yatağa bağımlı hastalarda oluşan “yatak yaralarına” dikkat çekmek ve yarayı oluşmadan önleyebilmek adına etkinlik düzenlendi. Hastanede yapılan etkinlikte, hasta ve yakınlarının dikkatini çekmek için girişte bir stant oluşturuldu. Afiş ve balonlarla süslenen stantta, hastaneye gelen hasta ve yakınlarına bilgilendirici broşürler dağıtıldı. Opr. Dr. Hilmi Uyar tarafından etkinliğe katılan sağlık personeline ve diğer ziyaretçilere, yatağa bağımlı hastada yarayı önlemek için nasıl pozisyon verilmesi gerektiği bir maket üzerinde uygulamalı anlatıldı. Ayrıca yara oluştuğu takdirde nasıl pansuman yapılması gerektiği, küçük yaranın büyümesini engellemek için neler yapılması gerektiği anlatıldı. Etkinlik sonrası hastane yönetimi adına yapılan açıklamada, “Bilgilendirme ve eğitimler sadece bugünle sınırlı kalmıyor. 2021 yılında Afyonkarahisar Devlet Hastanesinde açılan ‘Diyabetik Ayak ve Yara Bakım Kliniği’nde basınç yaralı hasta yakınlarına eğitimler verilerek evde de bu hastaların nasıl bakılması gerektiği sürekli anlatılıyor. Klinik açıldığı günden beri 478 basınç yaralı hasta yatırılarak tedavisi sağlandı. Ayrıca poliklinikte de 450 basınç yaralı hasta muayene edildi; hastaneye yatmasına gerek olmayanlara ihtiyaç duydukları bilgiler verilip tedavisi düzenlenerek evde tedavisi sağlandı” ifadelerine yer verildi.
Elazığ’da ‘Prematüre’ günü kutlandı
17 Kasım 2024 Pazar - 10:44 Elazığ’da ‘Prematüre’ günü kutlandı Elazığ Fırat Üniversitesi Hastanesi’nde 17 Kasım Dünya Prematüre Günü kutlandı. Elazığ’da 17 Kasım Dünya Prematüre Günü dolayısıyla Fırat Üniversitesi Hastanesi’nde etkinlik gerçekleştirildi. Düzenlenen etkinlikte Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Yeni Doğan Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erdal Taşkın açıklamalarda bulunarak daha sağlıklı bir gelecek için farkındalığı arttırmayı hedeflediklerini belirtti. Prematüre doğan bebeklerin ve onların ailelerinin sesini duyurmak, erken doğum etkilerini anlamak ve bu alandaki farkındalığını anlamak amacıyla 17 Kasım’ın Dünya Prematüre Günü olarak kutlandığını belirten Prof. Dr. Taşkın, “Her yıl milyonlarca bebek beklenenden çok daha erken dünyaya gelir ve bu bebeklerin bir çoğu hayatta kalmak için büyük bir mücadelenin içerisine girer. Prematüre bebeklerin doğumdan sonra yaşamlarını sürdürebilmeleri için genellikle yoğun bakım ünitelerinde özel bakım ve tedavi ihtiyaçları vardır. Ancak zamanla tıptaki ilerlemeler ve yeni doğan bakımının gelişmesi bu minik kahramanların hayatta kalma şansını arttırmıştır. Bu özel günde Prematüre doğumlarının önlenmesi, prematüre bebeklerin bakımlarının iyileştirilmesi ve ailelerin desteklenmesi adına yapılacak her türlü çalışmanın önemine dikkat çekiyoruz. Prematüre doğan bebekler sadece birer sağlık vakası değil aynı zamanda hayata tutunan güçlü bireylerdir. Onların sağlıklı bir geleceğe adım atabilmesi için hep birlikte el birliği ile çalışmalıyız. Bugün Prematüre bebeklerin hayatına dokunan sağlık çalışanlarını ve ailelerini minnetle anıyor daha sağlıklı bir gelecek için farkındalığı arttırmayı hedefliyoruz” dedi.
Kışa, hastalıklarından korunmak için doğru beslenme ile bağışıklık sistemimizi güçlendirin
17 Kasım 2024 Pazar - 09:33 Kışa, hastalıklarından korunmak için doğru beslenme ile bağışıklık sistemimizi güçlendirin Beslenme ve Diyetetik Bölümü Uzmanı Uzm. Dyt. Ecem Fidan, kışa sağlıklı bir başlangıç yapmak için; doğru beslenme ve bağışıklık güçlendirme yöntemlerini anlattı. Kış aylarının gelmesiyle havalar soğumaya başlıyor. Bu dönemde hastalıklardan korunmanın yolu ise beslenme alışkanlığından geçiyor. Vücudumuzu soğuk havalara ve mevsimsel hastalıklara karşı en iyi şekilde korumanın yolu sağlıklı beslenme ile bağışıklık sistemimizi güçlendirmekten geçiyor. Yakın Doğu Üniversitesi Hastanesi Yeniboğaziçi Beslenme ve Diyetetik Uzmanı Dyt. Ecem Fidan, kış aylarını sağlıklı bir şekilde geçirmek için yapılması gerekenlerle ilgili önemli bilgiler verdi. “Kış ayları yaklaşırken, soğuk havaların ve mevsimsel hastalıkların etkisini en aza indirmek için vücudumuzu en iyi şekilde hazırlamak büyük önem taşıyor” diyen Uzm. Dyt. Fidan; sağlıklı beslenme, bağışıklık sistemini güçlendiren besinler, soğuk algınlığına karşı korunma, mevsim sebze ve meyvelerini tüketmenin önemi, konserve hazırlıkları ve yaz meyvelerini dondurma konularında önerilerde bulundu. Uzm. Dyt. Fidan ayrıca, kış aylarında beslenmeye katkı sağlayacak iki sağlıklı tarif de paylaştı. Yeterli miktarda vitamin ve mineral almak önemli C vitamini, D vitamini, çinko, selenyum gibi vitamin ve minerallerin yanı sıra, antioksidan açısından zengin meyve ve sebzeler de vücudu hastalıklara karşı koruduğunu belirten Uzm. Dyt. Fidan, bunları içeren düzenli bir beslenmenin özellikle grip ve soğuk algınlığı gibi yaygın hastalıklara karşı koruyucu etkisi olduğunu vurguluyor. “C vitamini, bağışıklık sistemini güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda hücrelerin yenilenmesine ve cilt sağlığına da katkıda bulunur” ifadelerini kullanan Uzm. Dyt. Fidan, turunçgillerin bu açıdan zengin olduğunu belirterek; portakal, mandalina, limon, kivi, kuşburnu ve kırmızı biberin yeteri kadar tüketilmesi gerektiğini belirtti. D vitamini eksikliğinin, özellikle güneş ışığının azalmasıyla hissedildiğini belirten Uzm. Dyt. Fidan, “Bu nedenle yemek listemizde balık bulundurulması son derece önemlidir” dedi. D vitamini açısından zengin olan balık türlerinin; somon, uskumru, sardalya gibi balıklar olduğunu belirten Uzm. Dyt. Fidan, ayrıca yumurta sarısının da faydalı olacağının altını çizdi. Çinko ve selenyum minerallerinin bağışıklık sistemi üzerinde olumlu etkiler sağladığını ve özellikle çinkonun; bağışıklık hücrelerinin gelişimi ve fonksiyonu için kritik bir rol oynadığını belirtti. Uzm. Dyt. Fidan, “Kabuklu deniz ürünleri, kırmızı et, tam tahıllar ve kurubaklagiller, çinko ve selenyum açısından zengin besinlerdir ve günlük beslenme düzenine dahil edilmelidir” dedi. Tüm bunların yanında “Kırmızı meyveler, nar, ıspanak ve brokoli gibi gıdalar, antioksidan içeriği yüksek olan besinlerdir” ifadelerini kullanan Uzm. Dyt. Fidan, “Bu besinlerin düzenli tüketimi, kış aylarında hastalıklara karşı dirençli olmanıza yardımcı olur” dedi. Doğal antibiyotikler; zencefil, zerdeçal ve sarımsak Zencefil, zerdeçal ve sarımsak gibi doğal antibiyotik özelliklere sahip gıdaların, bağışıklık sistemini desteklediğini ve enfeksiyonlara karşı koruma sağladığını belirten Uzm. Dyt. Fidan, bu besinlerin çay, çorba ve yemeklerde mümkün olduğunca kullanılması gerektiğini vurguladı. “Propolis ve bal gibi doğal ürünler ise boğaz enfeksiyonlarına karşı koruyucu etkiler gösterir” ifadelerini kullanan Uzm. Dyt. Fidan, “Özellikle kış aylarında, her sabah bir kaşık bal tüketmek soğuk algınlığına karşı koruma sağlayabilir” dedi. Kış sebzeleri, vitamin ve mineral açısından zengin Mevsiminde sebze ve meyve tüketiminin önemine de değinen Uzm. Dyt. Fidan, “Kış sebzeleri, vitamin ve mineral açısından zengindir ve düşük kalorili olduklarından dengeli beslenmeye katkı sağlar. Kabak, pırasa, havuç, ıspanak, karnabahar ve lahana gibi sebzeleri günlük öğünlerinizde bulundurun” dedi. Meyvelerden ise elma, armut, ayva, nar ve kivinin tatlı ihtiyacınızı sağlıklı bir şekilde karşılayarak, antioksidan özellikleri sayesinde vücudu zararlı etkenlerden koruyacağının altını çizdi. Yaz mevsiminin tatlarını, “doğru yöntemlerle” kış mevsimine taşıyın “Yaz mevsiminin, taze sebzelerini kışa saklamanın en ideal yollarından biri konserve ya da ürün dondurmadır” ifadelerini kullanan Uzm. Dyt. Fidan; domates, biber ve patlıcan gibi yaz sebzelerinin uygun yöntemlerle konserve edilerek kış boyunca kullanılabileceğinin altını çizdi. Konserve yapımında kullanılan tuz ve asit miktarının dengeli olmasının son derece önemli olduğunu söyleyen Uzm. Dyt. Fidan, bu durumun besin değerlerinin korunmasına yardımcı olduğunu vurguladı. Uzm. Dyt. Fidan, “Özellikle yazın bolca bulunan çilek, şeftali ve kayısı gibi meyveler, kışın tatlı ihtiyacınızı sağlıklı bir şekilde karşılamak için mükemmel bir seçenektir” dedi. Dondurularak bekletilen ürünlerin; dondurma işlemi sırasında önceden yıkanması ve kurutulmasının, besin değerinin korunması açısından önemli olduğunu belirten Uzm. Dyt. Fidan, “Dondurulmuş meyveler, kış aylarında smoothieler, tatlılar veya yoğurtla birlikte sağlıklı atıştırmalıklar olarak tüketilebilir” ifadelerini kullandı. Kış İçin İki Sağlıklı Tarif Zencefilli Balkabağı Çorbası Malzemeler: 500 g balkabağı 1 adet havuç 1 adet patates 1 adet soğan 2 diş sarımsak 1 yemek kaşığı zeytinyağı 1 yemek kaşığı rendelenmiş taze zencefil 1 tatlı kaşığı zerdeçal 4 su bardağı su Tuz ve karabiber Hazırlanışı: 1. Balkabağı, havuç ve patatesi soyup doğrayın. 2. Zeytinyağını bir tencerede ısıtın, doğranmış soğan ve sarımsakları ekleyip kavurun. 3. Ardından doğranmış sebzeleri, zencefili ve zerdeçalı ekleyin, birkaç dakika kavurun. 4. Suyu ekleyip sebzeler yumuşayana kadar pişirin. 5. Çorbayı blenderdan geçirerek pürüzsüz hale getirin. 6. Tuz ve karabiber ile tatlandırıp sıcak servis yapın. Nar ve Cevizli Kış Salatası Malzemeler: 1 adet nar 100 g ceviz içi 1 adet roka demeti 1 adet kırmızı soğan 100 g beyaz peynir 1 yemek kaşığı nar ekşisi 3 yemek kaşığı zeytinyağı Tuz ve karabiber Hazırlanışı: 1. Roka yapraklarını yıkayıp kurulayın, servis tabağına yerleştirin. 2. Narı ayıklayıp tanelerini rokaların üzerine serpin. 3. Ceviz içini iri parçalara ayırarak salataya ekleyin. 4. Kırmızı soğanı ince halkalar şeklinde doğrayıp üzerine ekleyin. 5. Beyaz peyniri küçük küpler halinde doğrayıp salatanın üzerine serpiştirin. 6. Zeytinyağı, nar ekşisi, tuz ve karabiberi karıştırarak sos hazırlayın ve salatanın üzerine gezdirin. 7. Salatayı servis yapmadan önce iyice karıştırın.
Prof. Dr. Ayazoğlu Antimikrobiyal dirence karşı uyardı
17 Kasım 2024 Pazar - 09:33 Prof. Dr. Ayazoğlu Antimikrobiyal dirence karşı uyardı Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi Yoğun Bakım Bilim Dalı Başkanı Profesör Dr.Tülin Akarsu Ayazoğlu Antimikrobiyal dirence karşı vatandaşları uyardı. Prof Dr. Ayazoğlu Antimikrobiyal dirence karşı alınacak tedbir ve önlemleri yaptığı açıklamada sıraladı. Prof. Dr. Ayazoğlu, Antimikrobiyal direncin dünya genelinde giderek büyüyen bir sağlık tehdidi olarak karşımıza çıktığını belirtetek, "Mikropların tedavi amacıyla kullanılan ilaçlara karşı direnç geliştirmesi, enfeksiyonların tedavisini zorlaştırır ve bu durum sadece bireyler için değil, tüm insanlık için ciddi sonuçlar doğurur. 2019 yılında Antimikrobiyal Direnç nedeniyle yaklaşık 5 milyon insan hayatını kaybetmişken, bu sayının 2025-2050 yılları arasında 96 milyon kişiye ulaşması bekleniyor. AMD’nin en büyük tehdit ettiği alanlardan biri ise, hayati tehlike taşıyan hastaların tedavi gördüğü yoğun bakım üniteleridir" dedi. Yoğun bakımda antimikrobiyal direncin artan tehdidi Prof. Dr. Ayazoğlu açıklamanın devamında, "Yoğun bakım üniteleri, ağır hastalıkları nedeniyle yaşam mücadelesi veren hastaların tedavi edildiği kritik alanlardır. Bu ünitelerdeki hastalar, bağışıklık sistemlerinin zayıf olması, uzun süreli hastanede kalış, invaziv tıbbi cihazların kullanımı ve sıkça antibiyotik reçetesi yazılması gibi bir dizi faktörle enfeksiyonlara karşı daha savunmasızdır. Bu durum, antimikrobiyal direnç gelişimini hızlandırarak tedavi sürecini daha da karmaşık hale getirir. İnvaziv cihazlar, özellikle ventilatörler (solunum cihazları), kateterler ve damar içi hatlar gibi tıbbi araçlar, mikropların vücuda girişine zemin hazırlar. Örneğin, ventilatörle ilişkili pnömoni (VAP), yoğun bakımda sıkça görülen ve dirençli mikropların hızla yayılmasına yol açan bir enfeksiyondur. Yoğun bakım hastalarında yaygın olarak kullanılan geniş spektrumlu antibiyotikler, vücuttaki faydalı mikropları da öldürerek dirençli mikropların çoğalmasına fırsat tanır" dedi. Antimikrobiyal direncin yoğun bakımda yol açtığı sorunları sıralayan Prof. Dr. Ayazoğlu, Yoğun bakım ünitelerinde AMD, ciddi sorunlara yol açmaktadır. Bu sorunlar, sadece hasta sağlığını değil, aynı zamanda sağlık sistemlerini de olumsuz etkileri sıraladı. Prof. Dr. Ayazoğlu, "1. Tedavi Edilemeyen Enfeksiyonlar: AMD’li mikroplar tarafından oluşturulan enfeksiyonlar, geleneksel antibiyotiklerle tedavi edilemez. Bu da tedavi sürecini zorlaştırır, hastaların iyileşmesini geciktirir ve bazen ölümcül sonuçlar doğurur. Yoğun bakım hastalarındaki dirençli enfeksiyonlar, tedaviye yanıt vermediği için ölüm oranlarını artırabilir. 2. Hastanede Kalış Süresinin Uzaması: Dirençli enfeksiyonlar, hastaların hastanede kalış sürelerini uzatır. Bu, hem hastalar için daha fazla acıya yol açar hem de sağlık sistemi için ek maliyetler getirir. Uzun süreli hastanede kalış, mikropların yayılma riskini artırır. 3. Hasta Ölüm Oranlarının Artması: Yoğun bakımda AMD’in en korkutucu yanlarından biri, dirençli enfeksiyonların hastaların ölüm oranlarını artırmasıdır. Bağışıklık sistemi zayıflamış hastalarda, basit bir enfeksiyon bile ölümcül olabilir. Antimikrobiyal direncin yaygınlaşması, daha önce tedavi edilebilen hastalıkların, ölümcül hale gelmesine neden olabilir. 4. Dirençli "Süperböceklerin" Yayılması: Yoğun bakım ünitelerinde dirençli mikropların yayılması, "süperböcekler" olarak bilinen çoklu ilaçlara dirençli mikropların ortaya çıkmasına yol açabilir. Bu mikroplar, birden fazla antibiyotikten etkilenmedikleri için tedavi edilmesi son derece zor hale gelir ve bu da sağlık sistemleri için büyük bir tehdit oluşturur. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), antimikrobiyal direncin sağlık sistemlerini tehdit eden en büyük tehlikelerden biri olduğunu vurgulamaktadır. Bu, bazı enfeksiyonların tedavi edilemez hale gelmesine yol açabilir ve yaygın antibiyotiklerin etkisiz hale gelmesiyle, basit enfeksiyonlar bile ölümcül olabilir" şeklinde sıraladı. Antimikrobiyal direncin nedenleri Antimikrobiyal direnç, birçok faktörle hızlanabileceğini açıklayan Prof. Dr. Ayazoğlu, "Bunlar arasında: 1. Antibiyotiklerin Gereksiz Kullanımı: Soğuk algınlığı ve grip gibi virüs kaynaklı hastalıkların tedavisinde antibiyotiklerin gereksiz yere kullanılması, direnç gelişimini hızlandırır. Antibiyotikler sadece bakteriyel enfeksiyonları tedavi eder; virüsler üzerinde etkili değildir. 2. Antibiyotiklerin Aşırı Kullanımı: Antibiyotiklerin yanlış dozda veya sürede kullanılması, mikropların bu ilaçlara karşı direnç geliştirmesini sağlar. Ayrıca, veterinerlik alanında hayvanlara verilen antibiyotikler de direnç gelişimine yol açabilir. 3. Seyahat ve Küresel Ticaret: Küresel seyahat ve ticaret, dirençli mikropların hızla farklı bölgelere yayılmasına imkan tanır. Bir ülkede gelişen dirençli enfeksiyonlar, hızla başka bir ülkeye taşınabilir" olacağını belirtti. Antimikrobiyal Direnç nasıl önlenir? Antimikrobiyal direnç, hem bireylerin hem de sağlık hizmeti sağlayıcılarının alacağı bazı basit ama etkili önlemlerle azaltılabileceğini açıklayan Prof. Dr. Ayazoğlu, önlemleri şu şekilde sıraladı: 1. Antibiyotik Kullanımını Sınırlamak: Antibiyotikler yalnızca gerekli durumlarda ve doğru dozda kullanılmalıdır. Antibiyotiklerin yalnızca bakteriyel enfeksiyonlarda kullanılması gerekir; soğuk algınlığı ve grip gibi virüs enfeksiyonları antibiyotiklerle tedavi edilmez. 2. Hijyen ve Dezenfeksiyon: El yıkama, yüzeylerin düzenli olarak dezenfekte edilmesi, sağlık hizmetlerinde mikropların yayılmasını engellemeye yardımcı olur. Sağlık çalışanları ve hastalar arasındaki hijyen önlemleri, mikropların yayılmasını durdurmada kritik rol oynar. 3. Seyahat Sonrası Bilgi Verme: Yakın zamanda başka bir ülkeye seyahat ettiyseniz veya o ülkede sağlık hizmeti aldıysanız, sağlık uzmanınıza bunu bildirmek önemlidir. Farklı bölgelerdeki antimikrobiyal direnç profilleri farklı olabilir ve bu bilgi, doğru tedavi planının oluşturulmasına yardımcı olur. 4. Erken Teşhis ve Doğru Tedavi: Dirençli enfeksiyonlar erken tespit edildiğinde, tedavi süreci daha etkili olabilir. Hastalar, hastanelere başvurduklarında sağlık profesyonelleri, hastalıklarının dirençli olup olmadığını belirlemek için gereken testleri yapmalıdır. 5. Aşılar ve Sağlıklı Alışkanlıklar: Aşılar, mikropların yayılmasını ve enfeksiyonların ortaya çıkmasını engelleyebilir. Ayrıca sağlıklı yaşam tarzı alışkanlıkları, bağışıklık sistemini güçlendirir ve enfeksiyonlardan korunmada yardımcı olur. 6. Karantina ve İzolasyon: Dirençli mikropların salgın yapması durumunda, enfekte hastaların karantinaya alınması ve sağlık kuruluşlarında ziyaretçilerin taranması, mikropların yayılmasını engellemek için önemlidir" dedi. Geleceğimizi korumak sizin de elinizde Antimikrobiyal direnç, giderek daha yaygın hale gelen ve insan sağlığı için büyük bir tehdit oluşturan bir sorundur. Gereksiz başta Antibiotik ve antimikrobiyal kullanımının önüne geçilerek bu tehdit önlenebilir. Hem bireyler hem de sağlık profesyonelleri, bilinçli davranarak ve gerekli tedbirleri alarak dirençli mikropların yayılmasını engelleyebilir. Sağlık hizmeti sağlayıcılarının dikkatli ve sorumlu bir şekilde ilaç kullanımı konusunda yönlendirmeleri, toplumda dirençli mikropların yayılmasını önlemede en önemli adımdır. Unutmayalım ki, Antimikrobiyal direnç, sessiz bir katil gibi ilerliyor. Ancak bilinçli bir toplum ve doğru adımlar sayesinde bu tehditten korunabiliriz" açıklamasını yaptı.
Akciğer kanseriyle mücadelede birincil koruma tütün ve tütün ürünlerini bırakmak!
17 Kasım 2024 Pazar - 08:23 Akciğer kanseriyle mücadelede birincil koruma tütün ve tütün ürünlerini bırakmak! Aile Hekimliği Uzmanı Uzm. Dr. Elif Pala Gün akciğer kanserinin kanser türleri arasında görülme sıklığının ve hastaların ölüm sayısının fazla olması nedeniyle ciddi sağlık problemlerinden biri olduğunu söyledi. Uzm. Dr. Elif Pala Gün, 1- 30 Kasım Akciğer Kanseri Farkındalık Ayı nedeniyle açıklamalarda bulundu. Kanserler arasında akciğer kanserinin dünyada erkeklerde 1. sırada kadınlarda ise 3.sırada yer aldığını belirten Gün, görülme sıklığının Türkiye’de yine erkeklerde 1. sırada kadınlarda ise 5. sırada olduğunu ifade etti. Görülme sıklığının fazla olması, tanı ve tedavisinin yüksek maliyet gerektiren işlemler olması ve süreçte ek sağlık hizmetlerine duyulan ihtiyacın fazla olması sebebiyle akciğer kanserinin hem dünyada hem Türkiye’de önemli bir sağlık yükü olduğunu kaydeden Gün, akciğer kanseriyle mücadelede birincil korumanın tütün ve tütün ürünleriyle mücadele etmek olduğunun altını çizdi. Akciğer kanserinin risk faktörleri! Akciğer kanserinin birçok risk faktörü olduğunu dile getiren Gün, “Faktörler arasında yüzde 90 oranla tütün ve tütün ürünleri karşımıza çıkıyor. Yani akciğer kanseriyle mücadelede birincil korumada temel hedefimiz tütün ve tütün ürünleriyle mücadele etmek.” dedi. Sigara bırakma poliklinikleri olarak vatandaşlara tütün tüketimini bırakma noktasında yardımcı olduklarını belirten Gün, süreci şöyle anlattı; “Bizler bize başvuran danışanlarımızın analizlerini alıyoruz, gerekli muayene ve tetkiklerini istiyoruz. Sonrasında hastalıklarında kullandıkları ilaçlar ve bağımlılık düzeylerine göre de bir tedavi planı uyguluyoruz. Tedavi sürecimizde gerek yüz yüze gerek telefonla görüşmeleriniz oluyor ve bu şekilde ilerliyoruz.” “Sigarayı bırakmakta hiçbir ilacı, hiçbir konuşmayı, hiçbir tedavi yöntemini yeterli görmüyoruz!” Sigarayı bıraktırma noktasında önceliğin kişinin kendisinin bırakmayı istemesi olduğunu aktaran Gün, “Sigarayı bırakmakta hiçbir ilacı, hiçbir konuşmayı, hiçbir tedavi yöntemini yeterli görmüyoruz. İlaç başladığımız hastalara da bunu belirtiyorum her zaman. Önemli olan kişinin kendisinin istemesi. Çünkü hastanın kendisi istemediği sürece hiçbir şey buna engel değil.” şeklinde konuştu. “ Erzincan’da 2024 yılı içerisinde 194 kişi sigarayı bırakmak için başvurdu!” Erzincan’da 2024 yılı içerisinde sigara bırakmak için 194 kişiden başvuru aldıklarını açıklayan Gün, “Bunların yaklaşık yüzde 60’nda başarıya ulaştık. Başarıya ulaşamadığınız kitlemizin bir kısmında ilaç kullanımına uyum sağlamayan hastalarımız oldu, yaş sebebiyle. Bir kısmı takip etmekte zorlandığımız, geri dönüş alamadığımız, telefonla veya yüz yüze görüşmeyi kabul etmeyen hastalarımız oldu. Bunların dışında yüzde 60 bir başarı oranımız var.” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en az 3 çocuk çağrısına hekimlerden destek geldi
16 Kasım 2024 Cumartesi - 17:16 Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en az 3 çocuk çağrısına hekimlerden destek geldi Üreme Sağlığı ve İnfertilite Derneği-TSRM, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en az 3 çocuk çağrısına destek verdi. Antalya’da yapılan 12. Üreme Sağlığı ve İnfertilite Kongresi’nde konuşan Üreme Sağlığı ve İnfertilite Derneği-TSRM Başkanı Prof. Dr. Barış Ata, “Cumhurbaşkanımızın dediği gibi; toplumların mevcut nüfus yapılarının genç yaşlı dengesini koruyabilmeleri için, ortalama 2.2 çocuk gerekiyor. Doğurganlık hızı, şu an iki nokta iki gerekirken bir buçukta. O yüzden, farkındalık sağlayıp genç yaştan başlayarak 3 çocuk yapılmasına toplum olarak ihtiyacımız var” dedi. Üreme Sağlığı ve İnfertilite Derneği-TSRM tarafından düzenlenen 12. Üreme Sağlığı ve İnfertilite Kongresi-TSRM 2024, 14-17 Kasım tarihleri arasında, Antalya’da gerçekleştirildi. 27 ülkeden 100’den fazla yabancı katılımcı, toplam 800’den fazla katılımcıyla gerçekleştirilen kongrede; “Bir Kadının Üreme Sağlığı Genel Sağlığıyla Bağlantılı Mıdır?, Transfer Edilecek Doğru Embriyo Nasıl Seçilir?, Tüp Bebek Başarısını Artırma Arayışında Teknoloji Ve Biyoloji, AI (Yapay Zeka) İle Embriyo Seçimi, Üreme Genetiğinde Yeni Teknolojiler, Doğurganlığın Korunmasının Psikolojik Önemi” gibi önemli konu başlıkları her yönüyle tartışılıp, güncel veriler sunuldu. Türkiye’den 168 konuşmacı ve oturum başkanının yer aldığı kongrede, 12 ülkeden 30 yabancı bilim insanının görev aldığı oturumlarda yeni gelişmeler katılımcılarla paylaşıldı. 10 Bilimsel Oturum, 76 Yuvarlak Masa Toplantısı, 3 Uydu Sempozyumu, 3 Hemşirelik Oturumu ve ASRM Kursu’nun yapıldığı bilimsel programda; 55 Sözel Bildiri, 4 Video Bildiri sunuldu. Kongrede gerçekleştirilen basın toplantısında; Üreme Sağlığı ve İnfertilite Derneği-TSRM Başkanı ve Kongre Başkanı Prof. Dr. Barış Ata, TSRM Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Gürkan Bozdağ, TSRM Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Yunus Aydın ve TSRM Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Erhan Şimşek, doğurganlık oranının azalmasına dikkat çekerek, üremenin devamlılığının sağlanması konusunda önerilerde bulundu. “3 çocuk yapılmasına toplum olarak ihtiyacımız var” Üreme Sağlığı ve İnfertilite Derneği-TSRM Başkanı ve Kongre Başkanı Prof. Dr. Barış Ata, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın doğurganlık hızının nüfus yenilenme eşik değeri olan 2,1’in altına düştüğü gerekçesiyle yaptığı 3 çocuk çağrısını desteklediklerini açıkladı. Prof. Dr. Ata, “Cumhurbaşkanımızın dediği gibi; toplumların mevcut nüfus yapılarının hem toplam sayıyı hem de o nüfusun içindeki genç yaşlı dengesini koruyabilmeleri için, ortalama 2.2 çocuk gerekiyor. Dolayısıyla 2.2 çocuk olmayacağı için, en az üç çocuk yapılır ise ancak toplumun sürekliliğini ve ekonomik stabilitesini sağlamak mümkün. Bu sorun dünyanın her yerinde var ve Türkiye’yi de etkiliyor. Doğurganlık hızı, şu an iki nokta iki gerekirken bir buçukta. O yüzden, farkındalık sağlayıp genç yaştan başlayarak 3 çocuk yapılmasına toplum olarak ihtiyacımız var. 3 çocuk yapılmadığı sürece nüfuslar küçülüyor, yaşlanıyor ve sistemlerin dönmesi imkansız hale geliyor. O sebeple bunun nedenlerini bulup bununla ilgili bir farkındalık sağlamak istiyoruz” diye konuştu. “İsteyerek çocuk yapmayan insanları, üremeye ikna etmek için tıbben yapabileceğimiz bir şey yok” Doğurganlığın şehirleşmiş, endüstrileşmiş bütün ülkelerde düştüğüne işaret eden Prof. Dr. Barış Ata, OECD’nin Glance at Society 2024 raporuna göre doğurganlıktaki düşüşün en önemli nedeninin, ekonomik güçlükler ve gelecekle ilgili belirsizlik duygular olduğunu ifade etti. Prof. Dr. Ata, şöyle devam etti: “Çocuk yapmamayı tercih eden çiftlerin en önünde gelen gerekçesi, ekonomik güçlükler ve gelecekle ilgili belirsizlik duyguları. Önemli bir kısım istemediği için bu endişelerden yapmıyor. Bizim yapabileceğimiz bir şey yok ama şartlar, hayat iyileştikçe ki hayat her zaman üç aşağı beş yukarı benzerdir aslında. Ama yapmak isteyip de yapamayan, yine Dünya Sağlık Örgütü’nün geçen yılki araştırmasına göre; 6 çiftten birisi bir noktada bu sorunu yaşıyor, bu yüzde 17-18’lik kısma destek vermek lazım. Nüfus artışını geri sağlayabilmek için, değişik ülkelerin denediği değişik çözümler var. Mesela, Güney Kore çocuk yapan çiftlere 75 bin dolarlık destek veriyor. Çıkarıp parayı vermiyor ama belli indirimleri, tedaviyi karşılıyor. Buna rağmen doğurganlık yükselmiyor. Finlandiya, bir buçuk yıla kadar babalık izni veriyor. Buna rağmen yükselmiyor. Dolayısıyla anlattığım endişelerden dolayı isteyerek çocuk yapmayan insanları üremeye ikna etmek için tıbben yapabileceğimiz bir şey yok.” “6 insandan birisi istediği halde çocuk yapamıyor” Prof. Dr. Barış Ata, hedeflerinin çocuk yapmak isteyip yapamayan toplumun yüzde 18’lik kısmına yardımcı olmak olduğunu açıkladı. Ata, “Bu grupla ilgili, Dünya Sağlık Örgütü’nün bu yıl yayınladığı bir çalışma var. 6 insandan birisi istediği halde çocuk yapamıyor, kısırlık problemi yaşıyor. Altıda bir demek yüzde 17’ye yüzde 18’e dayanıyor, bu da 6’da 1 demek. Bu insanlara yardımcı olunabilir ise üreme hızı öyle artırılabilir. O yüzden bizim kendimize bu yıl ki görev edindiğimiz şey, üreme sağlığıyla, üreme potansiyeliyle ilgili toplumun bilgilendirilmesi. Demografik yapının korunabilmesi konusunda, arzu edenlerin, çocuk sahibi olmak isteyenlerin, üç çocuk yapması için teşvik edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Biz de üç çocuk diyoruz, bu objektif bir gerçek” şeklinde konuştu. “Tüp bebek konusunda sınırlama kaldırılsın” TSRM Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Yunus Aydın, en az 3 çocuk hedefinin gerçekleştirilmesi hususunda tüp bebek yapmak isteyen çiftlere sınırlamaların kaldırılması gerektiğini belirterek, şu ifadelere yer verdi: “Şu an, 40 yaşının altında en az 3 yıllık evli ve daha öncesinde gebe kalamamış çiftlere devlet tüp bebek desteği vermekte. Bu kısıtlama, daha hızlı gebeliğe ulaşması gereken çiftlerin gecikmesine neden olmaktadır. O yüzden bizim önerimiz, bu tarz kısıtlamaların kaldırılmasıdır. Gerek tüp bebekte gerek normal doğumda 1. çocuktan sonra devlet destek kapsamından çıkartmaktadır. Yani 2. ya da 3. çocuk devlet desteği kapsamında yapılamamaktadır. Sonuçta, şu anki bizim de önerimiz en az 2 ya da 3 çocuk sahibi olabilmek olduğu için, 1. çocuktan sonra da 2. hatta 3. çocukta da devlet desteğinin tüp bebek tedavisi için devam etmesi ya da bu desteğin belli oranlarda azaltılarak gidilmesi olabilir. Bir üçüncü konuysa, özellikle çocuk sahibi olamayan çiftler, ileri yaş gruplar, 35 yaşının üzerindeki çiftler ve bu gruplarda gerek doğal yoldan, gerek tüp bebekle çocuk sahibi olabilme oranı daha düşük. Bu gruplara devlet en fazla üç hak tanımakta, özellikle ihtiyacı olan ileri yaş çiftlerde bu tarz bir sınırlamanın kaldırılması, gerekirse altıya kadar çıkarılması, gerekirse de en azından bir çocuk sahibi olabilene kadar desteğin devam ettirilmesini önermekteyiz.” "Yumurta dondurma maliyeti, tüp bebek maliyeti kadar” TSRM Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Erhan Şimşek ise birçok kadının gerek sosyal, gerek eğitim, gerek kariyer hedefleri nedeniyle evliliği ve gebeliği ertelediğine dikkat çekerek, yumurta dondurma seçeneğine daha fazla teşvik verilmesi gerektiğini kaydetti. Doç. Dr. Şimşek, şöyle konuştu: “Son 20 yılda da Türkiye’de ilk çocuk sahibi olma yaşı 27’lere, 28’lere dayanmış durumda ve büyükşehirlerde bu 29 ve üstüne çıkmış durumda. Dolayısıyla evlilikler ve çocuk sahibi olmak giderek öteleniyor. İleride çocuk sahibi olmak isteyen kadınlarımıza çocuklarını planlamak, yumurtaları kalmadığında onlara bir gebelik şansı verebilmek için son 10 yıldır Sağlık Bakanlığı tarafından yumurta dondurma seçeneği konusunda teşvik sağlanıyor. Ama çeşitli kısıtlamalara bağlı. Birinci problem, azalmış yumurtası olan hastaların dondurması. Çünkü, devlet politikaları bir hastanın yumurtayı serbestçe dondurmasını, azalmış yumurtası varsa önceliklendirmeye programlanmış. Halbuki biz biliyoruz ki bir kadının 38-40 yaşında yumurtaları azaldığı için, yumurta dondurmaya geldiği zaman başarısı düşük oluyor, az sayıda yumurta donduruyorsunuz ve geri döndüğünde gebe kalma oranı düşük oluyor. Bu nedenle, sağlanan bu hakkın genişletilmesi, bu kadınlar için daha ileride çocuk sahibi olma ve ailelerini tamamlama anlamında çok büyük bir avantaj sağlayacaktır. Bir diğer nokta da, yumurta dondurmanın maliyeti tüp bebek maliyetleri gibi ciddi maliyetli bir iştir ve maalesef her kadının evrensel buna erişimi, bu tedavilerin çok büyük kısmının hasta tarafından karşılanmasını gerektirmektedir. Ve hastanın karşılaması da, ciddi bir maddi imkan ve yük getirmektedir. Bunu belki global olarak belli şartlar daiminde çoğu kadının faydalanabileceği şekle getirmek, o kadınların ileriki yıllarda doğurma isteğini, ailelerini tamamlama çabalarını gerçekleştirmelerinin önünü açacaktır.”
"Prematürenin önlemini gebeyken alın"
16 Kasım 2024 Cumartesi - 13:58 "Prematürenin önlemini gebeyken alın" Kayseri Şehir Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım Pediatri Klinik Sorumlu Hekimi Doç. Dr. Ahmet Özdemir, prematürenin önleminin gebeyken alınması gerektiğini söyleyerek, “Dünya genelindeki en büyük sorunlardan biri prematüre bebek” dedi. Yenidoğan Yoğun Bakım Pediatri Klinik Sorumlu Hekimi Doç. Dr. Ahmet Özdemir, Dünya’da ve Türkiye’de en büyük sorunlardan birinin prematüre bebek doğumlarının olduğunu aktardı. Prematüre bebek doğumlarının engellenmesi için hamilelik sürecinde alınan önlemlerin çok önemli olduğunu belirten Özdemir, “Yeni doğan bebekler genellikle 38-40 haftada doğarlarken, 37 haftanın altında doğan bebeklerimize prematüre bebek diyoruz. Ülkemizde ve dünyada en büyük sorunlardan bir tanesi prematüre doğumalardır. Prematüre doğumlar dünya üzerinde yüzde 4 ila 6 arasında değişirken, ülkemizde bu oran ortalama yüzde 10 civarında olmakta. 2022 verilerine baktığınızda ülkemizde 30 bin bebek prematüre olarak dünyaya geldi. Bu bebeklerin hamilelik sürecindeki bazı önlemlerle beraber prematüreliklerinin önlenmesi çok büyük önem arz ediyor. Prematüre bebeklerin önlenmesi için düzenli takiplerin yapılması, yaşam kalitesinin düzenli bir şekilde günlük egzersizlerle beraber beslenme alışkanlıklarının düzenlenmesiyle aslında prematüre bebeklerin doğumları önlenebilir. Böylelikle sağlık anlamında hem bizim işimiz biraz kolay olur hem de ailelerin işi daha kolay olabilmektedir. Kayseri Şehir Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım olarak biz 55 kuvözle Kayseri’mize, bölgemiz ve hatta tüm ülkemizin dört bir yanına hizmet vermekteyiz. Bu ünitemizde 4’üncü seviyeden başlayarak, seviyelendirmeler var ve hastaların klinik ağırlık durumuna göre tedavi sunmaya devam ediyoruz. Bunların arasında en büyük paydaş prematüre bebekle geliyor. Prematüre bebeklerin haricinde zor doğan bebekler ya da doğuştan anormal bebekler gibi çeşitli hastalıklarla mücadele etmekteyiz. Bunların tedavisinde de imkanlarımız son derece yeterli ve yenidoğanın çeşitli nadir hastalıklarına tanı koyarak, tedavilerini yapıyoruz. Bu şekilde ailelerimize yardımcı olmaya çalışıyoruz” ifadelerini kullandı. “Ailelerin yaşamlarını düzenli hale getirmeleri gerekiyor” Ailelerin çocuk sahibi olmak istedikleri zaman öncelikle kendi yaşamlarını düzenli bir hale getirmelerinin çok önemli olduğun ifade eden Özdemir, “Sonrasında kadın doğum hekimleriyle beraber düzenli takiplerin yapılması çok önemli. Çünkü düzenli takiplerle beraber bu bebeklerin önceden tanı konup, erken tedavi edilmesi çok önemli. Bebeğimiz hasta olarak dünyaya gelirse de çocuk hekimlerini, yenidoğan hekimlerine güvenerek, burada yeterli tedavi yapılabildiğini gönül rahatlığıyla söyleyebilirim” dedi. “Prematüre bebekler bizden daha güçlü” Prematüre bebek olarak hamileliğin 25’inci haftasında dünyaya gelen Zeynep Asel’in annesi Yasemin Tatar ise, “25 haftalık bir doğum yaptım. İkiz bebeklerim vardı. Birisini kaybettik. Zeynep Asel çok şükür hayata tutundu. Onunla birlikte zor bir süreç atlattık ama güzel sonuçlandı. Şu anda ciddi bir sağlık sorunumuz yok. Ufak tefek sıkıntılarımız devam ediyor ancak bunu da çok güzel bir şekilde aşacağımızı düşünüyoruz. Hamilelik döneminde çok dikkat edilmesi gereken şeyler var. Öncelikle onlara çok dikkat etsinler. Çünkü prematüre bebek sahibi olmaya bunlar da neden olabiliyor. Çok güçlü olsunlar. Bebekleri her şeyi hissediyor. Onlar kuvözlerin içerisindeler bizleri bekliyorlar. Ben diğer bebeğim vefat ettiğinde dahi içeri girdiğimde ağlamadım. Zeynep Asel bunu hissedeceği için ağlamadım. Onlar her şeyi hissediyorlar ve bizden çok daha güçlüler” şeklinde konuştu.
İl Sağlık Müdürü Dr. Derdiyok: “Diyabetin 2021’de 6,7 milyon kişinin ölümüne neden olduğu tahmin edilmektedir"
16 Kasım 2024 Cumartesi - 13:54 İl Sağlık Müdürü Dr. Derdiyok: “Diyabetin 2021’de 6,7 milyon kişinin ölümüne neden olduğu tahmin edilmektedir" Kastamonu İl Sağlık Müdürü Uzm. Dr. Çağdaş Derdiyok, diyabet hastalığının 2021 yılında 6,7 milyon kişinin ölümüne sebep olduğunun tahmin edildiğini belirterek, "Diyabetli olan yaklaşık 2 yetişkinden birine yani yüzde 44’üne tanı konulamamaktadır" dedi. Kastamonu İl Sağlık Müdürü Uzm. Dr. Çağdaş Derdiyok, “Dünya Diyabet Günü” sebebiyle mesaj yayınladı. Diyabet ile ilgili önemli bilgiler veren İl Sağlık Müdürü Derdiyok, dünyadaki diyabet hastası sayısının 2045’te 783 milyona çıkmasının beklendiğini söyledi. "Diyabetli olan yaklaşık 2 yetişkinden birine yani yüzde 44’üne tanı konulamamaktadır" ifadelerine yer veren Derdiyok,"Bu rakam 240 milyondur. Bunların çoğu tip-2 diyabettir. Diyabetli her 4 kişiden 3’ünden fazlası düşük ve orta gelirli ülkelerde yaşamaktadır. 541 milyon yetişkinin tip 2 diyabete yakalanma riski yüksektir. 1,2 milyondan fazla çocuk ve ergen (0-19 yaş) tip 1 diyabetlidir. Diyabetin 2021’de 6,7 milyon kişinin ölümüne neden olduğu tahmin edilmektedir” dedi. Dünya Diyabet Günü’nün, 1991 yılında Uluslararası Diyabet Federasyonu ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından oluşturulduğunu belirten Dr. Derdiyok, “Dünya Diyabet Günü’nün 2024-2026’nın teması ‘Diyabet ve Esenlik’tir. Diyabet bakımına uygun erişim ve destek ile diyabetli herkes iyi yaşama şansına sahiptir. Diyabetli kişilerin yüzde 90’ından fazlasında sosyoekonomik, demografik, çevresel ve genetik faktörlerden kaynaklanan tip 2 diyabet vardır. Tip 2 diyabetin artışına katkıda bulunan başlıca faktörler, kentleşme, yaşlanan bir nüfus, azalan fiziksel aktivite seviyeleri, yanlış beslenme alışkanlıkları ve aşırı kilo ve obezite yaygınlığının artmasıdır. Ancak, tip-2 diyabet için önleyici tedbirler alarak ve tüm diyabet tipleri için erken teşhis ve uygun bakım sağlayarak diyabetin etkisini azaltmak mümkündür . Bu önlemler, bu durumla yaşayan kişilerin komplikasyonlardan kaçınmasına veya bunları geciktirmesine yardımcı olabilir. Diyabet ve kalp damar hastalıkları dünya çapında önde gelen ölüm nedenleri arasındadır ve bireyler, sağlık sistemleri ve toplumlar üzerinde büyük bir yük oluşturmaktadır. Avrupa’da 60 milyondan fazla kişi diyabetle yaşamakta olup bunların 32 milyonu Avrupa Birliği’nde bulunmaktadır. Avrupa Birliği’nde 60 milyondan fazla kişi de kalp damar hastalıkları ile yaşamaktadır. Diyabet, kalp damar hastalıkları ve diğer bulaşıcı olmayan hastalıklar önlenmesini iyileştirmek, değiştirilebilir davranışsal risk faktörlerinin yanı sıra hava kirliliği, diğer çevresel stres faktörleri ve inşa edilmiş çevre gibi dış faktörleri ele almak için çapraz ve tüm politikalarda sağlık yaklaşımı gerektirir. Bunların hepsi bulaşıcı olmayan hastalıklarda da ortak risk faktörleridir” diye konuştu. Sağlık Bakanlığı bünyesinde, önceki yıllarda da diyabetle programlı bir şekilde mücadele yaklaşımıyla çalışmalar yürütüldüğünü ifade eden İl Sağlık Müdürü Derdiyok, “DSÖ Avrupa Bölge Ofisi ve Uluslararası Diyabet Federasyonu’nun girişimi ile hazırlanan ve 1989 yılında ilan edilen ‘St.Vincent Bildirisi’ ülkemiz adına 1992 yılında imzalanmıştır. 1994 yılında Sağlık Bakanlığı önderliğinde ‘Ulusal Diyabet Programı’ adı ile geliştirilen program uygulamaya konulmuş ve halen Türkiye Diyabet Programı olarak yürütülmektedir. Programda diyabetle etkin mücadele edilebilmesi için ulaşılması gereken 5 amaç belirlenmiştir. Bu amaçlar etkin diyabet yönetimi için politika geliştirmek ve uygulamak, diyabetin önlenmesini ve erken tanı konmasını sağlamak, diyabet ve komplikasyonlarının etkin tedavisini sağlamak, çocukluk çağında diyabet bakım ve tedavisini geliştirmek, Tip 2 diyabet ve obeziteyi önlemek ve diyabet ve diyabet programını etkin izlemek ve değerlendirmektir. Her bir amacın hedefine ulaşması için stratejiler ve somut eylemler önerilmiştir” şeklinde konuştu. Derdiyok, “Türkiye Diyabet Programı, diyabetin en önemli risk faktörü olan obezitenin önlenmesi amacıyla yürütülen ‘Sağlıklı Beslenme ve Hareketli Hayat Programı’ ile de desteklenmektedir. Programlarımız Bakanlığımız ve ilgili paydaşlar ile birlikte kararlılıkla yürütülmektedir” ifadelerini kullandı.
Türk Kızılay’dan kan bağışı ve HIV iddialarına ilişkin açıklama
16 Kasım 2024 Cumartesi - 13:50 Türk Kızılay’dan kan bağışı ve HIV iddialarına ilişkin açıklama Türk Kızılay, İzmir’de bir çocuğun HIV hastalığı nedeniyle hayatını kaybetmesi ile ilgili, "Babaya ilk kez HIV teşhisini koyan ve tüm devlet birimlerini uyaran kurum Kızılay’dır" açıklamasını yaptı. Türk Kızılay’dan yapılan açıklamada, "İzmir’de bir çocuğumuzun AIDS (HIV) hastalığı nedeniyle hayatını kaybetmesi hepimizi derinden üzmüştür. Vefat eden çocuğumuza HIV virüsünün nasıl bulaştığına ilişkin Sağlık Bakanlığı’nın incelemeleri sürerken, virüsün Kızılay tarafından verilen bir kandan bulaştığına yönelik asılsız iddiaların hiçbir şekilde gerçeği yansıtmaması üzerine aşağıdaki açıklama zorunlu olmuştur" denildi. "İddiaya konu olan, İzmir’de kemik erimesi şüphesiyle tedavi altına alınan ancak AIDS olduğu ortaya çıkan 13 yaşındaki A.E.K.’nin babası K.K., 2024 yılı ocak ayında Muğla’nın Milas ilçesi Atapark Kan Bağış Merkezi’ne başvurarak ilk kez kan bağışçısı olmak istemiştir" denilerek şu bilgilere yer verildi: "K.K.’den alınan kan örneği, güvenli kan teminine yönelik NAT (Nükleik Asit Amplifikasyon Testi) testi dahil tüm tetkiklerden geçirildikten sonra HIV pozitif olduğu anlaşılmış ve derhal ilgili sağlık ve kolluk birimlerine bilgi verilip kan imha edilmiş ve baba K.K. Kızılay’ın ret listesine alınmıştır. Babaya ilk kez HIV teşhisini koyan ve tüm devlet birimlerini uyaran kurum Kızılay’dır. 2020 yılından bu yana, Bölge Kan Merkezlerimizden HIV riski taşıyan herhangi bir kan bileşenine dair hastanelere veya sağlık otoritelerine bir bildirim yapılmamış, aynı şekilde hastanelerden de Kurumumuza bu yönde bir bildirim ulaşmamıştır." Türk Kızılay’ın, kan bağışı sürecinde halk sağlığını koruma sorumluluğu doğrultusunda tüm süreçlerini titizlikle yürütmekte ve bağışlanan her kan bileşenine uluslararası standartlara uygun modern testler uygulamakta olduğuna dikkat çekilerek şunlar kaydedildi: "Türk Kızılay tarafından temin edilen tüm kan bileşenleri, Hepatit B, Hepatit C, HIV ve Sifiliz enfeksiyonlarına yönelik ileri tarama ve doğrulama testlerinden geçirilmektedir. Testlerde enfeksiyon riski saptanması durumunda, bağışçıdan kan bağışı kabul edilmemekte ve bu kanlar kesinlikle hastanelere gönderilmemektedir. Kızılay kendisine verilen düzenli ve güvenli kan temini görevini eksiksiz bir şekilde yerine getirirken, yılda aldığı yaklaşık 3 milyon ünite kanla yaklaşık 9 milyon hasta ve yaralının kan ihtiyacını karşılamaktadır. Sorumsuz ve muğlak açıklamaların Kızılay’ın yürüttüğü bu milli göreve ve kan bağışı bekleyen hasta ve yaralılara vereceği zarar her türlü açıklamanın dışındadır. İlgili tüm kurum, kuruluş ve kişileri duyarlı olmaya çağırır, konuyu her yönüyle takip ettiğimizi bildiririz."
Profesör Özkaya: "Yoğun bakımlar amacından fazla hizmet veriyor"
16 Kasım 2024 Cumartesi - 12:31 Profesör Özkaya: "Yoğun bakımlar amacından fazla hizmet veriyor" Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Şevket Özkaya, yoğun bakımların amacından fazla hizmet verdiğini belirterek, "Maalesef yoğun bakım üniteleri, organ yetmezliği ve hayati tehlikesi olan hastaların yerine, bakılmayan ve bakım desteği ihtiyacı olup bu desteği verecek yakınları olmayan veya bakılmak istenmeyen yaşlılarımız ve insanlarımız ile dolu. Yoğun bakım yatakları kritik hastalar yerine, bakım hastalarına hizmet vermeye başladı" dedi. Son günlerde yoğun bakımların amacından fazla hizmet vermesinin tartışma konusu olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Şevket Özkaya, açıklamalarda bulundu. Yoğun bakımların ileri teknolojiye sahip ekipmanlarla donatılmış, 24 saat yaşamsal göstergelerin gözleminin ve tedavisinin yapıldığı birim olduğunu söyleyen Dr. Şevket Özkaya, "Yoğun bakım ünitesini, hayatı tehlikesi olup, yoğun takip ve uygun tedavi ile hayati tehlikesi olan hastalarımızı tekrar sağlıklarına ve sevdiklerine kavuşturmak için özel dizayn edilmiş hastane içindeki hastane olarak tanımlayabiliriz. Ancak bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde maalesef yoğun bakım üniteleri, organ yetmezliği ve hayati tehlikesi olan hastaların yerine, bakılmayan ve bakım desteği ihtiyacı olup bu desteği verecek yakınları olmayan veya bakılmak istenmeyen yaşlılarımız ve insanlarımız ile dolu. Bu durum, gerçekten tıbbi tedavi ile hayati tehlikesi olan hastalarımızın yoğun bakım üniteleri yerine acil servislerde ek yataklarda hayata tutunmaya çalışıyorlar" diye konuştu. "Kritik hastalar yerine, bakım hastalarına hizmet vermeye başladı" Şevket Özkaya şunları söyledi: "Sağlık Bakanlığımız ve hükümetimiz bu açığı yıllar öncesinde görüp kişi başına yoğun bakım ünitesi yatak sayısını 100 bin kişi başına 40 ile dünya sıralamasında zirvede yer almaktadır. Avrupa ortalaması ise 11,5.Yoğun bakım yatak sayısı 2002 yılında sadece 2 bin 214 kadar iken, bugün Sağlık Bakanlığımızın ve hükümetimizin bu konuda atılım yaparak 2020 yılında 20 binlere kadar ulaştırmıştır. Ancak, ortalama yaşam sürelerinin hızla yükselmesi, yaşlı nüfusun da artması ile, ekonomik ve sosyal yönden bakım ihtiyacı olan yaşlılara gerekli bakım verilmemesinden dolayı bu yoğun bakım yatakları kritik hastalar yerine , bakım hastalarına hizmet vermeye başladı. Bakım ihtiyacı olan yaşlılar ve hastalar ile, tedavi ihtiyacı olan hastalar ayırt edilmeli ve iş gücü, teknoloji ve hastane masrafları daha etkin bicinde kullanılmalıdır. Bunun için sadece sağlık sistemimiz değil, toplumumuz, insanlarımız ve hastane dışı yeni oluşturulması gereken kurumlarımızın da elini taşın altına koymaları gerekmektedir. Bu kurumlar özellikle başta Avrupa ve gelişmiş ülkelerde orta çağdan beri var olan ’Hospis’ denilen ve sağlık sorunları olan insanlara ağrı ve acılarını azaltıcı sağlık hizmetlerinin verildiği tesislerle verilmektedir. Hospis benzeri, başta kanser hastalarımız olmak üzere, ev veya özel bakım evlerinde de bakımlarının aynen felçli, bunama teşhisli veya benzeri bakım hastaları gibi bakılacağı, iyileştirici tedavilerinin sonucunda, doktor kontrolünde bakımlarının gerçekleştiği, hasta yaşam standartlarının üst seviyede tutulduğu, ağrı ve acılarının azaltılmaya çalışıldığı, hastaların günlük bakım tedavilerinin yapıldığı hastane/kliniklerdir. Hastanın iyileştirici tedavisi tamamlanmış ve bundan sonraki süreçte, ağrılarını azaltacak, hayatını kaliteli ve konforlu şekilde geçirmesinin sağlanması amacıyla sağlık personeli tarafından bakımlarının yapılmasını gerektiren bu hastane dışı profesyonel merkezlerin açılması ile yoğun bakımlarımızın daha amacına uygun hizmet vermesi amaçlanmalıdır."
Kadınlar dikkat: "Bu hastalıkta erken teşhis yaşam kalitesini yükseltiyor"
16 Kasım 2024 Cumartesi - 12:05 Kadınlar dikkat: "Bu hastalıkta erken teşhis yaşam kalitesini yükseltiyor" Genellikle kadınları etkileyen lipödem hastalığıyla ilgili önemli bilgiler veren Çankırı İl Sağlık Müdürü Dr. Hüseyin Sarıkaya, erken teşhisin yaşam kalitesini arttıracağını söyledi. Çankırı İl Sağlık Müdürü Dr. Hüseyin Sarıkaya, genellikle kadınları etkileyen lipödem hastalığı ile ilgili bilgiler verdi. Erken teşhisin, bireyin yaşam kalitesini yükselteceğini söyleyen Dr. Sarıkaya, şekerli gıdalar ve içecekler, kızartılmış ve işlenmiş yiyecekler, rafine karbonhidratlar ve alkolden kaçınılması gerektiğini vurguladı. Lipödemde doğru beslenme, tedavi sürecinin bir parçası olarak ele alınması gerektiğini belirten Dr. Sarıkaya, Teşhis için mutlaka kalp damar cerrahisine başvurulması gerektiğini kaydetti. Lipodemin genellikle kadınları etkilediğini söyleyen Dr. Sarıkaya, “Lipödem, genellikle alt ekstremitelerde yağ dokusunun orantısız bir şekilde birikmesiyle karakterize kronik bir durumdur. Genellikle kadınları etkileyen bu durum, sıvı tutulumu, ağrı ve hareket kısıtlılığına yol açabilir. Lipödemin nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte, genetik ve hormonal faktörlerin etkili olduğu düşünülmektedir. Lipödem, genellikle alt ekstremitelerde yağ dokusunun orantısız bir şekilde birikmesiyle karakterize kronik bir durumdur. Genellikle kadınları etkileyen bu durum, sıvı tutulumu, ağrı ve hareket kısıtlılığına yol açabilir. Lipödemin nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte, genetik ve hormonal faktörlerin etkili olduğu düşünülmektedir” dedi. Erken teşhisin önemli olduğunu ve yaşam kalitesini yükselteceğini belirten Dr. Sarıkaya, “Tatlılar, şekerli içecekler, meyve suları ve gazlı içecekler, patates kızartması, işlenmiş et ürünleri, fast food ürünler, beyaz ekmek, makarna, pirinç gibi yüksek glisemik indeksli gıdalar ve alkol, vücutta sıvı tutulmasına ve iltihaplanmanın artmasına yol açabilir. Lipödemde doğru beslenme, tedavi sürecinin bir parçası olarak ele alınmalıdır. İltihap önleyici, ödem azaltıcı ve dengeli bir diyet ile lipödem semptomlarının hafifletilmesi mümkündür. Tedavi süreci beslenme ve fizik tedavi egzersizler ile eş zamanlı götürülmesi önerilir. Lipödem düşük kalorili beslenme ve çok yoğun egzersiz durumlarına karşı dirençlidir. Lipödem teşhisi için mutlaka kalp damar cerrahisine başvurulması gerekmektedir. Tedavi teşhis sonrasında başlar. Lipödemde erken teşhis önemlidir. Sağlıklı yaşam kalitesini yükseltir” diye konuştu.