SAĞLIK - 17 Kasım 2024 Pazar 09:33

Prof. Dr. Ayazoğlu Antimikrobiyal dirence karşı uyardı

A
A
A
Prof. Dr. Ayazoğlu Antimikrobiyal dirence karşı uyardı

Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi Yoğun Bakım Bilim Dalı Başkanı Profesör Dr.Tülin Akarsu Ayazoğlu Antimikrobiyal dirence karşı vatandaşları uyardı. Prof Dr. Ayazoğlu Antimikrobiyal dirence karşı alınacak tedbir ve önlemleri yaptığı açıklamada sıraladı.


Prof. Dr. Ayazoğlu, Antimikrobiyal direncin dünya genelinde giderek büyüyen bir sağlık tehdidi olarak karşımıza çıktığını belirtetek, "Mikropların tedavi amacıyla kullanılan ilaçlara karşı direnç geliştirmesi, enfeksiyonların tedavisini zorlaştırır ve bu durum sadece bireyler için değil, tüm insanlık için ciddi sonuçlar doğurur. 2019 yılında Antimikrobiyal Direnç nedeniyle yaklaşık 5 milyon insan hayatını kaybetmişken, bu sayının 2025-2050 yılları arasında 96 milyon kişiye ulaşması bekleniyor. AMD’nin en büyük tehdit ettiği alanlardan biri ise, hayati tehlike taşıyan hastaların tedavi gördüğü yoğun bakım üniteleridir" dedi.



Yoğun bakımda antimikrobiyal direncin artan tehdidi


Prof. Dr. Ayazoğlu açıklamanın devamında, "Yoğun bakım üniteleri, ağır hastalıkları nedeniyle yaşam mücadelesi veren hastaların tedavi edildiği kritik alanlardır. Bu ünitelerdeki hastalar, bağışıklık sistemlerinin zayıf olması, uzun süreli hastanede kalış, invaziv tıbbi cihazların kullanımı ve sıkça antibiyotik reçetesi yazılması gibi bir dizi faktörle enfeksiyonlara karşı daha savunmasızdır. Bu durum, antimikrobiyal direnç gelişimini hızlandırarak tedavi sürecini daha da karmaşık hale getirir. İnvaziv cihazlar, özellikle ventilatörler (solunum cihazları), kateterler ve damar içi hatlar gibi tıbbi araçlar, mikropların vücuda girişine zemin hazırlar. Örneğin, ventilatörle ilişkili pnömoni (VAP), yoğun bakımda sıkça görülen ve dirençli mikropların hızla yayılmasına yol açan bir enfeksiyondur. Yoğun bakım hastalarında yaygın olarak kullanılan geniş spektrumlu antibiyotikler, vücuttaki faydalı mikropları da öldürerek dirençli mikropların çoğalmasına fırsat tanır" dedi.


Antimikrobiyal direncin yoğun bakımda yol açtığı sorunları sıralayan Prof. Dr. Ayazoğlu, Yoğun bakım ünitelerinde AMD, ciddi sorunlara yol açmaktadır. Bu sorunlar, sadece hasta sağlığını değil, aynı zamanda sağlık sistemlerini de olumsuz etkileri sıraladı. Prof. Dr. Ayazoğlu,


"1. Tedavi Edilemeyen Enfeksiyonlar: AMD’li mikroplar tarafından oluşturulan enfeksiyonlar, geleneksel antibiyotiklerle tedavi edilemez. Bu da tedavi sürecini zorlaştırır, hastaların iyileşmesini geciktirir ve bazen ölümcül sonuçlar doğurur. Yoğun bakım hastalarındaki dirençli enfeksiyonlar, tedaviye yanıt vermediği için ölüm oranlarını artırabilir.


2. Hastanede Kalış Süresinin Uzaması: Dirençli enfeksiyonlar, hastaların hastanede kalış sürelerini uzatır. Bu, hem hastalar için daha fazla acıya yol açar hem de sağlık sistemi için ek maliyetler getirir. Uzun süreli hastanede kalış, mikropların yayılma riskini artırır.


3. Hasta Ölüm Oranlarının Artması: Yoğun bakımda AMD’in en korkutucu yanlarından biri, dirençli enfeksiyonların hastaların ölüm oranlarını artırmasıdır. Bağışıklık sistemi zayıflamış hastalarda, basit bir enfeksiyon bile ölümcül olabilir. Antimikrobiyal direncin yaygınlaşması, daha önce tedavi edilebilen hastalıkların, ölümcül hale gelmesine neden olabilir.


4. Dirençli "Süperböceklerin" Yayılması: Yoğun bakım ünitelerinde dirençli mikropların yayılması, "süperböcekler" olarak bilinen çoklu ilaçlara dirençli mikropların ortaya çıkmasına yol açabilir. Bu mikroplar, birden fazla antibiyotikten etkilenmedikleri için tedavi edilmesi son derece zor hale gelir ve bu da sağlık sistemleri için büyük bir tehdit oluşturur.


Dünya Sağlık Örgütü (WHO), antimikrobiyal direncin sağlık sistemlerini tehdit eden en büyük tehlikelerden biri olduğunu vurgulamaktadır. Bu, bazı enfeksiyonların tedavi edilemez hale gelmesine yol açabilir ve yaygın antibiyotiklerin etkisiz hale gelmesiyle, basit enfeksiyonlar bile ölümcül olabilir" şeklinde sıraladı.


Antimikrobiyal direncin nedenleri


Antimikrobiyal direnç, birçok faktörle hızlanabileceğini açıklayan Prof. Dr. Ayazoğlu, "Bunlar arasında: 1. Antibiyotiklerin Gereksiz Kullanımı: Soğuk algınlığı ve grip gibi virüs kaynaklı hastalıkların tedavisinde antibiyotiklerin gereksiz yere kullanılması, direnç gelişimini hızlandırır. Antibiyotikler sadece bakteriyel enfeksiyonları tedavi eder; virüsler üzerinde etkili değildir.


2. Antibiyotiklerin Aşırı Kullanımı: Antibiyotiklerin yanlış dozda veya sürede kullanılması, mikropların bu ilaçlara karşı direnç geliştirmesini sağlar. Ayrıca, veterinerlik alanında hayvanlara verilen antibiyotikler de direnç gelişimine yol açabilir.


3. Seyahat ve Küresel Ticaret: Küresel seyahat ve ticaret, dirençli mikropların hızla farklı bölgelere yayılmasına imkan tanır. Bir ülkede gelişen dirençli enfeksiyonlar, hızla başka bir ülkeye taşınabilir" olacağını belirtti.


Antimikrobiyal Direnç nasıl önlenir?


Antimikrobiyal direnç, hem bireylerin hem de sağlık hizmeti sağlayıcılarının alacağı bazı basit ama etkili önlemlerle azaltılabileceğini açıklayan Prof. Dr. Ayazoğlu, önlemleri şu şekilde sıraladı:


1. Antibiyotik Kullanımını Sınırlamak: Antibiyotikler yalnızca gerekli durumlarda ve doğru dozda kullanılmalıdır. Antibiyotiklerin yalnızca bakteriyel enfeksiyonlarda kullanılması gerekir; soğuk algınlığı ve grip gibi virüs enfeksiyonları antibiyotiklerle tedavi edilmez.


2. Hijyen ve Dezenfeksiyon: El yıkama, yüzeylerin düzenli olarak dezenfekte edilmesi, sağlık hizmetlerinde mikropların yayılmasını engellemeye yardımcı olur. Sağlık çalışanları ve hastalar arasındaki hijyen önlemleri, mikropların yayılmasını durdurmada kritik rol oynar.


3. Seyahat Sonrası Bilgi Verme: Yakın zamanda başka bir ülkeye seyahat ettiyseniz veya o ülkede sağlık hizmeti aldıysanız, sağlık uzmanınıza bunu bildirmek önemlidir. Farklı bölgelerdeki antimikrobiyal direnç profilleri farklı olabilir ve bu bilgi, doğru tedavi planının oluşturulmasına yardımcı olur.


4. Erken Teşhis ve Doğru Tedavi: Dirençli enfeksiyonlar erken tespit edildiğinde, tedavi süreci daha etkili olabilir. Hastalar, hastanelere başvurduklarında sağlık profesyonelleri, hastalıklarının dirençli olup olmadığını belirlemek için gereken testleri yapmalıdır.


5. Aşılar ve Sağlıklı Alışkanlıklar: Aşılar, mikropların yayılmasını ve enfeksiyonların ortaya çıkmasını engelleyebilir. Ayrıca sağlıklı yaşam tarzı alışkanlıkları, bağışıklık sistemini güçlendirir ve enfeksiyonlardan korunmada yardımcı olur.


6. Karantina ve İzolasyon: Dirençli mikropların salgın yapması durumunda, enfekte hastaların karantinaya alınması ve sağlık kuruluşlarında ziyaretçilerin taranması, mikropların yayılmasını engellemek için önemlidir" dedi.


Geleceğimizi korumak sizin de elinizde


Antimikrobiyal direnç, giderek daha yaygın hale gelen ve insan sağlığı için büyük bir tehdit oluşturan bir sorundur. Gereksiz başta Antibiotik ve antimikrobiyal kullanımının önüne geçilerek bu tehdit önlenebilir. Hem bireyler hem de sağlık profesyonelleri, bilinçli davranarak ve gerekli tedbirleri alarak dirençli mikropların yayılmasını engelleyebilir. Sağlık hizmeti sağlayıcılarının dikkatli ve sorumlu bir şekilde ilaç kullanımı konusunda yönlendirmeleri, toplumda dirençli mikropların yayılmasını önlemede en önemli adımdır.


Unutmayalım ki, Antimikrobiyal direnç, sessiz bir katil gibi ilerliyor. Ancak bilinçli bir toplum ve doğru adımlar sayesinde bu tehditten korunabiliriz" açıklamasını yaptı.


Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Antalya Antalya’da Yörüklerin yayladan dönüşü başladı Antalya’da nisan ve mayıs aylarında yaylalara çıkan Yörükler, havaların soğumasıyla dönüşe başladı. Sıcak havalardan etkilenmemek, hayvanlardan daha yüksek verim sağlayıp tereyağı ve peynir yapmak için yeşil meraların bulunduğu Toros Dağları’nın zirvelerine, Akseki’nin yaylalarına Nisan ve Mayıs aylarında çıkan Yörükler, havaların soğumasıyla dönüş hazırlığına başladı. Eskiden at ve develerle yapılan yolculuklar günümüzde kamyon ve diğer motorlu taşıtlar yardımıyla yapılarak köylere dönülüyor. Manavgat ilçesinin dağlık kesimlerinde bulunan kırsal mahallesi olan Gebece köyünde yaşayıp hayvancılıkla uğraşan ve yaz aylarında ailesi ile birlikte Akseki’nin Alacabel yakınlarındaki Kaklıktaş mevkisinde hayvanlarını otlatan Mehmet Çoşkun, havaların soğuması ile birlikte Yayladan dönüş hazırlıklarına başladıklarını söyledi. Yaz aylarında ailesi ile birlikte hayvancılık yaptığını anlatan Çoşkun, "Biz yaz aylarında Akseki’nin Alacabel yakınlarında Kaklıktaş mevkiinde hayvanlarımızı otlatmak için yaylaya çıkıyoruz. Buradan hava şartlarına göre Ekimin sonu, Kasım ayının ortaları gibi kendi köyümüze dönüyoruz. Kışın hayvanlarımız 7 ay kendi yerlerimizde, yazın ise yaklaşık 5 ay yaylada kalıyoruz. Bu yıl havalar çok iyi gittiği için yaklaşık 6 ay yaylada kaldık. Şimdi havalar soğumaya başladı. Hazırlıklarımızı tamamladık ve yeniden kış ayını çıkarmak üzere köyümüze geri dönüyoruz" diye konuştu. "Her yıl yüksek rakımlı yaylalara çıkıyoruz" Yörüklerden Duran Topaça (73) yaptığı açıklamada, hayvancılık mesleğinin atalarından kaldığını söyledi. Manavgat ilçesine bağlı Gecebece Mahallesi’nde yaşadıklarını ve geçimlerini sağladıkları küçükbaş hayvanların daha iyi şartlarda beslenmesi için bahar ve yaz aylarında geniş otlaklara ihtiyaçları olduğunu anlatarak, bu nedenle bu dönemi yüksek rakımlı yaylalarda geçirdiklerini, her yıl Akseki’nin Yarpuz Mahallesi yakınlarında bulunan bin 800 metre rakımlı Kaklıktaş Yaylası’na çıktıklarını, kasım ayının ilk haftasında ise dönüş yolculuklarının başladığını kaydetti. "Anamdan doğalı davarcılık yapıyorum" 73 yaşında olmasına rağmen halen küçükbaş hayvancılığı yaptığını anlatan Topaça, "Anamdan atamdan davarcılık mesleği kalmış ve halen davarcılık mesleğini sürdürüyorum. Kendim 72 yaşındayım. Yaylaya hava şartlarına göre Mayıs ayının 20’sinde çıkıyoruz ve Kasım ayının 15’inde iniyoruz” dedi. Hayatının hayvancılık yaparak geçtiğini söyleyen Topaça, “Davarcılık zor bir meslek. Dağlara çıkıyoruz. Bırakacağız diyoruz bırakamıyoruz. Çünkü hayvancılık ata mesleğimiz. 6 oğlum var, 4 tanesini okuttum. Onlar devlette çalışıyor. Diğer 2 oğlum ile birlikte davarcılık mesleğine devam ediyoruz ama artık yoruldum. Ömrümüz böyle geçip gidiyor " diye konuştu. "Eskiden günlerce yürüyerek yaylaya çıkıyorduk" Hayvanlarımızı eskiden yürüyerek yaylalara çıktıklarını anlatan Topaça, "Şimdi ise hayvanlarımızı kamyonlarla götürüyoruz. Belirli bir yerde indirip oradan yine yaya yolu ile devam ediyoruz. Köyümüzde bulunan ağıllarda hayvanlarımızı besliyoruz. Eşyalarımızı ise traktörlerimiz ile götürüyoruz. Artık göçme zamanımız geldi. Havalar soğumaya başladı" şeklinde konuştu.
Antalya Öksürük ve hapşırık krizine girdi, hastanede çıkan sonucu görünce hayatının şokunu yaşadı Antalya’da yaptığı seyahat dönüşü öksürme ve hapşırma krizlerine tutulup girip olduğunu düşünen yat kaptanı hastaneye başvurdu, yapılan kontrolde akciğer ve kalp arasında kist olduğu tespit edildi. Ameliyata alınan kaptan, Video Yardımlı Torakoskopik Cerrahi (VATS) ile 10 dakikalık operasyon sonucu sağlığına kavuştu. Yat kaptanlığı yapan 45 yaşındaki Ömer Can, çıktığı uzun seyahat sonrası omuzunda ağrı hissetti, öksürük ve hapşırma krizleri geçirince grip olduğunu düşündü. Can, nefes almakta güçlük yaşayınca Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesinde hastane aciline başvurdu. Burada tomografisi çekilen Can’ın, akciğer ile kalbinin arasında bir kist olabileceği belirtildi. Can, çevresindekilerin tavsiyesi üzerine detaylı araştırma ve inceleme için, Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesine başvurdu. Gerekli tetkikleri yapılan Ömer Can’ın, belirtilen bölgesinde yaklaşık 2 santimlik bir kist olduğu tespit edildi ve hemen ameliyata alındı. Göğüs Cerrahi bölümünde Video Yardımlı Torakoskopik Cerrahi (VATS) yöntemiyle gerçekleşen ameliyat yaklaşık 10 dakika sürdü. Hastanede ilk kez tüpsüz olarak gerçekleştirilen ameliyat sonrası Ömer Can sağlığına kavuştu, 1 gün sonrası ise taburcu edildi. “Öksürürken, hapşırırken nefesim kesiliyordu” Süreci anlatan Ömer Can, şunları söyledi: “Uzun bir seyahate çıktım. Seyahat dönüşü soğuk algınlığı gibi bir şey oldu. Omuzumdan bir ağrı başladı ve nefes alırken, öksürürken, hapşırırken nefesim kesiliyordu. Hastane aciline gittim, kist olduğunu söylediler ve burada Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ni önerdiler. Kistin ciğerden kalbe sıçramak üzere olduğunu söylediler. Hemen ameliyata alındım ve 1 günde sağlığıma kavuştum. Ben komple göğüs kısmımın açılacağını sanıyordum ve açıkçası korkmuştum. Küçük bir noktadan girildi ve bu kadar hızlı taburcu olacağını düşünmüyordum. Hocalarımdan Allah razı olsun.” “Göğüs tüpü takmadan ameliyattan çıktık” Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Cerrahi Kliniği Eğitim Sorumlusu Doç. Dr. Muharrem Özkaya, hastanın çekilen tomografisinde, akciğerin altında, kalbin yanında perikardiyal kisti bulunduğunu ve VATS yöntemiyle iki delikten girerek kisti aldıklarını anlattı. Normalde bu tarz ameliyatlarda göğüs tüpü kullanıldığını aktaran Özkaya, “Hastanın en büyük sıkıntısı bu tüpten dolayı. Şiddetli ağrıları olur ve taburculuğu uzar. Biz göğüs tüpü takmadan ameliyattan çıktık, operasyon 10 dakika sürdü ve bugün taburcu etmeyi planlıyoruz” dedi. “Bu bizim için kıymetliydi” Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Cerrahi Kliniği Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Nilay Çavuşoğlu Yalçın da, kist için planlanan ameliyatla hastanın sağlığına kavuştuğunu söyledi. Perikardiyal kiste yönelik VATS ameliyatlarının yaygın olduğunu, ancak hastanelerinde ilk kez tüpsüz şekilde ameliyat gerçekleştirildiğini belirten Yalçın, “Bu bizim için kıymetliydi. Hastamız uygun bir vakaydı ve sıkıntı yaşamadık” dedi.
Antalya Prof. Dr. Erdoğan: “Akciğer kanserini erken evrede yakalayamıyoruz” Prof. Dr. Abdullah Erdoğan, “Akciğer Kanseri Farkındalık Günü” kapsamında yaptığı açıklamada, rahatsızlık veren şikayetlerin ertelenmemesi ve doktorların tavsiyelerinin dikkate alınması gerektiğini belirterek, "Akciğer kanserini erken evrede, evre 1’de yakalayamıyoruz. 2. evre, 3. evre hatta 4. evre gibi ilerlemiş bir evrede yakalıyoruz. Şikayetlerimizi ötelemeyelim ve bu konuda bilgi sahibi olan hekimlerimize güvenelim. Ameliyatı olmamız gereken dönemde olalım. Hekiminiz, ikinci kez geldiğinizde ben sizi ameliyat edemiyorum demesin" dedi. Memorial Antalya Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü’nden Prof. Dr. Abdullah Erdoğan, “17 Kasım Akciğer Kanseri Farkındalık Günü” dolayısıyla akciğer kanseri hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı. Kansere neden olan etmenlerini aktaran Prof. Dr. Erdoğan, çevresel faktörlerin ilk sırada geldiğini ifade etti. “Akciğer kanserinin en sık görüldüğü bölge: Marmara” Erdoğan, “Akciğer kanseri, öldürücülüğü yüksek, yaşın ilerlemesiyle görülme olabilecek giderek artan bir kanser. Dünya toplumlarının tamamını etkileyen bir kanser. Bazı kanserler vardır. Bazı toplumlarda daha sık olur ama akciğer kanseri öyle değil. Yaşın ilerlemesiyle birlikte tüm dünya toplumlarının ana problemi haline geliyor. Akciğer kanseri yapısal olarak herkeste görülebilmekle birlikte çevresel faktörlerin önde olduğu, çevresel faktörlerin yok edilmesiyle kanser olabilecek azaltıldığı bir kanser türü. Çevresel faktörlerin etkisini erken yaşlarda alırsak, akciğer kanseri de erken yaşlarda görülmeye başlar. 20’li yaşlarda akciğer kanseri olup tedavi vermeye çalıştığımız hastalarımız oldu. Ama bunlar nadiren ortaya çıkmaktadır. Genellikle akciğer kanseri orta ve ileri yaş hastalığıdır ve çevresel faktörlerle de ilişkilidir. Ülkemiz için bir örnek vermek gerekirse, bu çevresel faktörlerin en başında sigara, havadaki karbon ve kirli hava gelir. Bu nedenle bölgeleri göz önüne alırsak; Türkiye’de Marmara bölgesi insidans olarak akciğer kanserinin en sık görüldüğü bölgedir. Sanayileşme, tütün ve tütün ürünlerinin kullanımı başı çeker” şeklinde konuştu. “Hastanın farkında olduğu şikayeti varsa, akciğer grafisi çektirmeli” Türkiye’de akciğer kanserini vatandaşların şikayetlerini önemsemesi nedeniyle erken evrede yakalayamadıklarını belirten Prof. Dr. Abdullah Erdoğan, şu ifadelere yer verdi: “Farkındalık, toplumların yapılarıyla ve eğitimleriyle de ilişkili bir şey. Bazı toplumlar farkındalığı daha kolay anlayıp, daha kolay önlem alıp, daha erken hastalığı yakalayabiliyor. Ama biz bu çağa gelmemize rağmen farkındalığı tam oluşturamıyoruz. Mesela akciğer kanserini erken evrede, evre 1’de yakalayamıyoruz. 2. evre, 3. evre hatta 4. evre gibi ilerlemiş bir evrede yakalıyoruz. Bunu hastalarıma sorduğumda şöyle yanıtlar alıyorum; ’Bu şikayeti önemsemedik. Zaten ben sigara içiyorum, öksürüğüm var, geçer diye düşündüm.’ Bunlar önemli şeyler. Hasta, sigara içiyorsa ya da fark ettiği değişik bir şikayeti varsa, o hastanın bir akciğer grafisi çektirmesi ya da bir hekime gelmesi kendi faydasına olur.” “Komşumuzu değil hekimlerimizi dinleyelim” Farkındalığı sağlayacak ikinci temel ögenin de; hekimleri dinlemek olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Abdullah Erdoğan, şöyle devam etti: “Toplumumuzda bu çağa rağmen hala yanlış devam eden bir inanç var. Geçen hafta gelen bir hastamı örnek vermek istiyorum; bir buçuk yıl önce gelmiş, çocukları getirmiş, tanıyı koymuşuz ya da görüntüyü görmüşüz. Demişiz ki; burada bir problem var, bunu buradan aldırman gerekiyor. Bize önce inanmış, tamam demiş, çocukları da onaylamış, ameliyatı kabul etmiş, gitmiş. Ama gittiği yerde komşuları “Akciğere bıçak değmez” demiş. Hasta tekrar geldi ama bu defa ameliyat edemiyoruz. Yani ameliyat aşamasını geçmiş. Şu an da hastayı başka bir arkadaşımız tedavi ediyor. Bu çağda böyle bir cümle duymak istemiyorum. Böyle günlerde asıl farkındalığı sağlamamız gereken, iki önemli nokta var. Birincisi, şikayetlerimizi göz ardı etmeyelim. İkincisi, hekimlerimiz bir şey söylüyorsa o konuda bilgi sahibiyse ona inanalım, o konuyu yanımızdaki komşumuzdan daha çok biliyordur muhtemelen diye düşünelim.” “Hastalığı erken evrede yakaladığımızda, tedavide çok büyük bir başarı elde ediyoruz” Öldürücülüğü yüksek olarak bilinen akciğer kanserinin, erken evrede yakalandığında tedavi edilebilirliğine dikkat çeken Prof. Dr. Abdullah Erdoğan, konuşmasını şu şekilde tamamladı: “Akciğer kanseri öldürücülüğü yüksek bir kanser dedik ama günümüzde tıp o kadar ilerliyor ki; yeni tedavi modaliteleri, yeni yöntemler her gün gelişiyor ve ilerliyor. Hastalığı erken evrede yakaladığımızda, tedavide çok büyük bir başarı elde ediyoruz. Akciğer kanserinin birinci tedavi yöntemi cerrahidir. Cerrahi aşamasında bizim bu hastayı yakalamamız lazım. Lenf noduna sıçradıktan sonra, “Önce bir tedavi olup, o tedavinin arkasından ameliyatı tekrar düşünelim” cümlesini bu çağda kullanmak istemiyoruz. Farkındalığımız şöyle olmalı; şikayetlerimizi ötelemeyelim, bu konuda bilgi sahibi olan hekimlerimize güvenelim. Ameliyatı olmamız gereken dönemde olalım. Hekiminiz, ikinci kez geldiğinizde ben sizi ameliyat edemiyorum demesin.”
Bingöl Bingöl’de 44 hafız, icazet aldı Bingöl’de hafızlığını tamamlayan 26’sı kız, 18’i erkek olmak üzere 44 öğrenci için icazet merasimi düzenlendi. Bingöl İl Müftülüğüne bağlı Kur’an kurslarında hafızlığını tamamlayan 44 öğrenci için Bingöl Üniversitesi Recep Tayyip Erdoğan Kongre Merkezi’nde Hafızlık İcazet Merasimi düzenledi. Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunması ile başlayan program Kur’an-ı Kerim tilaveti, dualar ve ilahi dinletisi ile devam etti. Programa, Vali Ahmet Hamdi Usta, Diyanet İşleri Başkanlığı Eğitim Hizmetleri Genel Müdürü Sedide Akbulut, Bingöl Belediye Başkanı Erdal Arıkan, İl Jandarma Komutanı Tuğgeneral Bilgihan Yeşiyurt, Bingöl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erdal Çelik, İl Müftüsü Celal Sürgeç, Şeyh’ül Kurra Talip Akbal, kurum müdürleri, vatandaşlar, hafızlar ve aileleri katıldı. İcazetlerini alan öğrencileri tebrik eden Vali Ahmet Hamdi Usta “İlimiz genelindeki Kur’an Kurslarında yetişen 44 kardeşimiz daha bugün hafızlık kervanına katılıyor. Öncelikle kendilerini tebrik ediyor, vahyin son halkası olan Kur’an-ı Kerim’e ömür boyu hizmet etmelerini yüce Mevla’dan niyaz ediyorum. Bu vesileyle, hafızlarımızın yetişmesinde emeği geçenleri; başta sayın müftümüz olmak üzere, öğrencilerimizin kıymetli annelerini, babalarını ve hocalarını ayrı ayrı tebrik ediyorum. Emekleriniz ve mübarek hasadınız daim olsun inşallah. Yüce kitabımız nazil olmaya başladığı andan itibaren önce peygamber efendimizin, ardından sahabenin, sonrasında ise kuşaktan kuşağa hafızların gönlüne nakşedilmiş, hafızalarda korunmuş olarak günümüze intikal etmiştir. Bu nedenle Asr-ı Seadetten günümüze hafızlık, kutlu bir makam ve fazilet olarak övülmüştür. Ancak unutmayalım ki, yüce kitabımızın lafzını zihnimizde muhafaza etmek ne kadar değerli ise onun kutlu mesajını muhafaza etmek de bu çerçevede çok daha önemli ve değerlidir. İnanıyorum ki bugün icazetlerini alacak hafız kardeşlerimiz de bu istikamette hayatlarını sürdürecek; ahlaklarını Kur’an ile şekillendirip çevrelerine kitabın rahmetini, bereketini ve esenliğini yayacaklardır” şeklinde konuştu. İcazet alan öğrencilerden Miraç Çakan; “1 yıldır hafızlık eğitimi görüyorum. Zorlandığım günlerde oldu ama başardım. Bugün de icazet belgemi aldım ve çok mutluyum” diye konuştu. Hafızlığını aldığı için çok mutlu olduğunu ifade eden Ayşe Bediz ise “Ben çok zorlanarak hafızlık yaptım. Ama belgeme kavuştuktan sonra buna değdiğini gerçekten de anladım. Hafızlık yapmak isteyen arkadaşlarıma şunu söylemek isterim ki, azmin ve gayretin elinden hiçbir şey kurtulmaz” diye konuştu. Merasim, Şeyh’ül Kurra Talip Akbal’ın yaptığı dua sonrası hafızlara belge ve hediye takdimi ile sona erdi.