SAĞLIK
Mersin’de dikişsiz ’aort kapak’ ameliyatı gerçekleştirildi 26 Kasım 2024 Salı - 16:02:57 Mersin Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Burak Toprak ve ekibi, bir ilke imza atarak dikişsiz aort kapak ameliyatını başarıyla gerçekleştirdi. Bu ileri cerrahi yöntem, klasik kapak değişim operasyonlarına kıyasla ameliyat süresini kısaltarak, kalp ve dolaşım sistemine binen yükü azaltıyor ve iyileşme sürecini hızlandırıyor. Özellikle yüksek risk grubundaki hastalar için büyük avantajlar sunan bu teknik, hasta konforunu artırmayı ve komplikasyonları en aza indirmeyi hedefliyor. Opr. Dr. Burak Toprak, dikişsiz aort kapak ameliyatı ile ameliyat süresini önemli ölçüde kısalttıklarını belirterek, “Kliniğimize göğüs ağrısı ve nefes darlığı şikayeti ile başvuran hastayı ileri incelemeler sonucunda kalbindeki aort kapağında ciddi darlık olduğu tespit edildi. İncelemeler sonucunda kapağın değişmesine karar verildi. Dikişsiz aort kapak ameliyatı sonrası hasta eski sağlığına kavuştu. Bu yöntemle ameliyat süresini önemli ölçüde kısaltarak hastalarımızın hem ameliyat sırasındaki risklerini azaltıyoruz hem de iyileşme süreçlerini hızlandırıyoruz. Multidisipliner ekibimizin özverili çalışmasıyla bu operasyonu başarıyla gerçekleştirdik" dedi. Başarılı bir şekilde tamamlanan operasyonun ardından, hasta stabil bir şekilde taburculuk sürecine geçti. Hasta Aytunç Karaer, hem operasyon öncesi hem de sonrası süreçte aldığı hizmetlerden duyduğu memnuniyeti dile getirerek, “Hastane ekibinin profesyonelliği ve güler yüzlülüğü sayesinde kendimi güvende hissettim. Dr. Burak Toprak ve ekibine minnettarım” ifadelerini kullandı. Hastane Başhekim Vekili Esra İslamoğlu ise bu başarıda emeği geçen tüm ekibe teşekkürlerini sunarken, ileri teknoloji ile daha fazla hastaya umut olmaya devam edeceklerini söyledi.
26 Kasım 2024 Salı - 15:21 Yatak yaralarına dikkat çekmek için etkinlik düzenlendi Afyonkarahisar Devlet Hastanesinde uzun süre yatarak tedavi gören ve sürekli yatağa bağımlı hastalarda oluşan “yatak yaralarına” dikkat çekmek ve yarayı oluşmadan önleyebilmek adına etkinlik düzenlendi. Hastanede yapılan etkinlikte, hasta ve yakınlarının dikkatini çekmek için girişte bir stant oluşturuldu. Afiş ve balonlarla süslenen stantta, hastaneye gelen hasta ve yakınlarına bilgilendirici broşürler dağıtıldı. Opr. Dr. Hilmi Uyar tarafından etkinliğe katılan sağlık personeline ve diğer ziyaretçilere, yatağa bağımlı hastada yarayı önlemek için nasıl pozisyon verilmesi gerektiği bir maket üzerinde uygulamalı anlatıldı. Ayrıca yara oluştuğu takdirde nasıl pansuman yapılması gerektiği, küçük yaranın büyümesini engellemek için neler yapılması gerektiği anlatıldı. Etkinlik sonrası hastane yönetimi adına yapılan açıklamada, “Bilgilendirme ve eğitimler sadece bugünle sınırlı kalmıyor. 2021 yılında Afyonkarahisar Devlet Hastanesinde açılan ‘Diyabetik Ayak ve Yara Bakım Kliniği’nde basınç yaralı hasta yakınlarına eğitimler verilerek evde de bu hastaların nasıl bakılması gerektiği sürekli anlatılıyor. Klinik açıldığı günden beri 478 basınç yaralı hasta yatırılarak tedavisi sağlandı. Ayrıca poliklinikte de 450 basınç yaralı hasta muayene edildi; hastaneye yatmasına gerek olmayanlara ihtiyaç duydukları bilgiler verilip tedavisi düzenlenerek evde tedavisi sağlandı” ifadelerine yer verildi.
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Karayalçın: “Endometriozis çocuk sahibi olmayı zorlaştırabilir”
18 Kasım 2024 Pazartesi - 10:45 Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Karayalçın: “Endometriozis çocuk sahibi olmayı zorlaştırabilir” Endometriozisin çocuk sahibi olmada güçlük oluşturabileceğine dikkat çeken Acıbadem Ankara Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Rana Karayalçın “Normal adet ağrısı kişinin okula, işe gitmesini veya normal aktivitelerini engellemez ama endometriozis engelleyebilir” dedi. Böyle bir durumda çekinmeden hekime başvurulmasını tavsiye etti. Acıbadem Ankara Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Rana Karayalçın rahim içi dokunun yani endometriumun rahim dışında yerleşmesi anlamına gelen “endometriozis” hastalığıyla ilgili önemli bilgiler paylaştı. Endometriozisin genellikle karnın alt kısmında bulunup yumurtalık ve tüpleri, hatta bağırsak ve mesaneyi de etkileyebildiğini belirten Prof. Dr. Karayalçın “Buradaki dokular aynı rahimin içini döşeyen dokular gibi hormonlara cevap verdiği için karın içerisinde kanama olur ve tutulan bölgeye göre ağrıya neden olur. Etraftaki organlarda yapışıklıklara neden olup, bazı kişilerde yumurtalıklarda ‘endometrioma’ yani halk arasında ‘çikolata kisti’ olarak adlandırdığımız kistlere neden olur” dedi. Hastalığın gerçek nedeninin hala bilinmediğini aktaran Prof. Dr. Karayalçın en muhtemel nedenin tüplerden kanın geri karına akması, kan damarları veya lenf damarları ile endometrial hücrelerin taşınması olduğunu ifade etti. Başlıca risk faktörlerini “adet döngüsünün 28 günden kısa olması, uzun süreli ve fazla kanamalı adet görme, düşük vücut kitle indeksi, aile hikayesi (anne, teyze, kız kardeş), erken yaşta adet görme, geç menopoz ve doğum yapmamış olmak” olarak sıraladı. “Gündelik hayatı sekteye uğratacak bir ağrı” Adet döneminde veya bundan bağımsız olarak karın alt bölgesinde ağrı ile kendini belli ettiğine değinen Prof. Dr. Karayalçın “Normal bir adet ağrısı kişinin okula gitmesini, işe gitmesini veya normal aktiviteler yapmasını engellemez. Buradaki ağrı bunun ötesinde, gündelik hayatı sekteye uğratacak bir ağrıdır. Bunun dışında bel ağrısı, ağrılı cinsel ilişki, idrar yaparken ağrı, bağırsak hareketlerinin ağrılı olması özellikle adet döneminde iştahsızlık, bulantı, kusma, kabızlık görülebilir. Eğer adet sırasında bu şikayetleriniz varsa doktora başvurmanız gerekir” diye konuştu. Prof. Dr. Karayalçın endometriozisin tüpleri tıkayarak spermin yumurtaya ulaşmasına engel olabileceği; yumurta ve sperme zarar verebileceği; çocuk sahibi olmada güçlük oluşturabileceğini konusunda uyarıda bulundu. “Belirtiler varsa doktora başvurun” Belirtiler gözlemlendiğinde ilk olarak doktora başvurup şikayetleri tanımlamak, ağrının yeri, süresi ve eşlik eden sorunların ne olduğunu anlatmak gerektiğini belirten Prof. Dr. Karayalçın jinekolojik muayenede yumurtalık kisti ve rahim arkasına yapışıklığın tespit edilebileceğini ifade etti. Tanı sürecinde endometrioma veya çikolata kisti olarak bilinen yumurtalık kistlerinin tanısı için ultrason; hastalığın yerleşimi ve boyutu hakkında bilgi vererek cerrahi planlamada yardımcı olması için MR görüntüleme yöntemlerinin kullanılabileceğini söyledi. Laparaskopinin de göbek deliğinden yapılan yapılan küçük bir kesi ile karın organlarının görüntülenmesini, hastalığın yerleşiminin ve genişliğinin tanımlanmasını sağladığını ve dokudan örnek alınarak tanıyı kesinleştirebileceğini sözlerine ekledi. “Tedavide ilk aşama ağrının giderilmesi” Endometriozis tedavisinde ilk basamağın ağrının giderilmesi olduğunun altını çizen Prof. Dr. Karayalçın genellikle önce tıbbi tedavi önerildiğini, bu etkili olmazsa cerrahi tedavi aşamasına geçilebileceğini dile getirdi. Adet sırasındaki ağrılara karşı ağrı kesici ilaçların yardımcı olacağını belirten Prof. Dr. Karayalçın “Hormonal tedavide doğum kontrol hapları, cilde yapıştırılan yamalar ve vajinal halka kullanımı ile endometriozisi arttıran hormonlar kontrol altına alınır. GnRH analogları suni menopoz yapar. Bunların yanında düşük doz hormon kullanımı menopoza bağlı ateş basması, vajinal kuruluk ve kemik erimesi riskini azaltır. Rahim içerisine takılan ve düşük doz progesteron salgılayan spiral veya yalnız progesteron içeren doğum kontrol ilaçları da yine endometriozis tedavisinde kullanılır” dedi. “Gebelik için en iyi dönem cerrahi sonrası” Cerrahi tedavi ile rahim ve yumurtalıkların korunmasının amaçlandığına işaret eden Prof. Dr. Karayalçın “Avantajları nedeniyle laparaskopik cerrahi tercih edilir. Yumurtalıklarda kist varsa onun çıkarılması, yapışıklıkların açılması ile kişinin gebelik şansı artar. Cerrahiden sonraki ilk altı ay gebe kalma şansının en yüksek olduğu dönemdir. Bu dönemde tıbbi tedavi ile yumurtalıklar uyarılarak yumurta gelişimine yardımcı olunur. Bu tedavi ile ile gebelik oluşmazsa tüp bebek tedavisi ile yumurta ve sperm vücut dışında birleştirilerek gelişen embriyo rahim içerisine yerleştirilir” diye konuştu. Diğer tedavilerle sonuç alınamaması durumunda, çocuk doğurmak istemeyen kişilerde veya ciddi sağlık problemlerine yol açan bir durum varsa endometriozisin kesin tedavisinin rahim ve yumurtalıkların alınması olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Karayalçın “Tedavide esas amaç kişinin rahatlığını sağlamak ve yaşam kalitesini yükseltmektir. Bu nedenle adet döneminde ciddi ağrı şikayeti olan kişilerin bu durumu yakınları ve arkadaşları ile paylaşmaları ve çekinmeden doktora başvurmaları gerekir” dedi.
Dubai çikolatası tüketimi sağlık risklerini beraberinde getiriyor
18 Kasım 2024 Pazartesi - 10:20 Dubai çikolatası tüketimi sağlık risklerini beraberinde getiriyor Son günlerde hem üretimi hem de tüketimi hızla yaygınlaşan Dubai çikolatası, sık tüketildiğinde birçok sağlık sorununu da beraberinde getiriyor. Dubai çikolatasının zararlarını ve insan sağlığını tehdit eden yönlerini Beslenme ve Diyetetik Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Merve Bayram açıkladı. Antep fıstığı, tahin ve kavrulmuş kadayıf ile üretilmeye başlayan Dubai çikolatası, sosyal medya platformlarındaki paylaşımların da etkisiyle adeta bir tüketim çılgınlığına dönüştü. Görüntüsü ve lezzetiyle tüketicileri cezbeden Dubai çikolatası göründüğü kadar masum değil. Kısa sürede tüketimi yaygınlaşan çikolata ile ilgili İstanbul Gelişim Üniversitesi (İGÜ) Sağlık Bilimleri Fakültesi (SBF) Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Merve Bayram önemli açıklamalarda bulundu. Dr. Öğr. Üyesi Merve Bayram yaptığı açıklamada “Hem Dubai hem de diğer çikolataların içerdiği şeker, yağ, kafein ve bazı bileşenler, sindirim sistemi üzerinde olumsuz etkilere yol açabilir. Bu olumsuz özelliklerden bazıları mide asidini artırarak reflüye yol açması, mide asidinin yemek borusuna geri kaçmasıyla yanma hissine neden olmasıdır. Ayrıca, içinde bulunan laktoz (sütlü çikolatalarda) ve şekerler, bazı bireylerde bağırsakta gaz oluşumuna yol açabilir. İçeriğinde bulunan yağ ve şeker, bağırsak hareketlerini etkileyebilir ve mide kramplarına neden olabilir. Özellikle hassas bağırsak sendromu (IBS) olan bireyler için bu durum daha belirgin olabilir” diyerek tüketicileri uyardı. Fıstık alerjisi olanlar dikkat Dubai çikolatası içerdiği bol miktarda Antep fıstığıyla dikkat çekiyor. Yaygın bir alerjen maddesi olan fıstığa alerjisi olanlar için bu durum risk oluşturabilir. Konu ile ilgili Dr. Öğr. Üyesi Merve Bayram, “Fıstık alerjisi olan kişiler için fıstık kreması çok tehlikeli olabilir ve şiddetli alerjik reaksiyonlara (anafilaksi) yol açabilir. Tahin, susam tohumlarından yapılır ve susam alerjisi olan kişilerde alerjik reaksiyona yol açabilir. Susam alerjisi, bazı kişilerde cilt döküntüleri, mide bulantısı veya ciddi alerjik reaksiyonlarla sonuçlanabilir. Kadayıfın kendisi gluten içeren buğday unu ile yapılır, bu nedenle gluten alerjisi (çölyak hastalığı veya gluten intoleransı) olan kişiler için sorun oluşturabilir. Ayrıca kadayıf, kavrulmuş olması durumunda bazı kişilerin sindirimini zorlaştırabilir, ancak fıstık veya susam kadar yaygın bir alerjen değildir” açıklamasında bulundu. Kan şekerini hızla yükseltiyor Dubai çikolatasının muhtemel tüm zararlarına değinen Beslenme ve Diyetetik Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Merve Bayram, “Dubai çikolatası yüksek miktarda şeker içerir ve şeker tüketimi, kan şekerini hızla yükseltir. Bu durum, insülinin hızlıca salgılanmasını tetikler ve zamanla insülin direncine yol açabilir. İnsülin direnci gelişirse, vücut insüline karşı daha az duyarlı hale gelir ve bu durum uzun vadede tip 2 diyabet riskini artırabilir” açıklamasıyla tüketicileri tip 2 diyabet riskine karşı uyardı.
Yılda yaklaşık iki bin kişi organ nakli beklerken hayatını kaybediyor
18 Kasım 2024 Pazartesi - 10:13 Yılda yaklaşık iki bin kişi organ nakli beklerken hayatını kaybediyor EÜ Organ Nakli Uygulama ve Araştırma Merkezi Koordinatörü Hemşire Sinem Aras, 2023 yılındaki istatistiğe göre organ nakli bekleyen hasta sayısının 32 binlerde olduğuna dikkat çekerek, "Biz canlı da olsa kadavra da olsa organ bulmaya çalışsak bile bu oranı maalesef kapatamıyoruz. Yılda yaklaşık iki bin kişiyi organ nakli beklerken kaybediyoruz. Bekleme listelerindeki sayılar artarken biz bunun sadece yaklaşık yüzde 18’ine kadar organ bulabiliyoruz." dedi. Ege Üniversitesi(EÜ) Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Anabilim Dalı tarafından “Organ Nakli ve Kalp Destek Cihazları Paneli” düzenlendi. Moderatörlüğünü EÜ Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı öğretim üyesi ve Konsultasyon Liyezon Psikiyatrisi (KLP) Birimi Sorumlusu Prof. Dr. Nazlı Burcu Özbaran’ın üstlendiği etkinlik, EÜTF Çocuk Hastanesi Cahide Aydın Dersliği’nde gerçekleşti. Panele konuşmacı olarak EÜ Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı Dr. Öğretim Üyesi Ümit Kahraman, EÜ Organ Nakli Uygulama ve Araştırma Merkezi Koordinatörü Hemşire Sinem Aras, EÜ Kalp Destek Cihazı ve Kalp Nakil Polikliniği Koordinatörü Hemşire Derya Kayıhan katıldı. Etkinlikte; “Son Dönem Kalp Yetersizliğinde Ventriküler Destek Cihazları”, “Kalp Nakli, Kalp Destek Cihazları ve Nakil Koordinasyonu” ve “Organ Nakline Genel Bakış” başlıklı konularda katılımcılar, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Cocuk ve Ergen Psikiyatrisi Anabilim Dalı KLP Birimi kapsamında, organ nakli ve kalp destek cihazı uygulama sürecinde psikiyatrik konsultasyon desteği veren asistan hekimleri bilgilendirdi. “Son Dönem Kalp Yetersizliğinde Ventriküler Destek Cihazları” başlıklı sunumunu gerçekleştiren EÜ Kalp Damar Cerrahisi Bölümü Dr. Öğretim Üyesi Ümit Kahraman, “Kalp yetmezliği görülme oranları ülkeden ülkeye değişiyor. Yetişkinlerde daha çok koroner arter hastalığı olarak ya da hipertansiyon gibi nedenlerle görülürken çocuklarda konjestif kalp hastalıkları daha ağırlıkta. Bizim amacımız; hastayı hayatta tutmak, hastaneye yatışı azaltmak ve hastanın yaşam kalitesini artırmak” dedi. Süreçte en son çözümün kalp nakli olduğunu belirten Dr. Öğretim Üyesi Kahraman, “Bu süreçte nihai çözüm kalp nakli. Fakat yeterli donör sayısı hem yetişkinlerde hem de çocuklarda oldukça az. Kalp nakli bekleme listeleri çocuklarda yetişkinlere göre yaklaşık iki, iki buçuk kat daha fazla. Tedavi için kullanılabilecek en iyi yöntemlerden biri ‘Ventriküler Destek Cihazları’. Bu nedenle ventriküler destek cihazlarını kullanmamız gerekiyor. Ventriküler destek cihazlarının farklı çeşitlerde ve farklı boyutlarda olduğunu söyleyebilirim” diye konuştu. “Çocuklar kalp destek cihazlarını üzerlerinde taşıyabiliyor, hastaneye bağlı kalmadan yaşamlarını sürdürebiliyor, okullarına gidebiliyor” Kalp destek cihazı implantasyonu ve kalp nakli klinik deneyimlerinden bahseden EÜ Kalp Destek Cihazı ve Kalp Nakil Polikliniği Koordinatörü Hemşire Derya Kayıhan, “Kliniğimizde 1998 yılından itibaren 300’ü bulan kalp nakil sayımız var. Bunların 34’ünü çocuk hastalarımız oluşturmakta. Kalp nakil bekleme sürecinde de toplamda 706 hastaya kalp destek cihazlarını implante etmiştik, bunların 42’sini yine çocuk hastalar oluşturuyor. Bu süreç hala devam ediyor. İleri evre kalp yetmezliğinin en etkin tedavisi kalp nakli ancak donör azlığı, bazı hastaların donör olamamaları gibi nedenlerden dolayı kalp destek cihazlarının kullanımı oldukça artmıştır. Geçmişte implante edilen kalp destek cihazları oldukça büyük mekanik aparatlara sahipken yeni nesilde artık çocuklar; üzerlerinde taşıyabiliyor, taburcu olabiliyor, okula gidebiliyor, günlük işlerini gerçekleştirebiliyorlar. Kalp yetmezliği hastaları multidisipliner bir yaklaşımla değerlendiriyorlar; ilk olarak kardiyologlar tarafından tanılandıktan sonra göğüs hastalıkları gibi pek çok branş tarafından değerlendirildikten sonra kalp akciğer nakil konseyine hazırlanıyor. Bu noktada da yetişkin ve çocuk bölümünde psikiyatri hekimlerin değerlendirmesine geçildikten sonra konseye çıkarılıyorlar. Konseyde çıkacak kararlar ile ilgili de aileyi ve çocuğu bilgilendiriyoruz” diye konuştu. Organ naklini geniş bir çerçeveden anlatan EÜ Organ Nakli Uygulama ve Araştırma Merkezi Koordinatörü Hemşire Sinem Aras, “Organ bağışı, toplumda başlayıp toplumda biten kompleks bir yapı. Organ bağışını, yalnızca tıp olarak düşünemiyoruz; etiği, dini, sosyolojiyi de kapsayan bir yapı bu. Organ bağışında kişi, hayattayken kendi serbest iradesiyle organ bağışlama formu doldurursa bir nevi bunu vasiyet etmiş oluyor. Ailelerin organlarını bağışlamak istediklerini bilmeleri çok önemli çünkü aile, beyin ölümü gerçekleştiğinde bu konudaki karar merci oluyor” dedi. “İzmir organ bağışı konusunda ülke ortalamasının üzerinde” Organ nakli bekleyen hasta sayıları ile ilgili bilgilendirme yapan Aras, “2023 yılındaki istatistiğe göre organ nakli bekleyen hasta sayıları 32 binlerde. Biz canlı da olsa kadavra da olsa organ bulmaya çalışsak bile bu oranı maalesef kapatamıyoruz. Yılda yaklaşık iki bin kişiyi organ nakli beklerken kaybediyoruz. Bekleme listelerindeki sayılar artarken biz bunun sadece yaklaşık yüzde 18’ine kadar organ bulabiliyoruz. Genel olarak Avrupa’da kadavra donör oranında biz 52’nci sıradayız, kadavra donörlerin kullanımı konusunda da organları çeşitli nedenlerle kullanamadığımız oluyor. Sadece kadavradan nakil yapılacağında sayılar aşağılardayken toplam nakil oranlarında daha iyi sayılara ulaşıyoruz. Bu açığı canlı donörlerle kapatıyoruz. İzmir sayılarına bakıldığında da bağış oranları Türkiye genelinde beşte bir olurken İzmir’de üçte bir oranında oluyor. İzmir bu konuda Türkiye oranına göre her zaman daha iyi konumda” diye konuştu.
İlaca alternatif olabilecek yöntem: ‘TMS’
18 Kasım 2024 Pazartesi - 10:12 İlaca alternatif olabilecek yöntem: ‘TMS’ Memorial Kayseri Hastanesi Nöroloji Bölümü’nden Prof. Dr. Nergiz Hüseyinoğlu, Transkranyal Manyetik Stimülasyon (TMS) tedavi yöntemi ile ilgili verdiği bilgilerde, çoğu rahatsızlıkta ilaca alternatif olabileceğini söyleyerek, “Transkranyal Manyetik Stimülasyon, pek çok rahatsızlıkta kullanılan bir yöntem” dedi. TMS’nin bazı durumlarda ilaca alternatif olabildiğini söyleyen Prof. Dr. Nergiz Hüseyinoğlu, “Transkranyal Manyetik Stimülasyon (TMS) uygulamaları son yıllarda pek çok rahatsızlığın tedavisinde kullanılan önemli tıbbi seçeneklerden biri olarak kabul edilmektedir. Nörolojik ve psikiyatrik hastalıkların tedavisinde kullanılan TMS yöntemi ile beynin elektriksel aktivitesinde düzenlemeler yapılmakta, hastalıklar için ilaç tedavileri ve rehabilitasyon uygulamalarına destek olunmaktadır. TMS, bazı durumlarda ilaç tedavisinin alternatifi olan bir tedavi seçeneğidir. TMS, beyindeki nöral aktiviteyi değiştirmek için manyetik alanları kullanmakta, beyindeki nöral aktiviteyi artırarak depresyon semptomlarının azalmasına yardımcı olmaktadır” dedi. Manyetik alan sayesinde beyin uyarılıyor Hüseyinoğlu, tedavinin olumsuz bir etkisi olmadığını söyleyerek, “TMS yönteminde kafa derisinin yanında konumlandırılan bir bobin aracılığı ile kısa ve hızla değişen yüksek yoğunluklu bir elektrik akımıyla oluşturulan manyetik alan sayesinde beyin uyarılmaktadır. İşlemin beyin ve sinir sistemi üzerinde herhangi bir olumsuz bir etkisi bulunmamaktadır. Bu uyarı, sinir ağında nörofizyolojik ve davranışsal etkiler meydana getirmektedir. TMS’de kullanılan manyetik darbeler ağrısız bir şekilde kafatasından geçerek, beynin farklı bölümleri arasındaki iletişimi sağlayan sinir hücrelerine ulaşmakta ve beynin kendini tamir sürecine katkıda bulunmaktadır” ifadelerini kullandı. TMS’nin depresyon migren ve Parkinson üzerindeki etkilerini anlatan Nergiz Hüseyinoğlu, “Depresyon, zihinsel ve duygusal sağlığı etkileyen ciddi bir hastalıktır. TMS’nin depresyon tedavisindeki etkinliği birçok klinik çalışma ile desteklenmektedir. Ancak, her bireyin yanıtı farklı olabilmekte ve TMS tedavisi düşünen hastaların bir uzman tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. TMS, tedaviye dirençli depresyonun tedavisinde etkili bir seçenek olarak ortaya çıkmış bir tedavi yöntemidir. Beyin üzerinde manyetik alanlar kullanarak nöral aktiviteyi değiştirilmekte ve depresyon semptomlarının azalmasına yardımcı olunmaktadır. TMS, migren tedavisinde kullanılan bir yöntemdir. Migren, tekrarlayan baş ağrılarına neden olan bir nörolojik bozukluktur. TMS, migren semptomlarını azaltmakta ve atakları önlemektedir. TMS’nin migren tedavisindeki etkisi ve etki mekanizmaları tam olarak anlaşılmamış olsa da, yapılan araştırmalar olumlu sonuçlar göstermektedir. Özellikle, migren atağı sırasında veya aura oluşumu öncesinde uygulanan TMS’nin etkili olabileceği düşünülmektedir. Beyine manyetik alanlar göndererek nöral aktivite etkilenebilir ve migren semptomlarının azalması sağlanabilir. Ancak, TMS tedavisi düşünen hastaların uzman bir sağlık ekibi tarafından yönlendirilmesi ve tedavinin potansiyel yararları ile riskleri hakkında detaylı bilgilendirme yapılması önemlidir. TMS, Parkinson hastalığının tedavisinde kullanılan bir yöntemdir. Parkinson hastalığı, hareket kontrolünde sorunlara neden olan bir nörolojik bozukluktur. TMS, Parkinson hastalarında motor semptomları hafifletmeye yardımcı olabilir. Parkinson hastalığındaki motor semptomların bir kısmı, bazal gangliyonlar ve motor korteks arasındaki iletişimde meydana gelen bazı bozukluklardan kaynaklanır. TMS, beyindeki nöral ağları etkileyerek bu iletişimi düzenlemeye ve motor semptomları hafifletmeye yardımcı olabilir. Ancak, TMS’nin Parkinson hastalığının tedavisindeki etkinliği halen araştırılmaktadır. Her bireyin bu tedaviye yanıtı farklı olabilmektedir. Bu nedenle TMS tedavisi düşünen Parkinson hastalarının bir uzman tarafından değerlendirilmesi önemlidir” dedi. TMS yönteminin uygulandığı rahatsızlıklarda olumlu sonuç alındığını söyleyen Hüseyinoğlu, sözlerine şu şekilde devam etti: “Nöropatik ağrı, sinir sistemindeki hasar veya bozukluklardan kaynaklanan kronik ağrıdır. TMS, nöropatik ağrıyı azaltmak için girişimsel olmayan bir tedavi seçeneği olarak araştırılmıştır. TMS, nöropatik ağrının algılandığı beyin bölgelerini hedefleyerek ağrıyı azaltabilmektedir. Nöropatik ağrı, sinir sistemindeki anormalliklerden kaynaklandığı için, TMS’nin beyindeki nöral ağları etkileyerek bu anormallikleri düzeltebileceği düşünülmektedir. TMS ayrıca, ağrıyı algılayan ve işleyen beyin bölgelerinin nöral aktivitesini düzenleyerek ağrı şiddetini azaltabilir. Beyindeki nöral ağları etkileyerek ağrıyı azaltılabilir. TMS’nin Alzheimer hastalığında ilerlemeyi yavaşlattığı ortaya çıkmıştır. TMS, bu hastalarda tek başına uygulanacak bir tedavi değil, ilaç ve diğer tedavileri bütünleyecek bir destek tedavisi olarak düşünülmelidir. Diğer tedavilerde olduğu gibi TMS’nin de ileri evre demansı olan hastalarda faydası olmamaktadır. Bu nedenle TMS tedavisi Alzheimer hastalığının erken ve orta evrelerinde planlanmalıdır. TMS, inme sonrası felçli hastaların rehabilitasyonunda kullanılan bir yöntemdir. İnme, beyin damarlarında tıkanma veya kanama sonucu beyin dokusunun hasar görmesiyle ortaya çıkan nörolojik durumdur. TMS, inme rehabilitasyonunda motor becerilerin yeniden öğrenilmesine ve iyileştirilmesine yardımcı olabilir. İnme sonrası felçli hastalarda, TMS motor kortekse veya motor bölgelere uygulanarak motor fonksiyonları iyileştirmeye yardımcı olabilmektedir. TMS, felçli beyin bölgelerini uyararak nöral plastisiteyi teşvik eder. Nöral plastisite, beyindeki sinir ağlarının yeniden düzenlenmesi ve fonksiyonel değişikliklerin gerçekleşmesi anlamına gelir. Bu sayede, felçli bölgedeki beyin hücreleri, diğer sağlam bölgelerin işlevlerini yerine getirmek üzere yeniden yapılandırılabilir. TMS, motor becerilerin yeniden öğrenilmesine ve iyileştirilmesine yardımcı olabilmektedir. TMS, bazı anksiyete bozukluğu tanısı olan hastalarda da tedaviye belirgin şekilde katkıda bulunmaktadır. Transkranyal Manyetik Stimülasyon (TMS) yöntemi, nikotin bağımlılığı ve diğer madde bağımlılıkları ile ilgili beyin yapılarını, ağlarını hedef alan manyetik darbelerin kullanımını içermektedir. Bağımlı kişinin beynin ödül işleme kısmı dengesiz haldedir. Ortaya çıkan kanıtlar, TMS’nin bağımlılıkla ilgili sinirsel devreleri doğrudan hedefleyebileceğini ve bağımlıların madde ya da sigarayı bırakma sürecinde onlara yardımcı olabileceğini göstermiştir.”
Başhekim Prof. Dr. Togan: "Havalar soğudu, üst solunum yolu enfeksiyonları arttı"
18 Kasım 2024 Pazartesi - 10:02 Başhekim Prof. Dr. Togan: "Havalar soğudu, üst solunum yolu enfeksiyonları arttı" Muğla Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi ve Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Turhan Togan, havaların soğumasıyla artış gösteren üst solunum yolu enfeksiyonları (ÜSYE) hakkında önemli açıklamalarda bulundu. Başhekim Togan, ÜSYE’nin burun, boğaz ve sinüs gibi yapıları etkileyen enfeksiyonları kapsadığını belirterek, "Bu enfeksiyonlara genellikle virüsler neden olur. Özellikle Rhinovirüsler çocuklar ve yetişkinlerde en sık görülen etkenlerdir. Diğer viral etkenler arasında Coronavirüsler, Adenovirüsler ve İnfluenza virüsler yer almaktadır. Bazı durumlarda Streptococcus gibi bakteriler de enfeksiyon nedeni olabilir" dedi. Togan, enfeksiyonların genellikle kapalı, kalabalık ve yetersiz havalandırılan ortamlarda kolaylıkla bulaştığını ifade etti. ÜSYE belirtilerinin burun tıkanıklığı veya akıntısı, öksürük, hapşırma, boğaz ağrısı, baş ağrısı, kas ağrıları, yüksek ateş, halsizlik ve ilerleyen vakalarda hırıltılı nefes gibi semptomları içerdiğini belirten Togan, “Enfeksiyon genellikle 3 haftaya kadar sürebilir. Tedavide ağrı kesici ve ateş düşürücü ilaçlar doktor kontrolünde kullanılmalıdır. Ayrıca, tuzlu veya karbonatlı suyla gargara yapmak, C vitamini ve çinko içeren gıdalar tüketmek, bol sıvı almak ve dinlenmek iyileşme sürecine katkı sağlar” dedi. Togan, üst solunum yolu enfeksiyonlarından korunmanın en etkili yolunun hijyen kurallarına uymak ve kapalı alanlardan kaçınmak olduğunu vurgulayıp, "Hapşırma ve öksürme yoluyla yayılan damlacıklar, enfeksiyonun en yaygın bulaş yollarından biridir. Elleri sık yıkamak, ortamları havalandırmak, maske kullanmak ve bağışıklık sistemini destekleyen besinlerle beslenmek korunmada önemlidir" şeklinde konuştu. Togan, uzun süre geçmeyen enfeksiyonların ciddi sağlık sorunlarına yol açabileceğine dikkat çekerek, "Şikayetler uzarsa mutlaka bir sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır. Gereksiz antibiyotik kullanımından kaçınılmalı, maske ve el hijyenine özen gösterilmelidir" uyarısında bulundu. Kış aylarında sıkça görülen ÜSYE’ye karşı toplumun bilinçli olması gerektiğini belirten Prof. Dr. Togan, sağlık kuruluşlarından destek almanın enfeksiyonlarla mücadelede en etkili yol olduğunu ifade etti.
Psikolog Sert: “Sosyal medya detoksları yapmak, zihinsel sağlığı güçlendirmek için etkili bir yöntem”
18 Kasım 2024 Pazartesi - 09:41 Psikolog Sert: “Sosyal medya detoksları yapmak, zihinsel sağlığı güçlendirmek için etkili bir yöntem” Psikolog Özge Sert, sosyal medya kullanıcılarının uygulamalarda geçirdiklerini sürelerini kısıtlayabileceklerini söyleyerek, “Bazen sosyal medya detoksları yapmak, zihinsel sağlığı güçlendirmek için etkili bir yöntem” dedi. Onma Psikoloji’den Psikolog Sert, günümüzde sosyal medyanın günlük yaşamların vazgeçilmez bir parçası haline geldiğini belirterek açıklamalarda bulundu. Sosyal medyanın kullanıcıların, başkalarının hayatlarına sürekli olarak tanıklık etmesine imkan tanıdığını kaydeden Sert, “Kullanıcılar, arkadaşlarının, tanıdıklarının ve hatta ünlülerin paylaşımlarını inceleyerek bilinçsiz bir taraftan kendilerini kıyaslama eğiliminde oluyor. Bu kıyaslamalar, bireylerin kendi yaşamlarına dair olumsuz duygular beslemelerine yol açabilir. Yapılan araştırmalara göre; sosyal medya platformlarında geçirilen zaman, özdeğer duygusunu zedeleyebilmektedir. Özellikle gençler, hayatlarını sosyal medyada gördükleri mükemmel olarak yansıtılan yaşamlarla karşılaştırdıklarında, kendilerini yetersiz hissetme riskini artırıyorlar. Bu durum da, depresyon ve kaygı bozukluğu gibi psikolojik hastalıkların ortaya çıkmasına zemin hazırlayabiliyor” diye konuştu. “Kaygı, yalnızlık ve sosyal izolasyon hissetmelerine yol açabiliyor” Sert, sosyal medyanın aynı zamanda anksiyete ve yalnızlık gibi hisleri de beraberinde getirdiğini söyleyerek, “Çeşitli araştırmalar, sosyal medyada geçirilen uzun sürelerin; kullanıcıların kaygı, yalnızlık ve sosyal izolasyon hissetmelerine yol açabileceğini ortaya koyuyor. Kullanıcılar, sosyal medyada yoğun bir şekilde bulunmanın getirdiği duygusal yüklerin farkında olmadan, bu durumun eksilerini göz ardı edebiliyorlar. Sosyal medya kullanımının sağlıklı bir şekilde yönetilmesi, ruh sağlığını korumak için oldukça önemlidir. Kullanıcılar, telefonlarının ayarlar kısmından zaman geçirdikleri uygulama sürelerini kısıtlayabilirler böylece sosyal medya kullanımını yönetebilirler. Her zaman yapamasalar da bazen sosyal medya detoksları yapmak, zihinsel sağlığı güçlendirmek için etkili bir yöntem olacaktır. Bu süreçte bireyler; dijital dünyadan uzaklaşarak, kendilerine ve sevdiklerine daha fazla zaman ayırabilir, gerçek anlarla daha çok temas kurabilirler” şeklinde konuştu. Sosyal medyanın olumsuz etkilerini en aza indirmek için bilinçli bir kullanımın şart olduğunu belirten Sert, “Sosyal medya, doğru yönetildiğinde, bireylerin sosyal bağlantılarını güçlendirebilir; ancak aşırı ve kontrolsüz kullanım, ruh sağlığını tehdit edebilir. Bu nedenle, dijital dünyada yer alırken ruh sağlığımızı da göz önünde bulundurmak önemlidir. Sosyal medya ile ilişkinizi gerektiğinde sorgulayabilir ve ihtiyaç duyduğunuzda profesyonel bir destek alabilirsiniz” dedi.
Her yıl 3 milyon kişi KOAH nedeniyle hayatını kaybediyor
18 Kasım 2024 Pazartesi - 00:22 Her yıl 3 milyon kişi KOAH nedeniyle hayatını kaybediyor Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü tarafından bilgilendirme yapılarak her yıl 3 milyon kişinin KOAH nedeniyle hayatını kaybettiği belirtildi. Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü tarafından yapılan bilgilendirmede şu ifadelere yer verildi: “KOAH (Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı), akciğer dokusunun uzun süreli hasarının yol açtığı hava yolu daralması neticesinde gelişen; öksürük, balgam ve ilerleyici nefes darlığı ile karakterize; yaygın, önlenebilir ve tedavi edilebilir bir akciğer hastalığıdır. Hastalık hakkında yapılan büyük çaplı araştırmalara göre, dünyada KOAH sıklığı yüzde 10,3 olup her yıl yaklaşık 3 milyon kişi KOAH nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Ülkemizde, 2017 yılında yapılan “Türkiye Hane Halkı Sağlık Araştırması: Bulaşıcı Olmayan Hastalıkların Risk Faktörleri Prevalansı” çalışmasında 15 yaş ve üstü yetişkinlerin yüzde 3,6’sının şimdiye kadar bir doktor tarafından KOAH tanısı aldığı tespit edilmiştir. TÜİK tarafından yayımlanan 2022 yılı verileri ise solunum sistemi hastalıklarının, yüzde 13,5 ile ölüm nedenleri arasında üçüncü sırada yer aldığını, bu ölümlerinin yüzde 4’ünün KOAH nedeniyle gerçekleştiğini ortaya koymaktadır. Tüm dünyada KOAH gelişimine neden olan en önemli risk faktörü tütün kullanımı ve her türlü tütün dumanına (sigara, nargile, puro, elektronik sigara, ısıtılmış tütün ürünleri gibi) maruz kalmadır. Hastaların yüzde 90’ndan fazlasında tütün ve tütün ürünleri temel nedendir. Bunun yanında; odun, kömür, petrol, gaz gibi fosil yakıtlarla tezek gibi biyokütle yakıtlarının dumanına maruz kalma ve hava kirliliği gibi solunum yolu irritanları da önemli risk faktörleri arasında yer almaktadır. KOAH’ın tanısı, sağlık kurumlarında basit ağrısız bir test olan “nefes ölçüm testi” ile kolayca konulabilir. Teşhis, solunum fonksiyon testleri kullanılarak hava akımında azalmaya yol açan tıkanıklığın belirlenmesi yoluyla doğrulanabilir. Öncelikli olarak belirtmek gerekir ki KOAH’ta akciğer fonksiyonlarındaki hızlı bozulmayı yavaşlattığı ispatlanan tek girişim sigaranın bırakılmasıdır. Hastalığı tedavi etmenin temel amaçları arasında hastalığın bulgularını hafifletmek, solunum yollarındaki hasarı azaltmak ve akciğerlerin oksijenlenmesini düzeltmek yer almaktadır. Bu meyanda, hastanın; Hastalık hakkında bilgilendirilmesi ve tedaviye katılım sağlaması için cesaretlendirilmesi, hastalığın seyrini kötüleştiren alevlenmelerden ve zatürreden korunması için grip ve zatürre aşılarını yaptırması, aktif yaşam biçimini benimsemesi, tütün ve tütün ürünlerini bırakması için desteklenmesi, nefes açıcı etkisi olan, “inhaler” olarak adlandırılan ve solunum yolu ile uygulanan ilaçları düzgün ve düzenli kullanması, oldukça önemlidir. Bu noktada Bakanlığımız; “Türkiye Kronik Hava Yolu Hastalıkları Önleme ve Kontrol Programı” ve birinci basamakta çalışan hekimlere yönelik “Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığını Değerlendirme ve İzlem Kılavuzunu” hazırlayarak kronik hava yolu hastalıklarının önlenmesi ve kontrolüne yönelik önemli adımlar atmıştır. Yaygınlığı ve etkisi nedeniyle bir halk sağlığı sorunu olarak kabul edilen hastalıkla mücadelede toplum farkındalığının artırılması kritik bir aşama olup “15 Kasım Dünya KOAH Günü” bu misyona hizmet etmektedir. Biz de akciğerlerinizi sağlıklı tutabilmeniz ve sağlıklı nefes alabilmeniz için; tütün ve tütün ürünlerini kullanmamanızı, soluduğunuz ortamın havasını temiz tutmanızı, düzenli ve dengeli beslenmenizi, düzenli egzersiz yapmanızı, yaş grubunuza uygun aşılarınızı yaptırmanızı, sağlığınız için geç kalmadan doktorunuza başvurmanızı, tavsiye ediyoruz."