GÜNDEM - 08 Kasım 2024 Cuma 10:37

Söğütte 2. Etap TOKİ evlerinin ihale süreci başladı

A
A
A
Söğütte 2. Etap TOKİ evlerinin ihale süreci başladı

Bilecik’e bağlı Söğüt ilçe Başkanı Ferhat Durgut, ilçelerine yapılacak olan 2. Etap TOKİ evlerinin resmi ihale sürecinin başladığını söyledi.


Söğüt ilçe Başkanı Ferhat Durgut, ilçeleri için önemli bir çalışma olacak olan 2. Etap TOKİ evlerinin resmi ihale sürecinin başladığını söyledi. Durgut, "2. Etap TOKİ evlerimizin yapım işi için resmi ihale süreci başlamış bulunmakta. Bu süreçte bizlere destek olan Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli’ye, Bilecik Milletvekilimiz Sayın Halil Eldemir’e destekleri ve emekleri için teşekkür ediyorum.“ dedi.


Öte yandan 158 adet konutun 10 Ocak günü ihalesi yapılacağı öğrenildi.


Bunlar Da İlginizi Çekebilir
İstanbul Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Altun’dan "kültürel seferberlik" çağrısı Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, "Kültürümüz adına millet olarak birlik, beraberlik içinde vereceğimiz mücadele, istiklalimizin ve istikbalimizin de teminatlarından biridir. Karşımızda kültürel sömürgeciliği norm edinen bir küresel hegemonya var. Bizim ne yerelde ne evrensel alanda mevcut kültürel hegemonya modellerinin bir benzerine daha ihtiyacımız var. Biz, evrenselde ve yerelde karşı karşıya kaldığımız sömürü ilişkilerinden muzdarip olduğumuz kültürel saldırı ve hegemonya kurma girişimlerine karşı kültürel seferberlik çağrısı yaparken, esas itibarıyla tarihsel, toplumsal ve kültürel varoluşumuzdan beslenen bir çağrı yapıyoruz" dedi. Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy ve Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, İletişim Başkanlığınca Atatürk Kültür Merkezi’nde düzenlenen "21. Yüzyılda Türkiye’nin Kültür Seferberliği" kitabının tanıtımı ve "Kaçış Yok" sergisinin açılışına katıldı. "Kaçış Yok" sergisini gezmelerinin ardından Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Altun bir konuşma yaptı. Yaşanılan çağa birçok ad takıldığını ifade eden Altun, bunlardan birinin de "hız çağı" olduğunu kaydetti. Hızın yeri geldiğinde bir olgu, yeri gediğinde bir amaç, yeri geldiğinde bir değer halini aldığı bir toplumsal sistemde bir gündelik hayat rejimi içinde yaşanıldığını belirten Altun, "Bu sistem içinde, bu gündelik hayat rejiminde bırakınız kültürü inşa girişimlerini, kültürü muhafaza girişimleri dahi zorlu bir çaba gerektiriyor. Zira kültür her şeyden önce sebatın, sükunetin, istikrarın, uzun erimli insan emeğinin ve meydan okumalarla baş etme becerilerinin sonucunda ortaya çıkan bir birikimin de adı aynı zamanda. Dahası biz bu hız çağında toplum olarak, millet olarak, ülke olarak son derece güçlü kültürel saldırı girişimleriyle karşı karşıyayız. Dünyanın bir örnekleşmesi, küresel kültürel hegemonya inşası gayretleri bu kültürel saldırı girişimlerini daha tahripkar hale getiriyor. Bu küresel bağlam içinde karşı karşıya kaldığımız kültürel kuşatma girişimlerine karşı biz Türkiye olarak bir kültürel seferberlik hamlesi içinde olmamız gerektiğine inanıyoruz. Ve çalışmalarımızı bu yönde gerçekleştiriyoruz" dedi. "Kültürümüz adına millet olarak birlik, beraberlik içinde vereceğimiz mücadele, istiklalimizin ve istikbalimizin de teminatlarındandır" Kültür ve Turizm Bakanlığının yasa dışı yollarla yurt dışına götürülen çok sayıda tarihi eseri ait oldukları topraklara, Anadolu’ya geri getirmek için büyük çaba harcadığını belirten Altun, "2002 yılından itibaren 12 bini aşkın eserin Türkiye’ye iadesi sağlanmıştır. Bu iadelerin 8 bine yakını yani yaklaşık 3’te 2’si son 6 yılda gerçekleşmiştir. Rahmetli hocamız Teoman Duralı ’Kültürsüz toplum, toplumsuz kültür olamaz’ derdi. Ne var ki, bizim gibi toplumlar yıllarca batılılaşma adı altında kültürsüzleştirme tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Aslında bu girişimler toplumun imhası girişimleridir. Cemil Meriç’in dediği gibi emperyaller tuzağa düşürmek istedikleri ülkeleri kültürleriyle fethetmez; aksine onları kültürsüzleştirerek, kültürsüz olduklarına inandırarak yok eder. Buna karşı verilen mücadele, hiç kuşkusuz onurlu bir mücadeledir. Kültürümüz adına millet olarak birlik, beraberlik içinde vereceğimiz mücadele, istiklalimizin ve istikbalimizin de teminatlarından biridir. Elbette bizi mücadeleden, birlik, beraberlik içinde kültürümüzü yaşamaktan, kültürümüzü tanıtmaktan, kültürümüzden süzülen değerleri yaşatmaktan alıkoymak için uğraşanlar da var. Bu uğraş içinde olanlar, esasında kültürel alandaki sömürü ilişkilerini kurumsallaştırmak için çabalıyorlar. Karşımızda kültürel sömürgeciliği norm edinen bir küresel hegemonya var. Bir diğer yandan bu kültürel hegemonya sistemi etnosantrizmin, ırkçılığın, ayrımcılığın, yabancı düşmanlığının dünyanın farklı coğrafyalarında yeniden yeniden üretilmesine katkıda bulunuyor. Evet, evrensel alanda karşı karşıya kaldığımız, dünya kültürlerini tehdit eden bir tehlikeden bahsediyoruz. Görünmesi, farkedilmesi dahi kolay olmayan, gündelik hayata sızmış, renksiz, kokusuz bir tehlikeden söz ediyoruz" diye konuştu. Altun’dan "kültürel seferberlik" çağrısısı Konuşmasında kültürel seferberlik vurgusu yapan Altun, "Peki, evrensel alanda karşı karşıya kaldığımız, bütün toplumları olduğu gibi bizim toplumumuzu da sömürmeye çalışan bu tahripkar kültürel saldırı girişimlerine karşı ne yapmalıyız? Küresel alanda kaynağı bizde yeni bir kültürel hegemonya hamlesine mi ihtiyacımız var? Batı kaynaklı kültürel sömürgecilik hareketlerinin gönüllü temsilciliğini yapan yerel aktörlerin takındığı tepeden inmeci, tek tipleştirici, dışlayıcı yöntemlere mi başvurmalıyız? Elbette hayır, bizim ne yerelde ne evrensel alanda mevcut kültürel hegemonya modellerinin bir benzerine daha ihtiyacımız var. Biz, evrenselde ve yerelde karşı karşıya kaldığımız, sömürü ilişkilerinden muzdarip olduğumuz kültürel saldırı ve hegemonya kurma girişimlerine karşı kültürel seferberlik çağrısı yaparken esas itibarıyla tarihsel, toplumsal ve kültürel varoluşumuzdan beslenen bir çağrı yapıyoruz. Kültürel seferberliğin kültürel hegemonyadan farkı tam da burada kendisini gösterir. Kültürel seferberlikte aşağıdan yukarıya, doğal toplumsal ve tarihsel dinamiklerle şekillenmiş, gerçek manasıyla katılımcı ve kültürel çoğulculuğu esas alan bir süreçten bahsediyoruz. Diğer tarafta tepeden inmeci, tek tipleştirici, elitler eliyle topluma dayatılan bir projeden bahsediyoruz. Bu toplum, bu millet, esas itibarıyla modern dönemde Batı dışı toplumlar, bu tepeden inmeci dayatma girişimlerinden, suni kültürel modernleşme projelerinden çok çekti" diye konuştu. "Bizlerin bir kültürel hegemonyaya karşı bir başka kültürel hegemonyaya değil, gerçek bir kültürel seferberliğe ihtiyacımız var" Programda bir anısını da anlatan Altun, "Bir gün İstiklal Caddesi’nde bir kitapçıya girdim. Hemen girişte müşterilerin en iyi göreceği yerde, terörün övüldüğü, terör propagandası yapılan kitapların sergilendiği bir tezgahla karşılaştım. Türkiye’nin kültür ve yayın dünyasını yansıtmayan ve yayın dünyasındaki çoğulculuktan eser taşımayan o ’tezgah’ bence bir ’kültürel hegemonya’ gösterisiydi. Tezgahın fotoğrafını çektim ve o fotoğrafı sosyal medyada ’Siyasi hegemonyanız bitti, kültürel hegemonyanız da bitecek’ mesajıyla paylaştım. O mesajın üzerinden sanırım 8 sene geçti. Şunu açıkça söylemeliyim ki; o gün hangi çizgideysem bugün de aynı çizgideyim. O gün olduğu gibi bugün de Türkiye’nin renklerini, Türkiye’nin çoğulculuğunu gerçek manada yansıtan bir kültürel zemine, gerçek manada bir çoğulculuğa ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. O gün olduğu gibi bugün de bizlerin bir kültürel hegemonyaya karşı bir başka kültürel hegemonyaya değil, aksine gerçek manada bir kültürel etkileşim zeminine, gerçek bir kültürel seferberliğe ihtiyacımız olduğunu savunuyorum. O gün olduğu gibi bugün de kendinden olmayanı ötekileştiren, dışlayan, hakaret eden, mahalle baskısı uygulayan ’sözüm ona kültür entelijansiyasına’ karşı bizlerin kültürel çoğulculuğu, kültürel sahiciliği savunmamız gerektiğini iddia ediyorum. O gün de, bugün de terörü övenlerin, sözüm ona ’devrimci şiddet’ adı altında terör propagandası yapanların, vandalizmi romantize edenlerin yazıp çizdiklerinin ’Türkiye gerçeği’ diye yansıtılmasının, açık ve net bir kültürel faşizm olduğuna dikkat çekiyorum. Ve bunlarla mücadele edeceğiz, etmeliyiz diyorum. Bu mücadeleyi vermeye mecburuz. Ömrünü bilime, kültüre adamış rahmetli Fuat Sezgin hocamız ’Bizler, köksüz değiliz. Derinlere kök salan bir medeniyete beşiklik etmişiz. Fakat uzun yıllar bu medeniyetin görmezden gelindiğini, hakkının yenildiğini ve yaptıklarının elinden alındığını gördüm’ derken bir çağrı yapıyordu. Bir uyanış çağrısıdır, bir seferberlik çağrısıdır. Ve bu seferberliğin de merkez üssü Anadolu’dur, Türkiye’dir. Türkiye 22 yılda bir yandan büyük badireler atlattı, öte yandan devasa atılımlar gerçekleştirdi. Vesayet odaklarıyla, terör örgütleriyle, bunları himaye eden uluslararası güçlerle hesaplaştı. Batıcı hegemonyayı tahtından indirdi. Türkiye kendi ad ve hesabına siyaset ve strateji üretmeye başladı. Bu süreçte Türkiye dönüştü, dönüştükçe de milletimiz kazandı. Türkiye büyüdü, özgürleşti, daha müreffeh hale geldi. Batıcı hegemonya ile birlikte Batıcı modernleşme paradigması da, bu paradigmanın içinden konuşarak topluma kültürel hegemonya dayatan imtiyazlı elitler de meşruiyet zeminini yitirdi" dedi. "Göreve geldiğimizden bu yana yaklaşık 8 bin eseri ülkemize, yani ait olduğu topraklara getirdik" Kültür ve Turizm Bakanı Ersoy ise yaklaşık 8 bin tarihi eserin ait olduğu topraklara geri getirildiğini belirterek, "Kültür ve Turizm Bakanlığı olarak yürüttüğümüz projelerle kültürel mirasımızı yalnızca korumakla kalmıyor, aynı zamanda uluslararası alanda daha görünür hale getirmek için çalışıyoruz. Türkiye’nin dört bir yanındaki müzeler, arkeolojik kazılar, restorasyon projeleri ve sanat etkinlikleri ile medeniyetimizi maziden atiye ulaştırıyoruz. Bu kadim topraklara ait eserleri dünyanın neresinde olursa olsun gidip alıyoruz. Dünyanın herhangi bir yerinde eğer Türkiye’ye ait bir eser sahibiyseniz artık biliyorlar ki Türkiye bunu gelip sizden alacak Bu kararlı takibimiz neticesinde eser sahipleri de artık bize ait olanı iade etmeye başladılar. Göreve geldiğimizden bu yana yaklaşık 8 bin eseri ülkemize, yani ait olduğu topraklara getirdik. 2018’den bu yana 204’ü hiç kütüphane olmayan yerlerde sıfırdan yapılan olmak üzere toplamda 524 kütüphaneyi hizmete açtık. Bu yıl Bakanlığımıza bağlı olarak hizmet veren kütüphane sayısı bin 296’ya ulaştı. Ülkemizin kültür mirasını UNESCO Geçici Miras Listesi’ne kaydettiriyoruz. Ne mutlu ki bizlere 2018 yılı da dahil olmak üzere dört alanımız listeye dahil edildi. Ülkemiz çabalarımızın bir karşılığı olarak UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Listeleri’nde 30’a ulaşan kültürel değeriyle en çok unsur kaydettiren ikinci ülke haline geldi" diye konuştu.
Diyarbakır Narin Güran cinayeti duruşmasında tanıklar dinleniyor Narin Güran cinayeti davasının ilk duruşması ikinci gününde devam ederken tanıkların dinlenmeye başlandı. Ağabey Baran Güran, mahkeme başkanının ’Evin içinde Enes böyle bir ilişkiyi görseydi ne yapardı’ şeklindeki sorusuna "Enes, Salim ile Nevzat’ın annemle ilişkisini görseydi kafalarına sıkardı, silah olmasaydı bıçakla öldürürdü" şeklinde yanıt verdi. Bağlar ilçesinin Tavşantepe Mahallesinde 21 Ağustos’ta kaybolan ve 8 Eylül’de Eğertutmaz Deresi’nde cansız bedenine ulaşılan 8 yaşındaki Narin Güran’ın öldürülmesine ilişkin tutuklu 4 sanık hakkında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma tamamlanmıştı. Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesinde dün başlayan ve ikinci gününde devam eden ilk duruşmada tutuklu sanıklar anne Yüksel, ağabey Enes ve amca Salim Güran ile komşuları Nevzat Bahtiyar ile tanıklar mahkemeye getirildi. Sanık ve tanık avukatlarının da hazır bulunduğu mahkemede sanıklardan sonra tanıkların dinlenmesi devam ediyor. Tanıklardan Narin Güran’ın ağabeyi Baran Güran, "Olayların nasıl buraya geldiğini bende bilmiyorum. Saat 19.00-20.00 gibi kardeşim Muhammet aradı haberim oldu" dedi. Mahkeme başkanının ’aile arasında gizli toplantı yapılmış’ sorusuna yanıt veren Baran Güran, "Olayda bazen bakanlar geliyordu. Misafirler geliyordu evi boşaltın diyorlardı. Görüşeceklerdi. Ben kendim şahit olmadım. Küçük yer olduğu için herkes patlıyordu, sinirleniyorlardı. Kadınlar bilseydi söylerlerdi. Ortada küçük bir kız var. Olay günü bazı kişiler bir araba geldiğini söylediler. Acaba kaçırıldı mı diye düşündük. 3-4 gün geçtikten sonra şeyhe danıştılar. Bir ağabeyi, bir kız kardeşinin önünde 7-8 saat beklettiniz adli tıp önünde. Kardeşim daha 18 yaşında, hayatı boyunca karakola gitmemiş. Cezaevi görüntülerinde dik dur Allah büyüktür dedik. O görüntüyü kim yaymış onu da bilmiyorum. Kardeşim tepeye çıkmadan önce bu pislik tarafından (Nevzat Bahtiyar) kaçırıldı. Ailem, hayatı boyunca karakol görmemişler. Bundan dolayı farklı ifadeler vermişler. En son Narin’i öptüm acaba benim DNA’da bulaşmış mıdır diye düşündüm. Konu Narin olunca annem kimseyi korumaz. Köyde bir kaç kez duydum, Nevzat Narin’e para vermiş. Çok soğuk kanlıdır, işleyebilir. Bir kaç çocuk içinde sadede Narin’e para vermiş. Nevzat, babamla araba ticaretinden dolayı bu işi yapmış olabilir. Olayın şoku ile Osman telefon kırdı, ben kafamı duvara vurdum. Annem duymasın diye gece dama çıkıp sessizce ağlıyordum. Salim Güran, amcamdır. Arama sırasında jandarma onu yanından ayırmıyordu" diye konuştu. Mahkeme başkanının ’evin içinde Enes böyle bir ilişkiyi görseydi ne yapardı’ şeklindeki sorusuna da cevap veren Baran Güran, "Ev içinde Salim’in anne ile bir ilişkisi olsa Enes, Salim ve Nevzat’ı görseydi kafasına sıkardı, silah olmasaydı bıçakla öldürürdü" ifadelerini kullandı. İfadesine başvurulan Narin’in amcasının oğlu Osman Güran ise, “Enes’le sadece o gün görüştüm. Enes’le beraber o gün köylülerle aramaya çıktık. Kaybolduğu zaman. 6 kez gittiğim yolda kırmızı terliği görmedim. Kadınların kavgasını duydum. 1 gün kolluktaydım, 6 gün nezarettiydim. Kolluk kuvvetlerinde işkence gördüm. Kolluk kuvvetleri terliğin numarasını sormuştu. Numara olarak uyuşmadığı bir gün sonra anlaşıldı" dedi. Başka bir konudan dolayı tutuklu bulunan tanık Muhammet Kaya, “Köyde aramaya başladık. Terliği bulduğum gün, ikinci gündü. Süt almaya gidiyordum yaklaşık 2,5 kilometre es geçtim. Dönüşte aldım belki onundur diye düşündüm. Kimsenin bana terliği oraya koy talimatı olmadı. Benim geçtiğim esnada biri oraya atmış da olabilir. Dönüşte tekrar üstünden geçtim. Terliği bulduğumda direk Baran’ı aradım. Sonra ağabeyimi aradım. 2-3 dakika geçmedi Baran aradı. Bayram astsubay vardı. Geldi 8 yaşındaki kız 25 numara ona ait olmadığını hiç mi anlamadınız? Terliği ben buldum. Yol üstünde jandarma yoktu. Köye gittik kalabalık vardı. Orada gösterdik artık" şeklinde konuştu. (AKK-Y)
Bursa Bursalı firmadan Ürgüp’e çevreci enerji yatırımı Türk otomotiv sektörünün kalbi Bursa’da kurulan 44 yıllık firma, Nevşehir’de çevreci yatırım için adım attı. OEM parça üretimini yakından takip ederek after-market sektöründe faaliyet gösteren şirket, Ürgüp’te 2 MWp kapasiteli bir Güneş Enerjisi Santrali (GES) kurarak, çevreye de büyük bir katkı sağlamayı hedefliyor. 2024 yılı sonuna kadar üretime geçmesi planlanan bu proje, yılda yaklaşık 91 bin ağaç kadar karbon emisyonu azaltacak. Üçel Kauçuk Genel Müdürü Mehmet Mutlu, şirketin çevresel sorumluluğa olan bağlılığını vurgularken, gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmak için çalışmalarını sürdüreceklerini belirtti. Mutlu, "Dünyamız bu gayreti hak ediyor. Gelecek nesillere daha temiz bir çevre bırakmak için üzerimize düşeni yapıyoruz," dedi. Mehmet Mutlu, GES yatırımıyla karbon emisyonlarını azaltmayı ve sürdürülebilir üretime geçişi hızlandırmayı amaçladıklarını ifade etti. Ürgüp’teki GES projesi, tamamlandığında yıllık 2.000 ton CO emisyonunu engelleyecek. Bu miktar, yaklaşık 54,8 hektarlık bir kızılçam ormanının veya 91.000 acacın yıllık karbon emilim kapasitesine denk geliyor. Mehmet Mutlu, bu projenin Türkiye’nin yenilenebilir enerji hedeflerine katkı sağlayacağını ve sanayi sektörüne çevre dostu enerji kullanımını örnek göstererek farkındalık olacağını belirtti. Mehmet Mutlu, Üçel Kauçuk’un GES yatırımını yalnızca enerji ihtiyacını karşılamakla sınırlı tutmadığını, aynı zamanda diğer şirketlere çevre dostu enerji çözümlerine yönelme konusunda örnek olmayı amaçladıklarını da söyledi. Mutlu, “Bu projeyle, sanayide çevre bilincinin artmasına ve toplumsal farkındalığın yükselmesine katkı sağlamayı hedefliyoruz,” dedi. Öte yandan, firma Türkiye sanayisine çevresel duyarlılığı aşılamak adına güçlü bir örnek oluşturuyor. "Dünya, bu gayreti hak ediyor" sloganıyla hareket eden şirket, temiz enerjiye geçiş sürecinde kararlı adımlar atmaya devam ediyor. Genel Müdür Mehmet Mutlu, bu projeyle sadece Üçel Kauçuk’un değil, tüm toplumun ortak geleceğine katkı sağlamayı hedeflediklerini de sözlerine ekledi.