ÇEVRE - 13 Ekim 2024 Pazar 10:38

Prof. Dr. Ömer Kara: “Sel ve taşkın risk haritalarının bir an önce oluşturulması gerekir"

A
A
A
Prof. Dr. Ömer Kara: “Sel ve taşkın risk haritalarının bir an önce oluşturulması gerekir"

Doğu Karadeniz Bölgesinde sel ve heyelanların oluşmasında arazi yapısının engebeli ve yüksek eğimli olmasının yanı sıra özellikle dere yataklarına yapılan binaların suyun akışını engellemesi afetlerin zarar derecesini artırdığı kaydedildi.


Trabzon’da 20 Eylül 2024 tarihinde meydana gelen özellikle Arsin, Araklı, Sürmene ilçeleri ile Yomra ilçesinin bazı mahallelerinde şiddetli yağmura bağlı yıkıcı etki yapan taşkın ve heyelanların oluşturduğu tahribatla ilgili değerlendirmede bulunan Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Orman Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ömer Kara, önemli uyarılarda bulundu.


Yerleşim yerlerinin dere yataklarına inşa edilmesi, dere ıslah çalışmalarındaki yetersizlikler ve köprü- menfez gibi sanat yapılarının yetersiz kalarak tıkanması afetin boyutunu olumsuz etkilediğini kaydeden Kara, “Sel ve heyelanlarda en önemli faktörlerden biri yağışlar. O dönemde günde metrekareye yaklaşık 160 kilogram civarında yağan yağış üst havzalardan toplanarak aşağıda çıkış noktasında (mansap bölümünde) tahliye olamadığı için eğimi düşük alanlardaki hem yerleşim yerlerini hem yolları kaplamak suretiyle büyük zararlar meydana getirdi. Sel ve heyelanların alt bölümde görülmesi üst havzada yapılan yanlışların bir neticesi oluyor. Çünkü yukarı kısımda yağan yağışlar gür bir orman örtüsü altında yüzeysel akışa geçmeden büyük bir bölümü yavaş yavaş süzülerek taban suyu olarak dereye ulaştığında böyle afetlerin yaşanması söz konusu olmaz" dedi.


Doğu Karadeniz Bölgesinde bu tür yıkıcı afetlerin yaşanmasının topografik yapının yüksek eğimli ve engebeli olması, şiddetli yağışlar ve yanlış arazi kullanımında ileri geldiğini belirten Kara, "Örneğin yerleşimlerin dere yataklarına inşa edilmesi, dağınık ve plansız yapılaşmasının etkisinin büyük olduğunu belirtti. Özellikle derenin akış güzergâhına evlerin yapılması, suyun akışını engelleyici yapılar bu afetlerin daha şiddetli bir yaşanmasına sebep oluyor” dedi.


Türkiye’nin coğrafi yapısı itibariyle heyelan bakımından en riskli bölgenin Doğu Karadeniz Bölgesi olduğunu bölgenin heyelan risk haritalarının acilen çıkartılması gerektiği belirten Kara, “Diğer bir konuda önemli eksiklerimizden bir tanesi sel ve taşkın risk haritalarının oluşturulamamış olması. Eğer bunlar oluşturulsa hangi bölgelerde ne gibi tedbirler alabileceğimiz daha önceden belirlenip ona uygun planlamalar yapılabilir. Oradaki parametreler oranın jeolojik yapısı toprak yapısı eğim durumu ve yağışlar bütün bunlar bir arada değerlendirilerek oluşturulacak risk haritalarında hangi bölgelerde yüksek yağışlarda risk meydana gelebileceği önceden tahmin edilip örneğin oradaki yerleşimi de yol ağını da ona göre planlamak mümkün olabilir” diye konuştu.



"İklim değişikliği önemli bir faktör"


Son yıllarda artan hava sıcaklıkları ve iklim değişikliği sellere zemin hazırladığını ifade eden Kara, “Belki anlık buharlaşma değil de iklim değişimine bağlı olarak, bazı yerlerde adeta kurak, çöl iklimine yakın bir durum varken bazı yerlerde afet derecesinde şiddetli yağışlar meydana geliyor. Bu nu da iklim değişikliğin bir neticesi olarak söyleyebiliriz. Çünkü bu bölgede yaşanan genel halin çok dışında ekstrem durumlarda görülebiliyor. Buna da tabi ki sellere zemin hazırlamış oluyor” dedi.


Orman ve mera alanlarının tarım arazisine dönüştürülmesi sel ve taşkınları artırmada etkili olduğuna dikkat çeken Kara, “Sel ve heyelanlar bölgemizde özellikle yerleşim yerleri arttıkça ve yanlış arazi kullanımı meydana geldikçe örneğin, bir yerin devamlı orman örtüsünün altında olması gerekirken oralar açılıp tarıma dönüştürüldüğü zaman yerleşime dönüştürüldüğü zaman tabi ki bunlar artırıcı etkide bulunuyor. Bu olumsuzluklara son zamanlarda herkesin şahit olduğu küresel iklim değişikliği ve buna bağlı ekstrem hava şartları da eklenince afet boyutunda sel ve taşkınlar yaşanmaktadır” diye konuştu.



"Suyun geçtiği yerlere bina yapılmamalı"


Suyun geçtiği yerlere bina yapılmaması gerektiğini kaydeden Kara, dere mecralarına, suyun geçtiği yerlere binalar yapılmaması aynı zamanda yol ağlarının düzgün planlanması gerektiğini belirtti. Kara, ayrıca yanlış arazi kullanımının önlenmesi gerektiğine dikkat çekerek herkesin bilinçli davranıp üzerine düşen görevi yaptığı takdirde sel ve taşkınlardan daha az zarar görüleceğini belirtti. Kara, vatandaşların, yerel yönetimlerin ve genel yönetimin üzerine düşen görevleri yapması gerekli olduğunu sözlerine ekledi.



Prof. Dr. Ömer Kara: “Sel ve taşkın risk haritalarının bir an önce oluşturulması gerekir"

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Ağrı Kas hastası çocuğunu kabeden Mehmet öğretmen, hayatını özel gereksinimli çocuklara adadı Kas hastalığı nedeniyle 13 yaşındaki çocuğunu kaybeden Mehmet İrim, gittiği her okulda özel eğitim sınıfları açtırarak, öğretmenlik hayatını özel gereksinimli çocukların eğitimine adadı. Ağrı’da 37 yıldır öğretmenlik yapan Mehmet İrim, 13 yaşındayken kas hastalığı nedeniyle çocuğunu kaybettik sonra hayatını özel durumu olan öğrencilere adadı. Görevine okul müdürü olarak devam eden İrim, Şeref Saraçoğlu İlkokulu’na atandıktan sonra yaptığı girişimlerle Milli Eğitim Müdürlüğü ve Kızılay’ın da destekleriyle okuluna 2 özel eğitim sınıfı açtırdı. 13 tane özel gereksinimli çocuğa donanımlı sınıflarda ve alanında uzman öğretmenlerle eğitim imkanı sunan Mehmet İrim, çocukları her sabah okul kapısında sevgiyle karşılıyor. Çocukların kendisine gösterdiği sevgiyle okuldaki günlerini geçiren İrim, öğretmenlere de örnek oluyor. “Eve iş götürülen tek meslektir öğretmenlik” Çocuğunu 13 yaşındayken kas hastalığı nedeniyle kaybettikten sonra gittiği her okulda özel gereksinimli öğrencilerin eğitimi için girişimlerde bulunarak sınıflar açtıran Okul Müdürü Mehmet İrim, “Benim engelli bir çocuğum vardı. 13 yaşında kaybettim. bu yüzden her gittiğim yerde böyle çocuklara yardımcı olmak istedim. Hangi okula gittiysem orada sınıflar açtım. Şu an 4 tanesi otizmli olmak üzere 13 tane öğrencimiz var. Asıl bu çocukların eğitime ihtiyacı var, bir şekilde topluma kazandırılması gerekiyor. Diğer çocuklar eğitimlerini her türlü alır ama bu çocuklar daha özel bir şekilde eğitim görmeli. Ben bu düşünceyle her gittiğim yerde yardımcı olmaya çalışıyorum. Ben bu okula geldiğimde sınıf yoktu. Milli eğitim Müdürlüğü ve Kızılay’ın girişimiyle sınıf açtık buraya. Şu anda öğrencilerimiz bu sınıflarda eğitim görüyor. Bu çocuklar taşımayla geliyor. Evlerinden alınıp tekrar evlerine bırakılıyorlar. Bizim velililerimiz çocukların durumundan çok memnun. Sınıflarımızın fiziki durumu çekiyi, öğretmenlerimiz uzman öğretmen. Öğretmenlik bir ideal mesleğidir, sevgi mesleğidir. Çocukları sevmeden bu meslek yürümez. Bu meslek kutsal bir meslek. Eve iş götürülen tek meslektir öğretmenlik. Tüm arkadaşlarımın öğretmenler gününü kutluyorum” dedi. Şeref Saraç İlkokulu’da Özel Eğitim Öğretmeni olarak görev yapan Kezban Şahin, özel gereksinimli çocukların sevgi, sabır ve emeğe ihtiyaç duyduğunu belirterek, “Müdürümüzün girişimleriyle bu sınıflarımız açıldı. Bu sınıflar çocuklarımız için çok iyi. İmkanlarıyla sınıfımızı çok güzel donatmışlar. Çocuklar burada hem ders çalışma hem de güzel vakit geçirme açısından çok iyi imkanlara sahip. bizim açımızdan da her materyale ulaşabilmemiz açısından çok güzel. Bu çocuklar 1’inci sınıftan 4’üncü sınıfa kadar buradalar. Öğrencilerin özel öğrenme güçlükleri değişiyor ama ilerleme gösteriyorlar. Bunun için zaman, sabır ve emek gerekiyor. Bizler de bu doğrultuda ilerlemeye çalışıyoruz” ifadelerine yer verdi.
Antalya Antalyalı kadınların imece usulü kış mesaisi Antalyalı kadınlar atalarından kalan geleneklerini sürdürüyorlar. Her yıl olduğu gibi Antalya’nın Akseki ilçesinde bir araya gelen ev hanımları erişte ve çorbalık keserek dibek taşında buğday dövme geleneklerini sürdürüyorlar. Kış ayına girdiğimiz bu günlerde kışlık eriştelerini ve çorbalık buğdaylarını hazırlayan kadınlar, tüm bunları mutlaka imece usulü yaparak birbirlerine yardımlaşmada da bulunuyor. Antalya’nın Akseki ilçesinde, kış sofralarının vazgeçilmez lezzetleri arasında yer alan “erişte” yapımı ve tarihi dibek taşında buğday dövme geleneği imece usulü sürüyor. Kış hazırlıkları içinde bir araya gelen kadınlar, kışın bolca tüketilen erişte ve buğday çorbası için komşuları ile birlikte hummalı bir çalışma yapıyor. “800 yıllık dibek taşında buğday dövme geleneği” Akseki’nin tarihi geleneklerinden biri olan ve asırlardır süre gelen buğday dövme geleneği günümüzde halen devam ediyor. Akseki’nin Hocaköy mahallesinde yaşayan kadınlar, 800 yıllık dibek taşında, ağaç tokmaklarla atalarından kalan buğday döv me geleneklerini sürdürüyorlar. “Dibek taşına 8 kilogram buğday konur” Atalarından kalan geleneklerini halen sürdürdüklerini anlatan Hocaköy mahallesi halkından ev hanımı Şenay Zorlu, “Dibek taşında buğday dövme geleneğimiz atalarımızdan kalan bir gelenektir. Taşta ortalama 7-8 kilogram buğday dövüyoruz. Dibekte buğday dövme işlemi mutlaka iki kişi karşılıklı olarak ağaç tokmakla yapılır. Tabi ki oldukça zahmetli iş. Dövme işimiz bir kaç saat sürüyor. Atalarımızdan kalma dibek taşında buğday dövme geleneğinden vazgeçmedik. Yöreye özgü keşkek çorbası, aşure çorbasını buğdayı döverek yapıyoruz. Dibek taşında döverek yaptığımız yemeklerin lezzeti daha güzel oluyor" dedi. “İmece usulü yapılıyor” Her yıl sonbahar aylarında bayanlarla toplanıp imece usulü ile buğday dövdüklerini söyleyen Zorlu, "Köy meydanında bulunan dibeğin ne zaman konulduğunu bilen yok. Dibek taşı köyümüz kurulduğunda köy meydanına konulmuş. Köyümüzün kuruluşundan buyana buğday dövme geleneğimizi sürdürüyoruz. Nesilden nesile bu gelenek devam edecek. Bu dibek Yaklaşık 800 yıllık olduğu söylenmektedir. Bu dibeğin ne zaman konulduğunu bilen yok” diye konuştu. “Dibekte dövülen buğdayın ayrı bir lezzeti var” Taş dibekte dövülen buğdayın lezzetinin tarif bile edilemeyeceğini söyleyen Zorlu, “Buğdayı zaten kendimiz ekip yetiştiriyoruz. Buğday da ata tohumu buğdaylarımızdır. Birde taş dibekte dövülen buğdayın ayrı bir lezzeti, tadı vardır. Taş dibeğe döktüğümüz buğdayı saatlerce dövüyoruz. Dinlenerek, yardımlaşarak dövme işini gerçekleştiriyoruz. Bunun çorbasını ve keşkeğini yapıyoruz” şeklinde konuştu. “Buğday dövülerek kepeği alınıyor” Hocaköy mahallesi halkından Hayriye Çelik de yardımlaşarak yaptıkları taş dibekte buğday dövme işleminin yüzyıllardır yapıldığını ifade ederek, " İki kişi karşılıklı olarak ağaç tokmaklarla dövüyoruz. Buğday dövme işi birkaç saat sürüyor. Buğdayı dövdükçe kepeği ortaya çıkar. Daha sonra kepeğini alıyoruz. Kepeği alınmazsa lezzeti olmaz. Sonra sıcak suda yıkayıp kurutuyoruz.. Bu iş kesinlikle yalnız olmaz. Mutlaka yardımlaşarak yapıyoruz. Kışın ise sofralarımızdan eksik etmediğimiz keşkek ve çorbasını yapıyoruz. “Erişte geleneği” Antalya’nın Akseki ilçesinde ev hanımları kış mevsimi öncesinde ilçe merkez ve köylerde yaşayan ev hanımları bir araya gelerek kışlık eriştelerini kesiyorlar. Un, süt ve yumurta karışımı ile açılan hamurlar ekmek pişirilen saçlarda hafif olarak pişiriliyor. Daha sonra ise senitlerin üzerinde bıçakla makarna şeklinde kesilen erişteler kuruduktan sonra alınarak saklama kaplarına konuyor. Yıllardan beri gelenek haline getirilen ve 3-4 komşunun yardımlaşmasıyla kesilen erişteler, kesildikten sonra gölgede kurutulup, kışın pişirilerek sofradaki yerini alıyor. Akseki’de yaşayan kadınlar her yıl aynı şekilde kışlık yaptıklarını belirterek “Bir araya gelip imece usulü çalışıp kışlığımızı yapıyoruz. Hem aile bütçemize katkıda bulunuyoruz. Hem de sağlıklı besleniyoruz. Erişte süt, yumurta ve un karışımından yapılıyor. Erişte yapımı atalarımızdan kalan bir gelenektir” diye konuştular. “Kış sofralarının vazgeçilmezi" Aksekili kadınlar her yıl olduğu gibi kış hazırlıkları çerçevesinde erişte yapımına başladıklarını söylediler. Eriştenin kış sofralarının olmazsa olmazı, vazgeçilmezi olduğunu anlatan, Fatma Kara “Biz erişteyi makinalarda yapmayız. Ellerimiz ile kıyarak yapıyoruz. Tabii bu yalnız yapılacak iş değil. Komşularımız ile bir araya gelerek sırayla imece usulü yapıyoruz. Erişte makarna gibi ama kendi el emeğimiz eriştelerimiz daha güzeldir” diye konuştu. “Lezzetli eriştenin sırrı yumurta” Eriştenin lezzetinin sırrının yumurta olduğunu dikkat çeken Kara, “Un, süt ve yumurta ile yapılan erişte çok lezzetli olur. Biz eriştenin hamurunu su ile yapmıyoruz. Su ile de hamuru yapılır ama lezzetli olmaz. Bunun sırrı süt ve yumurtadır. Süt ve yumurtadan yapılan erişte çok daha lezzetli oluyor. Besleyici ve doyurucu özelliği de var." dedi Kara, “Hamur kıvamını alıncaya kadar yoğrulduktan sonra oklavalarla açılan hamur tahtalar üzerinde kesiliyor, sofra altlarına serilerek gölgede kurutuluyor” dedi. “Mahallede her gün sırayla bir kişiye” Akseki’nin Boğaz mahallesinde komşuları ile bir araya gelerek erişte yapan Gülcan Pantır, kışın sofraların vazgeçilmezi, olmazsa olmazlarından erişteyi yapmak için her yıl komşularla bir araya gelerek imece usulü kışlık eriştelerini hazırladıklarını söyledi. Pantır, "Mahallede her gün sırayla komşularımız ile bir birimize erişte yapıyoruz. Erişteyi yalnız yapmanız mümkün değildir. Mutlaka yardımlaşarak yapılır.." diye konuştu. “Çocuklar için önemli besin kaynağı” Kışın sofralarda çorba ve pilav olarak yerini alan eriştenin Akseki’de yoğun olarak tüketildiğini belirten Pantır, “Erişte bizim kışlık yemeğimizdir. Kış yemeklerimizden olan erişte özellikle çorba ve pilavda kullanılıyor.. Çocuklar içinde oldukça besleyicidir. Bizim mahalle sakinleri olarak komşularımız arasında dayanışma geleneği devam ediyor. İmece usulü yapıldığı için pek yorucu olmuyor. 120 tane yumurtadan ise 30 kilogram erişte yapılıyor” diye konuştu.