EĞİTİM - 05 Mayıs 2024 Pazar 12:36

Kayı Boyu’ndan bugüne gelen ‘kös oyunu’ Türk Ocağı’nda öğretildi

A
A
A
Kayı Boyu’ndan bugüne gelen ‘kös oyunu’ Türk Ocağı’nda öğretildi

Eskişehir’deki Türk Ocağı’nda, Kayı Boyu’ndan bugüne gelen ve geleneksel bir tahta oyunu olan ‘kös’ katılımcılara öğretildi ve tarihçesi anlatıldı.


Yaklaşık 8 asırdır Anadolu’da varlığını sürdüren ve Kayı Boyu’nun Kara Keçeli Yörükleri’nden kaldığı öğrenilen kös oyununun oynanışı Türk Ocakları’nda katılımcılara öğretildi ve tarihçesi anlatıldı. Çocukluğundan beri kös oynadığını belirten Bekir Ok, bu oyunu öğreten az sayıda kişilerden biri olduğunu dile getirdi. Kütahya’dan Eskişehir’e sırf kös oyununu anlatmak için geldiğini belirten Ok, bu oyuna geçmiş nesillerin sahip çıktığı gibi günümüzdeki vatandaşların da sahip çıkması gerektiğini söyledi.



“Bu oyun genellikle Ramazan aylarında oynanıyor”


Kös oyununu öğretmek ve tarihçesini anlatmak için Eskişehir’deki Türk Ocağı’na gelen Bekir Ok, bu oyunun Kayı Boyu’nun Kara Keçeli Yörükleri’nden günümüze geldiğini belirterek, “Oyunun kökü, Türklere dayanıyor. Tabii bu oyun zamanla köyde, halk arasında hayvan otlatmak için mi gittiklerinde meralarda oralarda zaman geçirmek için oynanan bir oyun. Bu oyun stratejiye dayalı zihin geliştirmeye yönelik bir oyun. Çünkü oyunun içerisinde plan yapılması gerekiyor. Burada maksat karşılıklı erlerimizi yok etmek. Bir nevi küçük savaş diyebiliriz bu oyuna. Şu anda ben 51 yaşındayım. Bundan 30 sene önce daha çok oynanıyordu bu oyun. Köy odalarında Ramazan aylarında bayan, erkek, gençler arasında oynanıyordu. Ama son 10 yıldır 15 yıldır bu oyun ekseriyetle Ramazan aylarında oynandı. Ramazan gecelerinde ve gündüz oruçluyken zaman geçirmek için oynanan bir oyun haline geldi. Ramazan gecelerinde ise sahura kadar gruplar halinde oyun oynanmaya devam ediyor. Bu oyunu oynayan ortalama yaş şu anda 35 ila 80 yaş arasında” ifadelerine yer verdi.



"Amacımız bu köslerle çomaklık atış şekillerine göre bu erleri yok etmek"


Kös oyununun tarihçesinin yanı sıra nasıl oynandığını da katılımcılara anlatan Bekir Ok, “Kös oyununun oyun aletleri 4 tane çomaktan oluşur. Bunların en uzunu 23 santimden fazla olmayacak şekildedir ve bombelidir. Ağaçların bir tarafı düz, uç kısımları da biraz çeltiktir. Bu 4 çolakla oynanır. Bu 4 çomağı havaya atarak onların geniş şekillerine göre onların isimleri var. Kös, iki linç, üçü lünç, ak dört ve altı. Bunun geliş şekline göre bir de bizim savaş alanımız var. Orada alanın sol tarafında 20 delik, sağ tarafında yine bir 20 delik. Burada 10 tane çomak vardır. Biz bunlara er yani asker deriz. Oyunda amacımız bu köslerle, çomakların atış şekillerine göre bu erleri yok etmek” dedi.



Kayı Boyu’ndan bugüne gelen ‘kös oyunu’ Türk Ocağı’nda öğretildi

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Rize Tarihi serenderler otel odası oldu Rize’de geçmiş dönemlerde daha çok yiyeceklerin saklanması için kullanılan serenderler otel odası oldu. Genelde üst kısmında yiyeceklerini kemirgenlerden korumak için sakladığı, alt kısmını da çoğunlukta ahırda yetiştirdikleri hayvanlar için yazdan hazırladıkları otları koymak için kullandığı ahşap serenderler artık tarih olmaya başladı. Genel itibariyle 4 direk üzerine kurulan oda şeklinde olan ve oturtulduğu direklere kemirgenlerin tırmanmaması için tekerleğe benzer yuvarlak bir ahşap ile kesişen serenderler aynı zamanda bir zenginlik göstergesiydi. Birçok evin yakınına kurulan bu serenderlerin alt kısımları da ahırda bakılan büyükbaş veya küçükbaş hayvanların yemesi için saklanan otlarla doldurulurdu. Unutulmaya yüz tutmuş bu yerel mimari Rizeli aile için fikir kaynağı oldu. Rize’nin Ardeşen ilçesi Fırtına Vadisinde yaşayan Recep Kurtoğlu ve oğulları, çürümeye yüz tutan ve Doğu Karadeniz’in geçmiş dönemde vazgeçilmezi olan bir serenderi satın alarak köylerinde ki araziye yerleştiremeyince farklı bir alana yerleştirdiler. Aile genellikle yakın akrabaları ve arkadaşları ile çay içmek için serenderi kullanmaya başladı. Sonrasında talep artınca serenderi otel odasına çevirdi. Alt kısmını lavabo, salon ve mutfağa çeviren aile üst katını ise yatak odasına ayırdı. Talep arttıkça harekete geçen Kurtoğlu ailesi, tamamen doğallığı bozmadan yaptıkları serenderlerin sayısını 5’e kadar çıkarttı. “Orijinalini hiç bozmamaya çalıştık” Orjinalliğini bozmadan serenderleri otel odası olarak kullanmaya başladıklarını ifade eden Recep Kurtoğlu, “Aslında ilk önce evimin önüne koymak için almıştım. Tarihi eserleri seviyorum. Sığmayınca buraya getirmek zorunda kaldık. Çocuklar özellikle burayı istediler. Başta ticari amaçlı değildi. Sırf kendimiz için yapmıştık. Tamamen doğaldan yanayız. Her şeyi otantik yapmaya çalıştık. Bunlar en az 150-200 yıllık yapılar. Orijinalini hiç bozmamaya çalıştık. Orijinalliğini bozmadan eskiyi canlandırmak istedik” dedi. “Rize hayatını burada yaşatıyoruz” Gelen misafirleri şehir hayatından uzaklaştırarak Rize hayatını yaşattıklarını belirten Burak Kurtoğlu, “Buranın en büyük özelliği tamamen doğal olması. 150-200 yıllık yapılarımız var burada. 5 ayrı serender evimiz mevcut. Hiçbirinde çivi bile yok. Eskilerimiz tahtaların birbirine geçirerek yapmışlar. Zamanında bunlar kiler olarak kullanılmaktaydı. Eskiler mısır gibi ürünler öğüttükleri zaman fare gibi haşereler ulaşamaması için serenderlerde saklanırdı. Asıl kullanım amacaı oydu. Yöremizde çokça mevcuttu. Sahipleri bir kısmını kırıp odun yapmaya başladılar. Bir kısmı çürütmeye başladı. Değeri kalmadı. Bu olay zaten karambole gelişti. Öncelikle bu işe girmemize sebep olan arkadaş serenderi çürütüyordu. Eski sahibi bakamadığı için bize sattı. Köyümüze büyük geldiği için orada kullanamadık. Düz bir alana kurup arkadaşlarımız gelip çay içeriz amacıyla buraya kurduk. Sonrasında neden konaklamaya çevirmiyorsunuz gibilerinden çok talep olunca neden olmasın dedik. Bir tane ile başlamıştık. Şu anda 5 adet farklı serender evimiz mevcut. Rize’nin farklı köylerinden serender evleri aldık buraya taşıdık. Doğallığını bozmadan buraya dizdik. İçini de otel hizmeti verebilecek şekilde dizayn ettik. Buranın en büyük özelliği doğal olması. Buraya gelen insan 2-3 gün olsa bile şehir hayatından uzaklaşıyor. Rize hayatını burada yaşatıyoruz” ifadelerini kullandı. “Burada uyumak benim için tarif edilemeyecek bir duygu” Kaan Kurtoğlu ise serenderlerin tarihine dikkat çekerek “Serender yaklaşık 150 yıllık. İçine girdiğin andan itibaren ahşabın kokusunu alıyorsunuz. Özellikle yağmurlu havalarda burada uyumak benim için tarif edilemeyecek bir duygu. Gelen insanlarda bu şekilde düşünüyor. Bu serenderler eskiden kiler olarak kullanılıyordu. Buzdolabı olmadığı için insanlar gıda ürünlerini burada saklarlardı. Bunlar yerden yüksek olduğu için fare gibi hayvanlar gıdalara ulaşamıyordu. Bu şekilde kullanılıyordu” şeklinde konuştu.
Zonguldak Rektör Özölçer’den 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı mesajı Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İsmail Hakkı Özölçer, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı münasebetiyle bir mesaj yayımladı. Rektör Özölçer mesajında şu ifadelere yer verdi: “19 Mayıs, kadim Türk milletimizin tarih sahnesine adım attığı ilk andan itibaren aşkla bağlandığı bağımsızlığını aynı ruhla dünya sahnesine ilan ettiği asil günün adıdır. Övünç kaynağı tarihimizin dönüm noktası olarak bilinen Gazi Mustafa Kemal’in Samsun’a attığı ilk adım, milletimizin umudu ve karanlığın aydınlığı olurken millî devletimizin de müjdecisi olmuştur. 105. yıl dönümünü gurur ve mutluluk içinde kutladığımız bugün; aziz milletimizin kahramanlık beratı, devletimizin payidarlığının nişanı ve cumhuriyetimizin emaneti gençliğin meşalesidir. Ulu Önder Atatürk’ün yarınların umudu olan Türk gençliğine ithaf ettiği bu kutlu gün gençliğe duyduğu güvenin timsalidir. Güçlü Türkiye yüzyılında aydınlığımız olan gençlerimizin bilimde, sanatta, sporda ve hayatın her anında kazandığı zaferler ile insanlığa sunduğu nitelikli üretimler ‘Muhtaç olduğun kudret damalarındaki asil kanda mevcuttur’ sözünün göstergesidir. Ülkemizin teminatı olan gençlerin geleceğini emin adımlarla şekillendirdiği üniversiteler olarak bizler de üstümüze düşen sorumluluğun her daim farkındayız. Bu farkındalığın önemini bilerek aklın ve bilimin kılavuzluğunda çağdaş, vatansever, çalışkan, üretken, inancına ve kültürüne bağlı bir ülküyle birlikte ülkemizi muasır medeniyetlerin üstüne taşıyacak gençleri yetiştirmeyi görev addediyoruz. Bu duygu ve düşüncelerle necip milletimizin 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nı canı gönülden kutluyor; başta ülkemizin banisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve kahraman silah arkadaşları olmak üzere tüm aziz şehitlerimizi saygı, minnet ve rahmetle yâd ederken gazilerimize de sağlıklı bir ömür diliyorum.”
Trabzon 100 yıldır değişmeyen lezzet Tarihi İpek yolu güzergahındaki Zigana Dağı eteklerinde, bozulmamış doğasıyla ilgi gören Hamsiköy’de yapılan sütlaç 100 yıldır değişmeyen lezzetiyle yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor. Trabzon’un Maçka ilçesine bağlı Hamsiköy’de tarihi 1924’li yıllara dayanan sütlaç yerli ve yabancı turistlerin vazgeçemediği lezzet geleneğini sürdürüyor. Farklı flora yapısından beslenen hayvanlardan elde edilen süt, pirinç ve şekerle buluşup sütlaca dönüşünce son yıllarda bölgeye gelen Arap turistleri de lezzetiyle kendine çekiyor. 2017 yılında Türk Patent Enstitüsünce tescillenerek coğrafi işaret belgesi almasının ardından marka değeri daha da artan Hamsiköy sütlacı yurt dışında da tanınmaya başladı. Hamsiköy’de bulunan imalatçılar tarafından her gün taze olarak üretilen sütlaç Türkiye’nin birçok iline gönderiliyor. "Kimisi kızarmış kimisi sade seviyor" 4 mevsim yaşattığı doyumsuz manzarasının yanı sıra sütlacıyla da ilgi odağı olan Hamsiköy’de sütlaç imalatçısı olan Gökhan Yılmaz, geleneksel tarifleri öne çıkarmasıyla bilinen Taste Atlas (Lezzet Atlası) adlı web sitesinin dünyada yaptığı araştırmada pirinçli sütlü tatlılar arasında sütlacın birinci sırada yer aldığını hatırlattı. Hamsiköy sütlacını diğer sütlaçlardan ayıran özellikleri sıralayan Yılmaz, “Yapımı tamamen Hamsiköy’deki sütlerden yapılıyor. Önce sütü kazanda kaynatıyoruz. Bu kaynatma işlemenin ardından pirinci ve şekerini ekliyoruz. Yaklaşık 2 saat pişme süresi oluyor. Tabi bunun yanında ustalıkta önemli. Ustanın Hamsiköy sütlacını bilmesi gerekiyor. Son olarak fırında üstünü kızartma işlemine geçiyoruz. Kimisi sade kimisi ise kızarmış seviyor. Her iki şekilde servis yapabiliyoruz” dedi. Hamsiköy sütlacının püf noktalarından bahseden Yılmaz, “Yapım aşaması ve sütünün kaymaklı olması Hamsiköy sütlacını diğer sütlaçlardan ayırıyor. Son yıllarda özellikle Arap turistlerin ilgi odağı oldu. Her yıl bu sayı giderek artıyor. Bu yıl da misafirlerimizi bekliyoruz” şeklinde konuştu. "Sütlacımızın farkı sütümüz" Sütlaç imalatçısı Cemal Usta ise Hamsiköy’e son dönemlerden ilgi olduğunu kaydederek, “Hamsiköy sütlacına son dönemlerde ilgi var. Gelen misafirlerimizden çok olumlu yorumlar alıyoruz. Hamsiköy sütlacının püf noktası doğal olması” diye konuştu. Ferit Alkurt isimli sütlaç ustası da, “Hamsiköy sütlacının en önemli özelliği doğal ve bin bir çiçekten yapılıyor olması. Bu sütten başka yerlerde sütlaç yapsak olmaz. Buranın havası ve doğasından kaynaklanıyor” ifadelerini kullandı. Sütlaç ustası Murat Bülbül ise, Hamsiköy sütlacına Türkiye’de de çok yoğun ilgi olduğunu dikkat çekerek, “Dünyada yapılan bir yarışmada sütlaç birinci sırada yer aldı. Bizde Hamsiköy sütlaçları olarak bundan gurur duyduk. Hamsiköy sütlacını da diğer sütlaçlardan ayıran en önemli özelliklerden bir tanesi sevgiyle yapılması. Türkiye’den çok yoğun ilgi var. Değişik illere sütlaç gönderiyoruz. Arap turistlerde burayı çok seviyor. Hem doğası hem de sütlacımız için burayı tercih ediyorlar” dedi.
İstanbul Bahçelievler’de 2 kadın hırsız altın dolu kasayı alıp götürdü Bahçelievler’de kimliği belirsiz iki kadın, öğle saatlerinde girdikleri evden içinde yaklaşık 1 milyon 500 bin lira değerinde altın ve nakit bulunan kasayı çaldı. Hırsızların kasayı çanta ile çaldıkları o anlar ise güvenlik kamerasına yansıdı. Olay, 8 Mayıs’ta saat 14.00 sıralarında Bahçelievler Mahallesi Komik Hasanefendi Sokak üzerindeki bir apartman dairesinde meydana geldi. İddiaya göre, kimliği belirsiz iki kadından biri, İsa Koşan’ın yaşadığı apartmana girerken diğer kadın kapıda beklemeye başladı. Dairede kimsenin olmadığını fark eden bir şüpheli, kapıdan içeri girdikten sonra odadaki dolabı açarak içerisinde yaklaşık 1 milyon 500 bin lira değerinde altın ve nakit olan kasayı aldı. Kasayı çantaya koyarak daireden ayrılan şüpheli ile kapıdan gözlemci olarak bekleyen kadın hızla uzaklaşarak kayıplara karıştı. Çocuğu ve eşiyle sağlık ocağından dönen İsa Koşan ise kasasının dolabından çalındığını görünce büyük bir şok yaşadı. Koşan, durumu polis ekiplerine bildirirken hırsızların kasa ile birlikte evden uzaklaştığı o anlar çevredeki işyerinin güvenlik kamerasıyla görüntülendi. Görüntüde, kadın hırsızların kasayı çantaya koyarak apartmandan ayrıldıkları görülüyor. “Yaklaşık olarak 1 milyon 500 bin lira zararım var” Hırsızlıkla ilgili konuşan İsa Koşan, “Olay 8 Mayıs Çarşamba günü oldu. Çocuğumun aşısı olduğu için saat 13.30 gibi sağlık ocağına gittik. Daha sonra 15.30 gibi eve geldiğimizde odada dolabın kapısının açık olduğunu gördüm. Eşimin pantolonlarımı alıp ütülediğini düşündüm ama kasamızın olmadığını gördüm. Kamera kayıtlarından baktığımızda iki tane kadının eve girip 25 dakika içinde çıktığını ve gittiğini gördük. Kasa da onların elindeydi. Daha sonra karakola gittik. Polis ekipleri kamera kaydını aldılar. Bir yere dokunmamamızı istediler. Olay yeri inceleme ekipleri geldi. O gün kapıyı kilitlememiştik. Sağlık ocağına hızlı bir şekilde gideceğimiz için ve çocuk da ağlıyordu. Kapıyı açıp girmişler. Yaklaşık olarak 1 milyon 500 bine yakın zararım var. İçinde rahmetli annemden kalan altınlar, eşimin düğünde takılan setleri, çocuğumun altınları, paralar vardı. Manevi olarak da rahmetli annemin görüntüleri, eşim ile düğün görüntülerimiz, çocuğumuzun doğum videoları da kasanın içindeydi. Direkt kasayı alıp çıkmışlar” dedi.