MAGAZİN - 25 Ağustos 2013 Pazar 12:42

Meryem Uzerli Ayşe Arman'a konuştu

A
A
A
Meryem Uzerli Ayşe Arman'a konuştu

Hürrem Sultan'ı canlandıran Meryem Uzerli, diziden ayırlış öyküsünü, intihara teşebbüsünü ve hamileliğini Hürriyet'ten Ayşe Arman'a anlattı.

Muhteşem Yüzyıl dizisinin sevilen karaketeri Hürrem Sultan'ı canlandıran Meryem Uzerli, diziden ayırlış öyküsünü, intihara teşebbüsünü ve hamileliğini Hürriyet'ten Ayşe Arman'a anlattı.

İşte o röpörtaj…

Mayıs ayında Türkiye’den apar topar kaçtın. Seninle birlikte hayatımıza ‘tükenmişlik sendromu’ diye bir kavram girdi. Tedavin ne durumda? Devam ediyor mu?

- Ediyor. Ama en ağır günler geçti. Daha iyiyim şimdi. Saçlarımı kestirdim. Rengini koyulaştırdım. Doğal halime geri döndüm. Tekrar bisiklete binmeye başladım. Bu sene sonuna kadar terapim devam edecek.

Ne tedavisi uygulandı?

- İlk 15 gün sürekli doktor gözetimindeydim. Beni toparlamak için önce kimyasal ilaç kullandılar sonra bitkisel.

Yine de bütün Türkiye geri dönmeni bekliyor. Var mı öyle bir ihtimal?

- Şu anda yok. Seneye belki. Kim bilir? Ama Hürrem için dönmem artık mümkün değil.

***

İlla "Sen baba olacaksın!" denmez, demedim

Mesele “Can istemedi, Meryem istedi” değil.Dünyaya gelmek isteyen bu bebek. Ben bu bebeği bir hediye olarak kabul ediyorum.Ama şunu da biliyorum, bir erkek istemiyorsa,“İlla sen baba olacaksın!” denmez. Ben de demedim.

***

BENİ ALIP GERİ GÖTÜRECEKLER!

Sen Türkiye’ye gelen en sevilen yabancılardan biriydin. Bir Alex’e bir sana bu kadar sevgi gösterildi. Bu kadar sevildiğini biliyor muydun?

- Bilmiyordum. Çok hoşuma gidiyor bunları duymak. Ben de onları çok sevdim.

Sence senin sırrın neydi? Samimi ve olduğun gibi görünmen mi?

- Bilmiyorum. Sır mır yok. Belki yalan söylemediğim için, dürüst olduğum için.

Berlin’de kendini daha mı güvende hissediyorsun?

- Başlangıçta değildim. Klinikte tedavideyken zil çalıyordu mesela. Korkutuyordu beni. “Türkiye’den geldiler. Beni alıp geri götürecekler” diyordum. Kafam o kadar karışıktı. Zaten bu yüzden Almanya’ya geldim. Evet Türkiye’de de çok iyi doktorlar ve hastaneler var. Ama benim anadilim Almanca. Durumum o kadar tehlikeliydi ki, birinin beni anlaması lazımdı.

Star olarak yaşadığımız sanal bir hayat

Hakkında, "Daha fazla para istiyor" demeci verildikten sonra neden "Hayır bu böyle değil!" demedin?

Hakkımda o kadar fazla haber çıktı ki! Her gün 10 farklı haber... Bense yatakta yatıyordum, hiçbirine cevap verecek gücüm yoktu.

Bir diziyi bırakıp gitmek, bir oyuncu için kötü bir şöhret değil mi?

- Hem de nasıl. Ben de mecbur kalmasam asla yapmazdım. Bir de sadece dört bölüm kalmıştı. Fakat dört bölümü bile oynayabilecek durumum yoktu. O kadar fenaydım. Yoksa üç senedir dayanmışım, dört bölüm daha dayanırdım. Ama yapamadım işte.

Burada, Berlin’de nasıl bir kadınsın?

- Artık Hürrem değilim, tekrar benim, eski Meryem. Hürrem’le vedalaşmam lazımdı. Vedalaştım. Hâlâ aynaya bakıp Hürrem’i görmek olmazdı. O yüzden fiziğimi de değiştirdim.

Hayatın boyunca seni en etkileyen rol müydü Hürrem?

- Kesinlikle.

Almanya’da yaşamakla Türkiye’de yaşamak arasında ne fark varmış?

- Burası benim evim. Arkadaşlarım, ailem... Bu şehrin sokaklarını avucumun içi gibi biliyorum, kendimi iyi hissediyorum. Burada ünlü değilim, herhangi biriyim. Bunun da rahatlığı var. Star da değilim. Özgür, 31 yaşında, altı ay sonra anne olacak bir kadınım.

HAMİLELİKTE HUZUR İSTİYORUM

Almanya’daki insanlar senin Türkiye’de bu kadar popüler olduğunu biliyorlar mı?

- Hayır. Bir dizide oynadığımı biliyor bir kısmı, hatta bazılarına “DVD’sini gösteririm” dedim ama hep erteledim. Tekrar gerçek bir hayat yaşıyorum. Star olarak yaşadığımız hayat sanal aslında…

Yalnız bir anne olmanın ne kadar zor olduğunun farkında mısın?

- Evet. Bazen korkuyorum. Benim için de en kolayı kürtaj yaptırmak olurdu. Ama yaşayacağım güzel şeyler, her şeye değecektir. Benim de karşıma ileride anlaşabileceğim birileri çıkar herhalde.

Nerede yetiştirmek istiyorsun çocuğunu?

- Hayat felsefemiz, inancımız, bakış açımız Can’la aynı olsaydı, çocuk için Türkiye’ye bile yerleşirdim. Ama öyle olmadığı için muhtemelen Almanya’da yaşayacağım. ‘Muhteşem’den kazandığım paraya Berlin’de minik bir daire almıştım, hamile olduğumu öğrenince, biraz daha büyük bir dairede karar kıldım. Bu röportajdan sonra hakkımda bir sürü haber çıkacaktır ama ben hiçbir şey demeyeceğim. Çünkü huzurlu bir hamilelik geçirmek istiyorum. Her habere karşılık veremem. Ben gerçeği biliyorum, Allah da biliyor, bu da bana yeterli. Bir sürü negatif enerjiyle, bebeğimi yeterince gerdim. Daha fazla negatif enerji vermek istemiyorum.

Belki bir gün bir araya gelebilir, barışabilirsiniz…

- Affetmek, bu hayatta çok önemli. Hepimiz, her şeyi affetmeliyiz. Aksi takdirde bu bizim için çok büyük bir yük. Enerji olarak Can’ı elbette affedeceğim. Ama bir daha bir araya gelmemiz mümkün değil…

BEN BİR ADAM SEVDİM O ADAM ASLINDA YOKTU

İntihara kalkıştığın gerçekten doğru mu?

- Evet doğru.

Ne zaman?

- Antalya Televizyon Ödülleri gecesinde. Ödülü, otel odamda her yere attım, parçaladım. Delirmiş gibiydim. Her yerim kesildi.

Odada yalnız mıydın?

- Hayır, Can yanımdaydı. Balkondan atlamak istedim çünkü son çarem, artık gitmekti. Yok olmak, ölmek... Kendimi öldürüp kurtulmak istedim. Kafaca hastalandım ben…

Peki nasıl oldu da bu noktaya geldin?

- İş hayatım, özel hayatım... Her şey üst üste geldi. Taşıyamadım yaşadıklarımı…

Her şeyi tetikleyen özel hayatında yaşadıkların mıydı?

- Hayır. Bütün yaşadıklarımdan bir tek kişiyi sorumlu tutamam. Bu yanlış olur. Türkiye’ye geldiğimden itibaren, ben de bir sürü hata yaptım. Kendime sıcak bir ev ortamı yaratamadım. Ev tutmak istediler, kabul etmedim, “Yoo, otelde idare ederim” dedim. Yanlıştı mesela. Ve tamamen bir makine gibi çalışmaya başladım. Birinci sezon çok ağır geçti çünkü her dizide olduğu gibi çalışma düzeni ve ekip daha oturmamıştı. Bir de her ne kadar Türk’üm desem de, aslında bilmediğim bir kültür, bilmediğim bir dil... Uykusuzluk, insanın psikolojisini mahvediyor. Üstelik ben mükemmeliyetçiyim iş konusunda. Diyalogları unutmak istemiyordum. Türk oyuncuların yarım saatte halledeceği iş için benim sabahlara kadar çalışmam gerekiyordu. ıkinci sezon da ağır geçti, Meral (Okay) hastalandı. Hastalık süresince, senaryo sürekli değişti, mekânlar değişti. Kimsenin suçu yok ama ekip olarak yıprandık. Ağır zamanlar yaşadık. Bir de her ne kadar etrafımda insanlar olsa da, ben çok yalnızdım…

GÜVEN ARADIM

Arkadaşların filan yok muydu?

- Vardı ama yoktu. Gerçek arkadaşlık, dostluk, güven yoktu. Bir de hassas bir insanım ben. Öyle bir yapım var. Belki de o yüzden bazen iyi oynayabiliyorum. Rolün içine girebiliyorum. Hürrem çok zor bir karakter ve benden çok uzak aslında. “O güçlü, ben zayıfım” demiyorum, benim de güçlü taraflarım var ama biz Hürrem’le tamamen farklı kadınlarız. O olmaya çalışmak kolay değildi. Ve ben ona son nefesime kadar verdim, gerçekten Hürrem için yaşadım. O yüzden de şimdi bir Hürrem fotoğrafı görünce çok sarsılıyorum. Hemen ağlamaya başlıyorum. Benim sorunum, ben Meryem’i tamamen yok ettim. Üç sene gerçekten Hürrem’le yaşadım. Son aylarda da, onu yaşatmak için kendimde kuvvet bulamadım. Bu da beni çok hırpaladı. Çünkü içim bomboştu. Ben bir kadınım, tabii ki herkes gibi ben de, beni tamamlayabilecek bir erkek hayal ettim. Türkiye’de birinden çok etkilendim, onun haberi bile yoktur, platonikti zaten hislerim. Tabii bir şey olmadı. Yalnızlığım devam etti. Ben aslında güven aradım, sırtımı dayayabileceğim, kendimi iyi hissedebileceğim birini…

Ve bulamadın…

- Evet bulamadım. Bir sürü kadın var benim durumumda. Kadın-erkek ilişkisi açısından ‘dengesiz bir enerji’ var Türkiye’de. Garip seksüel bir enerji ve kadın olmak orada daha zor. Rahat olamıyorsun. Güvenemiyorsun, insanların aklından ne geçiyor anlayamıyorsun, göründüğü gibi değil insanlar, hep kendini koruyup, kollaman gerekiyor. Almanya’da benim her kesimden arkadaşım var. Fakat Türkiye’de öyle olmuyor, olamıyor. Ya sosyetiklerle arkadaş oluyorsun ya Cihangir kafelerinde oturanlarla, bir tür kast sistemi söz konusu. Tüm bunlar beni yıprattı. Zorlandım, bocaladım. Kültürü bir türlü çözemedim…

TEK SEBEP CAN DEĞİL

Can Ateş’le nasıl tanıştın?

- Nebahat Çehre ile çalışıyordum biliyorsun, gerçekten büyük bir sanatçı, o bizi tanıştırdı…

Son sorulacak şeyi baştan sormak istiyorum. Hâlâ seviyor musun onu?

- Hayır. Çünkü ben bir adam sevdim ve o adam aslında yoktu. Ben onu idealize ettim. Bir resmi sevmek gibi. Arkası boştu. Ama tabii ki zaman içinde ona âşık oldum ve aşk acısı çektim. Bir yıl süren ilişkimiz boyunca, ben her şeyimi ona verdim. Her anlamda. Kendimi tamamen unuttum. Sadece “Can, Can, Can” dedim. Ama ne yazık ki, ben, benim için yanlış adama âşık oldum...

İyi de o ‘yanlış adam’ı seçen de sensin!

- Tabii ki. O yüzden de “Her şey Can’ın suçu demiyorum. Asla demem. Bu kadar hastalanmamın tek sebebi Can değil. Haksızlık olur böyle söylemek. Onunla Türkiye’deki üçüncü senemde tanıştım. Ve duygusal, fiziksel ve psikolojik anlamda güçlü değildim. Küçülmüş, küçülmüş, kendi içimde ufacık kalmıştım. Ve Can hayatıma girdiğinde, “Kim bu adam? Biz birbirimize uyar mıyız? Nasıl biri? Bana iyi mi gelir, kötü mü?” diye sorgulamadım bile. Araştırmadım. Sormadım. Biri geldi, “Sen manyak mısın, önce bir Google’a girseydin!” dedi. Çok şaşırdım. “O seni üzer. Güzel kadınlarla birlikte olan bir playboy” dedi. Ama işte tanıştığım insanları Google’lamak aklıma bile gelmedi benim…

ÇOK YALNIZDIM

Sonra peki…

- İki-üç kez buluştuk. Gerçi sezgilerim, “Sadece arkadaş kal!” dedi. Onun hayatının bana göre olmadığını hissettim. Hatta Bebek’teki dairesinin terasında oturduğumuzda, “Can, biz sadece arkadaş kalalım” dedim. O zamana kadar hiçbir şey olmamıştı aramızda, “Tamam, tamam, sen merak etme” dedi. Sonra ben tekrar stüdyo-otel, stüdyo-otel, kendi hayatıma ve çekimlere döndüm. Yine o eski yalnızlığıma. Sonra baktım Can’dan mesaj: “Yemeğe gidelim mi?” diyor, ekliyor “Arkadaş olarak…” Belki kabul etmemem gerekiyordu ama o kadar da yalnızdım ki. En azından beni beğenen, benimle ilgilenen biri vardı hayatımda. ıçsesime kulağımı tıkadım, yola devam ettim. Ve ilişkimiz başladı. Sonra da âşık oldum. Gerçi Almanya’da psikoloğum bu ‘tükenmişlik sendromu tedavisi’nde sordu: “Sence, sen bu adama neden âşık oldun? Hiç düşündün mü? Almanya’da olsan âşık olur muydun?” Bir an verecek yanıt bulamadım. Almanya’da muhtemelen olmazdım…

İlişkiniz nasıl ilerledi?

- Başlangıçta Can çok pozitifti. “Yaşasın. Bu adam bana güç verecek” gibi geldi. “Duygusal anlamda beni kollayacak” filan…

HEP DESTEKLEDİM

Öyle olmadı mı?

- Hayır, tamamen tersi oldu. Bir süre sonra, enerjisi düşüverdi. Ben depresif, problemleri ve sıkıntıları olan biriyle karşı karşıya kaldım. Ve birden, benim ‘hemşire tarafım’ ortaya çıktı. Üzüldüm ona. “Aslında ne kadar hassas, ne kadar duyarlı. Kimse onu tanımıyor. Hayatının zor bir döneminde. Benim ona destek olmam gerekiyor. Çok acı çekiyor” dedim. Ve gerçekten de ona her anlamıyla destek oldum. Psikolojik anlamda onu ayağa kaldırmaya çalıştım. Bir sürü konuda ona yardım ettim. Ama tabii gerçek şuydu: Ben zaten güçsüzdüm, onun dertleri, sıkıntıları eklenince daha da güçsüz olmuştum. Ama belli de etmemeye çalışıyordum. Ertesi gün setim mi var, reklam çekimim mi var, onun için önemli değildi. O daha çok kendiyle ilgilendi. Biz, tamamen onun hayatını yaşamaya başladık. Ve 11 ayın sonunda feci bir şekilde tıkandık.

Peki hamilelik…

- Böyle bir planımız yoktu. İsteğimiz de. Tamamen kazara oldu.

Ama doğum kontrolü diye bir şey var…

- Ben hormon alamıyorum, doğum kontrol hapı kullanamıyorum. Bugüne kadar yapmadığım bir teknik kullandık. Çok riskli değildi ama tamamen güvenli de değildi. Kaç kere de söyledim kendimi rahat ve güven içinde hissetmiyorum diye ama çok emindi. Her konuda olduğu gibi. Hep “Bir şey olmaz” dedi. Ama oldu işte.

Sen hamile kalmak istiyor muydun?

- Asla! Bir sezon daha Hürrem’e devam edecektim, hamile olarak edemezdim ki. Kesinlikle hayır.

BİR YANLIŞ VAR

Evlenme gibi hayallerin var mıydı?

- Hayır. Evliliğe çok inanmadığımı da baştan söyledim. Evlilik zor, birbirine çok uygun iki ruh olmak gerekiyor. Ama itiraf ediyorum, birlikte yaşamaya hayır demezdim.

O istemedi mi?

- Hayır. Can istemez…

Neden?

- Çünkü bu, onun özgürlüğünü kısıtlar. Benimle çıkıp dolaşmayı, güzel lokantalara, kafelere gitmeyi seviyordu. Ama o kadar. Gecenin sonunda ben otele, o evine…

Kafandaki ilişki biçimi bu muydu?

- Tabii ki hayır. Yemek yiyoruz, güzel vakit geçiriyoruz, birlikte oluyoruz, sonra ayrılıyoruz. Benim bir evim bile yoktu. Ben bu ilişkide sadece bir ‘misafir’dim. şimdi düşünüyorum da, galiba o benimle bir ilişki de yaşamadı aslında, sadece takıldı. Ama tabii, yanlış anlama, benimle birlikte olmaktan, birlikte görünmekten keyif alıyordu. Öyle değil gibi davranıyordu ama gazetecilerin fotoğrafımızı çekmesi de hoşuna gidiyordu. Hatta bir gün bir kafeye gittik. Önü gazeteci doldu. Ben, panik içinde kafenin sahibine gidip, “Arka taraftan çıkış var mı?” diye sordum. Can bana nasıl kızdı anlatamam. “Zaten 100 metre yürüyeceğiz, ne gerek var arka kapıyı sormaya?” Anladım ki, aslında görüntülenmek hoşuna gidiyor…

Peki sen 11 aylık ilişkiniz boyunca, onunla birlikte yaşamak istediğini söyledin mi?

- Evet söyledim. Her zaman bir bahanesi vardı: “Henüz zamanı değil. Bana biraz zaman ver. Ama inan seni çok seviyorum.” Ben de aslında bu kadar da salak değilim, o kadar ikna edici konuşuyordu ki, beni bir şekilde sevdiğine inandırdı. Ama değişen bir şey olmadı. Her geçen ay daha mutsuz oldum. ıçsesim sürekli bana, “Burada bir yanlış var!” diyordu. Çünkü insanın içi, aslında neyin ne olduğunu biliyor. Kendine yalan söyleyemiyorsun. Ve bir gün geldi ben bittim. Artık hiçbir şeyi taşıyamaz oldum.

YARALI HAYVAN GİBİ KAÇTIM

Bu arada bir de zayıf-lamaya çalışıyordun değil mi? Diziden mi böyle bir talep geldi?

- Yok canım. Onlar halimden ve kilomdan memnundu. Memnun olmayan Can’dı. “Cinsel anlamda seni çekici bulmuyorum. Biraz zayıflarsan daha güzel olur!” dedi. Yanlış anlamamalıymışım, bunu benim iyiliğim için söylüyormuş, zaten ben eskiden daha zayıfmışım filan falan. Onunla birlikteyken özgüvenim de yerle bir oldu. Giydiklerimi de beğenmiyordu. Galiba kendine yakıştırmıyordu. Ben tabii kendimden de nefret ettim çünkü o kadar çaresiz ve güçsüzdüm ki ona itiraz da ediyordum. O istedi diye bir diyetisyenle çalıştım ve gerçekten zayıfladım. İki sene stüdyo-otel arasında mekik dokumak o kadar büyük bir travmaydı ki, ondan ayrılmak o travmaya geri dönmek gibi geldi. Beş-altı gün çok mutsuzdum ama bir gün mutlu olabiliyorduk. O bir gün mutluluk için beş gün mutsuz olmayı kabul ettim. Bu da beni çok hırpaladı. Gözümdeki ışık gitti. Ve sonunda tükendim.

PERİŞANDIM

Peki ya hamilelik…

- Bodrum’da büyük bir kavga ettik. Bir teknedeydik, birilerinin doğum günü vardı. Birden çekip gitti. Beni orada yalnız bıraktı, yanımda para da yok, kimseyi tanımıyorum, nasıl taksi bulacağımı bilmiyorum, bir de yanımda Almanya’dan gelmiş bir kız arkadaşım var. O da çok şaşırdı. Perişandım. Gözlerinin altı çökmüş bir kadın, şu andaki halimden de yedi kilo daha zayıf. Sonra ıstanbul’a döndüm, otel odama girdim, Allah’tan arkadaşım Anna yanımdaydı, çünkü yine Antalya’daki gibi kendimi yok etme duygusuna kapıldım. Baktım ki, gerçekten de kendimi öldürmeye niyetleniyorum, “Kendimi bu kaostan kurtarabilmek için buradan gitmem lazım” dedim. Herkes benim kötülüğümü istiyor, herkes beni kullanıyor gibi düşüncelere kapılmaya başlamıştım. Kimseye güvenmiyordum. Doktorlar da “Tedavi görmen lazım!” dedi.
5 yaşındaki bir çocuk gibi, daha doğrusu yaralı bir hayvan gibi kaçtım… Canımı kurtarmak için…

Fenaymış! Ama sonra eski sevgilin, yaşadığın ‘tükenmişlik sendromu’ sanki sadece ağır çalışma şartlarından kaynaklanmış gibi bir röportaj verdi…

- O olay da şöyle oldu. Beni aradı, “Herkes beni arıyor. Sağlık durumu hakkında sorular soruyor. Çok samimi bir gazeteci arkadaşım da aradı…” dedi. “Tedavi görüyor, gittikçe iyileşiyor diyebilirsin” dedim. Sonra verdiği röportajı gördüm. O da ne! Çalışma şartlarım korkunçmuş. İnsanlık dışıymış. Her şey bu yüzdenmiş. Aldığım para da azmış. Sette bayılmışım! Filan falan.

YANLIŞ ANLAŞILDIM

Gerçi senin de çalışma şartlarıyla ilgili Antalya televizyonuna bir açıklaman olmuştu…

- Evet. Dizilerin sürelerinin uzun olduğunu söyledim. Ama bir sene önce Halit de aynı şeyi söyledi, Okan da. Tabii onlar kendilerini daha iyi ifade edebiliyorlar, Türkçemden dolayı bazen söylediğim şeyler yanlış anlaşılabiliyor. Diyeceğim şu: Ben canımı kurtarmak için kaçtım…

KENDİMDE BEBEĞİ ÖLDÜRME HAKKI GÖRMEDİM

Hamile olduğunu nasıl öğrendin?

- Can, ben Almanya’ya döndükten sonra toplam üç kere geldi. Öyle her hafta sonu yanımda filan değildi. Beni son ziyarete geldiğinde -ki Haziran’ın 20’siydi- “N’oldu sana? Memelerin büyümüş!” dedi. “Çünkü şişim!” dedim. Aklımda hamilelik hiç yok. Sıfır. “Gebelik testi yap” dedi. Onunla dalga geçtim. Ama eczaneden bir test alıp, tuvalete gittim. Ve inanamadım, gerçekten iki çizgi çıktı. Evet, hamileydim!

ŞOK OLDUK

Tepkisi ne oldu?

- İkimiz de şok olduk, sadece birbirimize bakıyoruz. Çünkü ikimiz de hiç beklemiyorduk. Bisikletlerimizi alıp, parka gittik. Oturduğumuzda, “Benim zaten iki çocuğum var. Bu çocuğu istemiyorum. Kabul edemem. Kürtaj olman lazım. Senin için de en iyisi bu değil mi?” dedi. Ben susuyorum, o devam ediyor: “Ayrıca biliyorsun, birileri bunu öğrenirse kötü olur. Dizi de sana dava açar. Hamile olduğun için diziyi bıraktın sanırlar. Kimse sana inanmaz. Bu bebek her şeyi mahveder. Kesinlikle kürtaj yaptırmalısın!”

Sen ne dedin?

- “Senin durumunu anlıyorum. Ama ben biraz düşünmek istiyorum. Hemen karar veremem” dedim. Ben, “Tabii ki kürtaj olacağım” demediğim için, o her geçen dakika biraz daha fazla panik oldu. Ve agresifleşti. “Ayrıca biz korunuyorduk, ben dikkat ettim, bu çocuk nasıl oldu?” demeye başladı. Ben de ona dedim ki: “Coitus interruptus’la (geri çekilme) tam olarak korunma diye bir şey yok. Bir sürü kadın, korunduğunu zannettiği halde hamile kalıyor. Ben sana bunun güvenli bir yöntem olmadığını söylemiştim…”

KALBİM HAYIR DEDİ

Sonra?

- Psikolog bir arkadaşıma gittik birlikte. Ben, Can ve o oturduk konuştuk. Ben orada ikisine de söyledim, “Ben yapamayacağım. İçim kabul etmiyor. Kalbim ‘hayır’ diyor. Saçma gelebilir ama bir ruh dünyaya gelmek istiyor. Kürtaj olmak, kendimi Tanrı yerine koyup, ‘Doğsun ya da ölsün’ kararını vermek gibi benim için. Onu yok edemeyeceğim.” dedim. Can da sinirlendi, “Nasıl da abartıyorsun! Bazı kadınlar 10 kere kürtaj oluyorlar. Ne var bunda?” Sonra daha da sinirlendi: “Zaten her şeyi planladın sen! şimdi gerçek yüzünü gördüm.” Bunun gibi tartışmalar oldu. Ayrıldık..

CAN O GÜN BİTTİ

Babasının istemediği bir çocuğu, dünyaya getirmek, çocuğa haksızlık olur diye düşünmedin mi?

- Evet ama çocuğunun babasız büyümesi kararını ben vermedim ki. O gün Can, bana daha kötü şeyler de söyledi. Üzerime tükürür gibiydi. Can o gün, benim için bitti. Bir daha ona hiçbir zaman güvenemeyeceğimi biliyorum. Bundan sonra yaşayabileceğim bütün zorlukları da kabulleniyorum. Ben bu bebeği yok edemedim. Tanrıcılık oynayamadım. Bu, benim inancım. Ve benim kararım. Bedellerini de ben ödeyeceğim. Kimseden bir beklentim yok. 12 hafta kadar kendiliğinden gidebilirdi, düşebilirdi. Ama kaldı. Hayata tutundu, o zaman ben de onu doğurmaya karar verdim.

20 Haziran’dan beri görüşmüyor musunuz?

- Hayır ne buraya geldi ne de aradı sordu beni. Sadece mesaj attı. Hayatı boyunca bu çocuğa karşı saygı duymayacakmış, bana zaten duymuyormuş, gerçek yüzümü görmüş, onu hiçe saymışım, Türkiye’de bir adam istemezse, kadın bunu yalnız başına hayatta yapmazmış. Böyle mesajlar. İlk haftalar o kadar çok ağladım ki. Ama sonra kendimi toparladım. Bebeğim ve ben yola yalnız devam ediyoruz…

BEKLENTİM YOK

Peki psikologlar, zaten zor bir süreç yaşadın, hamilelik daha da zorlaştıracak diyorlar mı?

- Onlar, bana “Niye bu çocuğu doğurmak istiyorsun?” diye sorular sordular. Çünkü bazı kadınlar, adam geri gelsin. Ya da daha çok sevsin diye çocuk dünyaya getiriyorlar. Uzun uzun tartıştık tüm bunları. Onlar da ikna oldu. Gerçekten hiçbir beklentim yok. 31 yaşındayım, hayatta hiçbir şeyin garantisi yok, belki bir daha hamile bile kalamayabilirim. Ailemdeki kadınların bu konuda sağlık sorunları da oldu, ben yoluma bebeğimle devam edeceğim…

KAYNAK: Hürriyet gazetesi

Meryem Uzerli Ayşe Arman'a konuştu

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Bayburt Bayburt’ta yoğun sis etkili oldu görüş mesafesi 10 metreye kadar düştü Bayburt’ta sabahın erken saatlerinde sis etkili oldu, kentin üzerini yoğun sis bulutu kapladı. Göz gözünün görmediği sisli havada ise görüş mesafesi 10 metreye kadar düştü. Bayburt güne yoğun sisle uyandı. Şehir merkezinde sabahın ilk ışıklarıyla birlikte etkili olan sis nedeniyle görüş mesafesi yer yer 10 metreye kadar düştü, vatandaşlar ilerlemekte güçlük çekti. Yoğun sis sürücülere zor anlar yaşatırken, sürücüler trafikte kısa ve sis farları açık şekilde ilerleyebildi. Okula gitmek için yola çıkan öğrencilere velileri eşlik ederek karanlık ve puslu havada çocuklarını okula bıraktılar. İş yerlerine gitmek için yola koyulan Bayburtlular, olabildiğince dikkatli bir şekilde etraflarını kontrol ederek yürüdüler. Havanın ağarmasıyla erken saatte okula giden Zehra Oruç isimli öğrenci, "Okula gitmeye çalışıyorum, yoğun bir sis var, göz gözü görmüyor" dedi. Sisin kartpostallık manzaralar oluşturduğunu belirten Murat Köse isimli vatandaş ise, "Sabah bir uyandık her yer sis, göz gözü görmüyor. Bir yandan güzel bir manzara oluyor, bir yandan da korkutucu oluyor. Araçlar birbirlerini görmediği için çarpma riski oluşabiliyor. Sisli havada kurtlar şehir merkezine iner mi onu da bilmiyoruz ama manzara çok güzel oluyor" ifadelerini kullandı. Kentin üzerini kaplayan yoğun sis, ilerleyen saatlerde dağıldı, yerini aydınlık ve güneşli havaya bıraktı.
Aydın EKODOSD Başkanı Sürücü: “Yunusların yaşatılması için havuz projesi önerimiz var” Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD) Başkanı Bahattin Sürücü, karaya vuran yunusların yaşatılması amacıyla Adagöl mevkiinde portatif havuz kurulması için bir proje önerisini Kuşadası Belediyesi’ne sunacaklarını ifade etti. Dün gece saatlerinde EKODOSD’a Pamucak oteller bölgesinde kıyıya vuran bir yunus ihbarı geldi.Vatandaşlar tarafından iyi niyetle ancak yanlış bir davranışla yunusun defalarca denize doğru çekildiği ancak tekrar kıyıya geldiği söylendi. Bölgeye gidilerek yapılan incelemedeyunusun Stenella coeruleoalba türü erişkin bir Çizgili Yunus olduğu tespit edildi. Yunus üzerinde yapılan incelemelerde herhangi bir yara ve kesi izine rastlanmadı. “Kuşadası Belediyesi’ne bir öneri götüreceğiz” Konu ile ilgili olarak açıklamalarda bulunan EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü, “Dalgalı bir deniz ve yağmurlu bir havada kıyıya vuran yunusun daha önceki deneyimlerimizden gördüğümüz gibi bu yunusun da bir süre sonra öldüğünü gördük. Halk arasında balık olarak bilinen aslında bir deniz memelisi olan 2.07 m. boyundaki yunustan aldığımız doku örneklerini TÜDAV (Türk Deniz Araştırmaları Vakfı)’a göndereceğiz. Yunus vakalarındaki en büyük sıkıntının Türkiye’de bir rehabilitasyon merkezinin olmayışıdır. Uzmanlarla görüşerek Kuşadası Adagöl’de bu tür vakalarda taşımada kullanılmak üzere şişme yataklar ve geçici rehabilitasyon için portatif havuz projesinin hayata geçirilmesiyle ilgili Kuşadası Belediyesi’ne bir öneri götüreceğiz. Bugüne kadar Kuşadası Körfezi’nde tespit ettiğimiz 56 yunus ölümü gerçekleşti. Bunların başında hedef dışı av olarak trol/gırgır ağları görülse de, birçok yunusun yeterli nekropsi yapılmadığı için neden öldükleri anlaşılamamıştır. Bazı yunusların hastalıklardan öldüğünü biliyoruz” dedi. “Hayatta kalmak için karaya kendilerini atıyorlar” Türk Deniz Araştırmaları Vakfı Başkan Yardımcısı İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Arda M. Tonay “Bizim gibi akciğer solunumu yapan yunuslar ve balinalar vücutlarında bir anormallik olduğu zaman ve/veya hastalandıkları zaman içgüdüsel olarak ve gerçekten son çare olarak kendilerini karaya atar ki, nefes almaya devam edebilsinler, boğulmasınlar. Dolayısıyla intihar değil tam aksine hayatta kalmak için karaya kendilerini atıyorlar. Bu tip vakalarda veteriner hekim ve uzmanlar gelene kadar (tabi yakında var ise) ya karada (derisi nemli tutularak ve ön yüzgeçlerine ağırlık binmeden) ya da deniz içinde hayvanla birlikte beklemek, kendine gelmesini sağlamak önemli. Eğer tabi bir rehabilitasyon merkezi var ise buna transferi de sağlanabilir ancak Türkiye’de böyle bir tesisimiz henüz yok. Ancak ne yazık ki gerçekten son çare olarak bu davranışı gösteren canlılarda ölüm oranı çok yüksektir. Müdahale edilirken dikkat edilmesi gereken bu canlılardan bize geçebilecek bulaşıcı hastalıkların olduğu unutulmamalı (ki bir hastalık nedeni ile karaya vurma ihtimali yüksektir), buna göre önlem alınarak yaklaşılmalı ve temas edilmeli, eğer ölüm gerçekleşirse de nekropsi ve bilimsel örnekleme ile ölüm sebebinin anlaşılması için yetkililere mutlaka haber verilmesi gerekmektedir” diye konuştu.
Eskişehir (ÖZEL) Eskişehir’in ilk sürücü kursu hocası unutulmadı Eskişehir’in ilk sürücü kursu hocası olan ve geçen yıl vefat eden Mehmet Özcan, kendisinden ehliyet alan öğrenciler ve çalışma arkadaşları tarafından lokma döktürülüp anıldı. Geçtiğimiz yıl geçirdiği kalp krizi sonucunda vefat eden sertifika numarası 1 ve Eskişehir’in ilk direksiyon hocası olan Mehmet Özcan unutulmadı. Özcan, ondan gördüğü eğitim sonucunda ehliyet alanlar, sürücü kursu çalışanları ve çocukları tarafında lokma döktürülerek anıldı. Öğretmenlerini unutmayanlar, Yeşiltepe Mahalle Muhtarlığı önünde kurulan lokma aracıyla dökülen tatlıları vatandaşlara dağıtarak hayır dualarını aldı. “Ehliyet alanlar, sürücü kursundan arkadaşları olarak bugün burada” Sürücü kursu kurucusu ve Mehmet Özcan’ın mesai arkadaşı Mert Korucu yapılan hayırla alakalı, “Bir sene önce rahmetli olan Mehmet Özcan hocamızın için bugün sene-i devriyesini yaptık. Kendisine Allah’tan rahmet diliyoruz, burada kendisinden ehliyet alanlar ve ekip arkadaşları olarak hayrına lokma döktürüp mahalleliye dağıttık. Hem kendisinden ehliyet alanlar, hem de sürücü kursundan arkadaşları olarak bugün buradayız. Katılanlara teşekkür ediyoruz” ifadelerini kullandı. “Eskişehir’in ilk direksiyon hocalarından biriydi” Mehmet Özcan’ın oğlu Seydi Özcan ise kentin ilk sürücü kursu hocası babasından ehliyet alan öğrencilerin ve mesai arkadaşlarının gösterdiği vefayla ilgili şöyle konuştu; “Bugün babamın ölümünün 1’inci yılı. Hem öğrencileri hem de iş arkadaşları burada, hepimiz hayır için buradayız. Zamanında babamdan ehliyet almış herkes arayıp soruyor, zaten buraya da gelenler oldu. Bir de babam Eskişehir’in ilk direksiyon hocalarından biriydi, hatta sertifika numarası da 1’di, hala aklımda. Ben de onun öğrencisiyim.” Üç çocuk babası Özcan’dan geriye ise torunları ile top oynarken çekilen neşeli görüntüleri kaldı.