MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 12 evladımızı taşırken bir binanın üstüne çakılan helikopterin, teknik sorundan mı, yoksa kalleşçe yapılan saldırıdan mı, böyle bir akıbete uğradığı hususunun kısa süre içinde netleştirilmesi gerektiğini belirterek, "Zaman kaybına, ihmale ve işi ağırdan almaya müsaade etmeden, konunun gizemli tarafları açığa çıkarılmalı ve milletimiz mutlaka bilgilendirilmelidir. Türkiye artık Afganistan defterini kapatmak için harekete geçmeli, buradaki sayıları bin
850`ye yaklaşan askeri varlığımızı geri çekmek amacıyla AKP hükümeti gerekli girişimleri ve hazırlıkları bir an önce başlatmalıdır" dedi.
Partisinin TBMM`deki grup toplantısında konuşan Bahçeli, 18 Mart Şehitler Günü dolayısıyla vatan uğruna can veren, kan döken, baş koyan, ama taviz vermeyen millet iradesini gururla ve dualarla hatırladıklarını belirtti. Çanakkale elleri öpülesi bir neslin, rengi kıpkırmızı olan inanç ve iman mürekkebiyle yazdığı fedakarlık manifestosu, ürkmeyen, çekinmeyen, korkmayan ve yenilmeyi aklından bile geçirmeyen millet kudretinin uyanışı ve şahlanışı olduğunu kaydeden Bahçeli, "Mermiye karşı sevdanın, gülleye
karşı tutkunun, esarete karşı bağımsızlık ruhunun galip gelmesi ve üste çıkmasıdır. 97 yıl önceki destan; adanmışlığın emperyal bileği bükmesi, kahramanlığın çelikten kuleleri eritmesi, inanmışlığın sömürge hevesini devirmesi ve azmin işgali tepelemesidir. Çanakkale`den yükselen şuur, arşa ulaşan cesaret örneği; hamdolsun ki tuzakları boşa çıkarmış, saldırıları püskürtmüş ve hesapları tümüyle bozarak geleceğimizi aydınlatmıştır. Türk milleti, üzerine gelen yedi düveli, boğazına çöken düşman unsurları,
kalbine hançer vurmak için pozisyon almış kirli emelleri şehitliğe koşar adım giden evlatları sayesinde def etmiştir. Alayına gününü göstermiş, Çanakkale`nin geçilmezliğini, son yurdumuzun teslim alınamayacağını imrenilecek bir özveriyle ispatlamıştır. Cephelerde millet fertleri yekvücut olmuş, kimse kimsenin mezhebiyle, yöresiyle, kökeniyle ve dünya görüşüyle ilgilenmemiş, üstelik bunları da merak etmemiştir. Bu itibarla, Çanakkale farklılıkları teşvik ederek, bizi birbirimizden koparmaya çalışan AKP
zihniyetine ders olmalıdır. Herkesin kimliğini tanıma, kültürünü kabul etme ve dilini benimseme arayışında ve utanmazlığında olan gafillere ibret vesikası olmalıdır. Milletimizi 36`ya ayırma konusunda ayak direyen, etnik kimlikleri birer birer sayarak bu konuda gözünü hırs bürüyen Başbakan Erdoğan`a da bir sonuç vermelidir. Çanakkale; birliğin ve beraberliğin şehit kanlarıyla bestelenmiş ve gönüllere emanet edilmiş nağmesidir. Kardeşliğin, kadirşinaslığın, kader ortaklığının ve bin yıllık kadirliğin ete ve
kemiğe bürünmüş halidir. Yozgatlı`nın, Iğdırlı`nın, Erzurumlu`nun, Diyarbakırlı`nın, Rizeli`nin, Sinoplu`nun, Antalyalı`nın, Balıkesirli`nin, Sakaryalı`nın göz nuruyla, alın teriyle ve kefensiz bedeniyle bir araya gelip hiç düşünmeden tutuşturduğu bağımsızlık meşalesidir" dedi.
Türkiye`nin yeni bir Çanakkale ruhuna ihtiyacı ve muhtaçlığı bulunduğunu ifade eden Bahçeli, "Yeniden silkinmesine, derlenip toplanmasına, kutsalları etrafında buluşmasına, deyim yerindeyse iman tazelemesine acilen gerek vardır. Doğudan batıya, kuzeyden güneye; bu topraklara vatanım diyen, geleceğini burada gören, dünün müşterek hatıralarını hürmetle anan herkesin; büyük bir aile olan Türk milletini sahiplenmesi, yaşatması ve ilelebet var etmek için üzerine düşeni yapması şüphesiz manevi ve ahlaki bir
vecibedir. Unutmayınız ki, millet olarak üzerinde yaşadığımız coğrafyayı; Malazgirt`le vatanlaştırdık, Çanakkale`yle kilitledik ve milli mücadeleyle sonsuza kadar mühürledik. Bize kanlarıyla muhteşem bir miras bırakan kutlu ecdadımıza, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere milli mücadele kahramanlarına, Çanakkale`yi destanlaştıran muhterem şehitlerimize bir kez daha Cenab-ı Allah`tan rahmet diliyorum. Mekanları nur dolsun, kabirleri cennet köşesi olsun ve Allah hepsinden razı olsun" şeklinde konuştu.
"HELİKOPTER, TEKNİK SORUNDAN MI, YOKSA SALDIRIDAN MI BÖYLE BİR AKIBETE UĞRADI..."
18 Mart Şehitler Günü`nü idrak ettiğimiz sıralarda, Afganistan`dan gelen acı haberle milletimizin yasa boğulduğunu ifade eden Bahçeli, şunları kaydetti:
"NATO`nun Afganistan`da faaliyet yürüten Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti bünyesinde, Türkiye`nin komuta ettiği Kabil Bölge Komutanlığı emrinde görev yapan bir helikopterimizin düşmesiyle, milletimizin 12 evladı ne yazık ki şehit olmuştur. Hüznümüz tarifsiz, yürek acımız tanımsızdır. Şehitlerimize Cenab-ı Allah`tan rahmet diliyor, kederli ailelerine, silah arkadaşlarına ve aziz milletimize sabır ve başsağlığı temennilerimi tekrarlıyorum. Aldıkları görevi layıkıyla yapan, milletimizi hakkıyla ve
iftihar edilecek bir şekilde temsil eden şehitlerimiz bizim gurur kaynaklarımız arasında olacaktır. Bakınız, şehit ailelerinin gösterdiği vakar ve metanet de fazlasıyla dikkatimizi çekmiş ve bizi oldukça duygulandırmıştır. Bunlar arasında, şehit üsteğmenimiz Murat Yıldız`ın babası tarafından dile getirilen şu sözler hepimiz için düşündürücü ve hayranlık uyandırıcı vatanseverlik örneğidir: `Vatan sağ olsun, evladımızı şehit verdik. Allah`ım Sana binlerce hamdü senalar olsun ki ben şehit babası oldum. Ne
mutlu bana, tek tesellim o.` Bu ifadeler Türk milletinin gücünü, sabrını ve manevi olgunluğunu apaçık ortaya koymaktadır. Ancak bu yüksek ruhu ve tertemiz vicdanı artık zorlamamak, çileye ve feryada daha fazla katlanmasına müsaade etmemek hepimizin boynunun borcudur. Elbette şehitlerimizle övünüyoruz, onları şükranla yad ediyoruz. Ancak doğal ve doğru olanın da, önce insanı yaşatmak, güçlü, sağlıklı ve değerli kılmak olduğunu hiç aklımızdan çıkarmıyoruz. Geldiğimiz bu aşamada, askerlerimizin şehit olmasına
neden olan kazanın nedenlerini derinlemesine ve çok yönlü soruşturmak büyük bir zaruret ve ehemmiyet arz etmektedir. 12 evladımızı taşırken bir binanın üstüne çakılan helikopterin, teknik sorundan mı, yoksa kalleşçe yapılan saldırıdan mı böyle bir akıbete uğradığı hususu kısa süre içinde netleştirilmelidir. Zaman kaybına, ihmale ve işi ağırdan almaya müsaade etmeden, konunun gizemli tarafları açığa çıkarılmalı ve milletimiz mutlaka bilgilendirilmelidir. Dost ve kardeş ülke Afganistan`ın yaşadığı işgal ve
esaret, özellikle son günlerde iyice gerilen sosyal ve siyasal yapısı bu kazanın tesadüfen olmadığı yönündeki kanaatimizi ister istemez belirginleştirmektedir."
"AFGAN HALKI YAKLAŞIK 11 YILDIR KANIN, ŞİDDETİN VE ACIMASIZLIĞIN KAPANINA KISILMIŞ..."
ABD askerlerinin Bagram hava üssünde yüce kitabımız Kur`an-ı Kerim`i yakmaları, arkasından Kandahar`da, aralarında çocukların ve kadınlarında da bulunduğu 16 sivil Afgan`ının katledilmesi provokasyona açık bir ortamı ziyadesiyle teşekkül ettirdiğini kaydeden Bahçeli, "Başbakan Erdoğan, bu izansızlığı ve yüz karası gelişmeleri nedense suya sabuna dokunmayan ifadelerle gündemine almış ve hemen geçiştirmeyi tercih etmiştir. Suriye`yi ezber yapan, Gazze istismarıyla beslenen bu zihniyetin, Afganistan`da
Kur`an-ı Kerim`in yakılmasına ve 16 sivilin öldürülmesine birkaç söz dışında etkili cevap üretememesi acziyetinin ve kimlerin paçasına tutunduğunun da bir bakıma göstergesi olmuştur. Gerçekten de Başbakan`ın ağzından Afganistan`daki olayları kınayan bir ifade çıkmamıştır. Çünkü Başbakan, işgalcilerin yanında hizalanmış olup, en az zayiatla ülkelerine dönmeleri konusunda istekli, ısrarlı ve ne hazindir ki kendi ifadeleriyle söyleyecek olursak, duacıdır. Anlaşıldığı kadarıyla, yüce kitabımızın yakılmasıyla
Afganistan`daki gerilim düzeyi bir hayli artmış, toplumsal tansiyon haklı olarak alabildiğine yükselmiştir. Bu ahlaksızlığı, saygısızlığı, kabalığı, kural ve insaniyet tanımazlığı buradan tekrar kınıyorum. ABD`li askerlerin bu densizliklerine ve edepsizliklerine karşı, Taliban`ın misillemeyle cevap vereceğine dair tehdidi, helikopter kazasıyla ilgili şüphelerimizi doğal olarak artırmıştır. Şayet Afganistan`daki son olaylarla, evlatlarımızı aramızdan alan trajik kazanının bağ ve bağlantısı ortaya çıkarsa ve
başkalarının diyetini ödediğimiz anlaşılırsa, biliniz ki bunun altından hiç kimse kalkamayacak ve şehitlerimizin hesabını ne AKP, ne de başkaları veremeyecektir. Bugün Afganistan`da, dünyanın gözü önünde cinayetler işlenmekte, işkenceler ve vahşi kıyımlar yapılmaktadır. ABD`nin `Sürekli özgürlük harekatı` ve demokrasi getirme propagandasıyla başlattığı operasyonlar doğrultusunda Afgan halkı yaklaşık 11 yıldır kanın, şiddetin ve acımasızlığın kapanına kısılmış ve nefes alamaz hale getirilmiştir. Elbette
Türkiye, terör gibi insanlık suçuyla mücadeleye katılabilmek ve destekleyebilmek maksadıyla oluşturulan uluslararası güce tutarlılık gereğince omuz vermiştir. Terör konusunda küresel ölçekte dayanışma ve yardımlaşmanın önemi büyüktür" dedi.
"TÜRKİYE ARTIK AFGANİSTAN DEFTERİNİ KAPATMAK İÇİN HAREKETE GEÇMELİ"
Bu itibarla, TBMM`nin 10 Ekim 2001 tarihinde aldığı bir kararla, Türk Silahlı Kuvvetleri`nin yabancı ülkelere gönderilmesi konusunda hükümete yetki verildiğini belirten Bahçeli, şunları söyledi:
"Bu çerçevede de, Türk askeri Afganistan`a gitmiş ve üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmek için takdire şayan bir vazife şuuru sergilemiştir. Milletimizi temsilen dost ve kardeş ülke Afganistan`da bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, muharip bir niteliği olmadığından dolayı operasyonel faaliyetlere de iştirak etmemişlerdir. Ve yalnızca barışçı bir yaklaşımla; güvenliğin sağlanması kapsamında çalışmalar yürütmüşler, Afganistan`ın yeniden yapılandırılmasına yardımcı olmaya çalışmışlardır. Ne
var ki, yıllarca terörist avı bahanesiyle esir edilen Afganistan`da istikrar ve toplumsal düzen bir türlü tesis edilememiştir. Bin Ladin`in öldürülmesi de işe yaramamış, Batı`nın kanlı emelleri ve karanlık niyetleri, Karzai yönetiminin çürümüşlüğü, Taliban`ın ilkelliği kabus gibi Afganlı kardeşlerimizin üzerine çökmüştür. Yapılan açıklamalardan 2014 yılına kadar ABD`nin ve diğer ülke askerlerinin bu ülkeden çekileceği anlaşılmaktadır. Bu kapsamda Türk Silahlı Kuvvetleri mevcudiyetinin Afganistan`da
stratejik bir önemi kalmamış, üstelik burada bulunmamız can ve mal kaybımıza neden olmaya başlamıştır. Her ne olursa olsun, Türk askeri Afganistan`a işgali meşrulaştırmaya değil, terörle mücadele için ülkeler arası kurulan dayanışma ve işbirliği sürecine katkıda bulunmak niyetiyle gitmiştir. Şimdi ise asıl terör Kabil`de, Ferah`da, Gazni`de, Herat`da, Kunduz`da, Lagman`da olmayıp; Ankara`dadır, İstanbul`dadır, Şırnak`tadır. Bizim sorunumuz zaten çok fazladır ve kendi derdimiz bize yetmektedir. Bu yüzden
nafile yerlerde, sonu olmayan işlerde ve yüksek riskli coğrafyalarda zaman geçirmenin ve buralarda can kaybına göz yummanın makul ve mantıklı hiçbir yanı yoktur. Deneyimlerimizden anlaşılmaktadır ki, Tora Bora ve Beyaz Dağlarında terörist izi sürenlerin gayesi ne Afganistan`ı özgürleştirmek ne de bu ülkeye huzur ve istikrar getirmektir. Hedef bu ülkede işgali derinleştirmek, yağma ve talanı genişletmek, kaynakları vakumlamaktır. Bu nedenle, Türkiye artık Afganistan defterini kapatmak için harekete geçmeli,
buradaki sayıları 1850`e yaklaşan askeri varlığımızı geri çekmek amacıyla AKP hükümeti gerekli girişimleri ve hazırlıkları bir an önce başlatmalıdır. Ayrıca AKP hükümetinin, Afganistan`daki askeri varlığımızın tekrar gözden geçirilmesi yönündeki çağrımız karşısında rahatsızlık duyduğu görülmektedir. AKP`nin sulu gözlü başbakan yardımcısının, bizi Afganistan üzerinden rant elde etmeye çalışmakla suçlaması ise komedi olduğu kadar basiretsiz bir siyasetçinin zavallılığından başka bir manaya gelmemiştir.
Bununla yetinmeyen ilgili başbakan yardımcısı, Türk askerinin bulunduğu her yerde huzur bulunduğunu ileri sürerek vahim bir çelişkinin altına imza atmıştır. Madem Türk askerinin bulunduğu her yerde huzur vardır; o halde AKP 9 yılı aşkın bir süredir darbeci diyerek kiminle mücadele etmektedir? Dışarıda itibar, içeride itham altında bulunan Mehmetçiği, yan gelip yatmakla suçlayan bu hastalıklı siyaset anlayışı değil midir? `Vesayetten kurtuluyoruz, darbecilerden temizleniyoruz, kirlerden arınıyoruz, yükleri
atıyoruz, demokrasiye kavuşuyoruz ve eski Türkiye`yi geride bırakıyoruz` diyen AKP yönetimi, acaba bu sözlerin birinci dereden muhatabı olarak, Türk ordusunu gördüğünü itiraf edecek midir? Bizim tavsiyemiz, gözlerinden yaş eksik olmayan başbakan yardımcısının, "Söz gümüşse sukut altındır" nasihatinden nasiplenmesi, biraz dilini tutması, fakat bundan dolayı bunalırsa da, dizine vurarak hıçkıra hıçkıra ağlamayı sürdürmesidir."