SAĞLIK
ESOGÜ’de Hemşirelik Haftası etkinliği düzenlendi 10 Mayıs 2024 Cuma - 18:16:43 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi (ESOGÜ) Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü’nün düzenlediği “Hemşirelerimiz Geleceğimiz: Bakımın Ekonomik Gücü” temalı 2024 Hemşirelik Haftası etkinliği, ESOGÜ Prof. Dr. Necla Özdemir Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi. ESOGÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Emine Gümüşsoy ve Eskişehir İl Sağlık Müdürü Doç. Dr. Yaşar Bildirici’nin de katıldığı etkinlik kapsamında, ESOGÜ Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Özgül Örsal “Telesağlık Uygulamalarının Sağlık Yönetiminde Maliyete Etkisi” ve Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Fethiye Sağlık Bilimleri Fakültesi öğretim elemanı Arş. Gör. Dr. Füsun Uzgör “Bir Faydalı Model Geliştirme Süreci: Ankilozan Spondilit Hastalarının Sub Cutan Anti-TNF Tedavi Uyumunun Artırılmasına Yönelik Mobil Uygulama İçeren Cihaz” başlıklı sunumlarını gerçekleştirdi. Hemşirelik Haftası ile ilgili olarak ESOGÜ Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Özgül Örsal şu açıklamayı yaptı: “Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Sağlık Bakanlığımız, Uluslararası Hemşireler Birliği (ICN) ve Türk Hemşireler Derneği’nin 2024 teması ‘Hemşirelerimiz Geleceğimiz: “Hemşirelik Bakımının Ekonomik Gücü’dür. Bu tema paralelinde tüm dünyada birçok etkinlik yürütülmektedir. DSÖ ve ICN’nin 2024 deklarasyonunda dünya çapında yaklaşık 29 milyon hemşirenin bulunduğu belirtilmektedir. DSÖ 2030 yılına kadar 4,5 milyon hemşire açığının olacağını tahmin etmektedir. Hemşirelerin sağlığın iyileştirilmesinde ve ekonomiye daha geniş katkıda bulunulmasında çok önemli bir rol oynamakta olduğunu belirten DSÖ; verimli, etkili, dayanıklı ve sürdürülebilir sağlık sistemlerine ulaşmak için tüm ülkelerin sağlığa, hemşirelere yatırım yapmalarının zorunlu olduğunu açıklamıştır. Hemşireler sadece temel bakımı sağlamakla kalmayıp aynı zamanda sağlık politikalarının şekillendirilmesinde ve birinci basamak sağlık hizmetlerinin desteklenmesinde de kritik bir rol oynamaktadır. Hemşireler acil durumlarda bakım sağlamakta ve küresel olarak sağlık sistemlerinin sürdürülebilirliğini korumaktadır. Küresel olarak sağlık ve sosyal iş gücünün yüzde 67’si kadınlardan oluşmakta, hemşirelik ve ebelik meslekleri ise kadın iş gücünün önemli bir bölümünü temsil etmektedir. Dünyadaki hemşirelerin yüzde 80’inden fazlası dünya nüfusunun yarısının yaşadığı ülkelerde çalışmakta olup, her sekiz hemşireden biri doğduğu veya eğitim aldığı ülkeden farklı bir ülkede çalışmaktadır. Hemşireler temel sağlık hizmetlerinin merkezinde yer alır ve çoğu zaman insanların gördüğü ilk ve bazen tek sağlık profesyonelidir ve onların ilk değerlendirme, bakım ve tedavisinin kalitesi hayati öneme sahiptir. Aynı zamanda kendi yerel topluluklarının bir parçasıdırlar (kültürünü, güçlü yönlerini ve zayıf noktalarını paylaşırlar) ve hastaların, ailelerin ve toplulukların ihtiyaçlarını karşılamak için etkili müdahaleleri şekillendirip sunabilirler. DSÖ’nün Hemşirelik için Küresel Stratejik Yönergeleri (SDNM) 2021-2025 aralığında hemşireliği güçlendirme çağrısında bulunmaktadır. SDNM dört politika odak alanından oluşur: Eğitim, istihdam, liderlik ve hizmet sunumu. Her alanın beş yıllık dönem için bir hedefi ifade eden bir ‘stratejik yönü’ vardır. Ayrıca iki ila dört arasında politika önceliğini içerir. Yasalaştırılıp sürdürüldüğü takdirde, bu politikalar öncelikle dört stratejik yönde ilerlemeyi destekleyebilir: 1) Toplumun sağlık ihtiyaçlarını karşılayacak yeterliliğe sahip yeterli sayıda hemşirenin eğitilmesi, 2) İş oluşturmak, göçü yönetmek ve hemşireleri en çok ihtiyaç duyulan yerlerde işe almak ve işte tutmak, 3) Sağlık ve akademik sistemlerde hemşirelik liderliğinin güçlendirilmesi, 4) Hemşirelerin hizmet sunum ortamlarına güvenli ve en iyi şekilde katkıda bulunmaları için desteklenmesini, saygı duyulmasını, korunmasını, motive edilmesini ve donatılmasını sağlamak. DSÖ daha adil ve dayanıklı bir sağlık için ve ekonomik iyileşmeyi hızlandırmak için ülkelerin sağlık iş gücünün güçlendirilmesine yönelik yatırımları sürdürmeleri ve artırmaları gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca 2030 gündeminde tüm paydaşlar hemşirelerin sağlığı koruma ve insanları güvende tutma konusunda oynadığı kritik rolünün önemini vurgulamakta, uluslararası finans kuruluşlarının ve hayırsever yatırımlarının seferber edilmesinin anahtar rolüne dikkati çekmektedir.”
10 Mayıs 2024 Cuma - 17:46 Aşı her yıl 2,5 milyon çocuk ölümünü önlüyor DÜZCE(İHA) – Dr. Dilek Yekenkurul, dünya genelinde uygulanan bağışıklama programları ile her yıl 2,5 milyon çocuk ölümünün önlendiğini söyledi. Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Dahili Tıp Bilimleri Bölümü Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Dr. Öğretim Üyesi Dilek Yekenkurul, aşının toplum ve insan sağlığı için önemini anlattı. Aşıyı; “İnsan vücuduna verildiğinde bağışıklık oluşturarak o mikroorganizmayı tanımasını ve ona karşı koruyucu yanıt oluşturmasını, sonrasında da o hastalığa karşı korunmasını sağlayan bir çeşit ilaçtır. Aşılar gücü azaltılmış ya da öldürülmüş mikroorganizmaların kendisinden veya sadece bir bölümünden hazırlanan bir maddedir” şeklinde tanımlayan Dr. Dilek Yekenkurul, aşının onlarca bulaşıcı hastalığı önlemeye katkı sağladığını vurguladı. Güvenli ve etkili Aşının, 20’den fazla bulaşıcı hastalığı önlemek için çevre sağlığı hizmetlerinden sonra, en güvenli ve etkili koruyucu sağlık hizmeti olduğunu vurgulayan Öğretim Üyesi Yekenkurul, “Çiçek hastalığı gibi bazı hastalıklar etkin ve yüksek oranda aşılama ile yok edilmiştir. Ülkemizde de 1930’da çiçek aşısı, 1937’de difteri ve boğmaca aşısı, 1952’de verem aşısı, 1963’te çocuk felci aşısı, 1968’de tetanoz aşısı ve 1970’te kızamık aşısı yapılmaya başlanmıştır. İlk yıllarda yüksek oranda yapılmamasına rağmen birçok insanın hayatı kurtulmuş, bazı salgınlar aşılar sayesinde durdurulmuştur. Ülkemizde şuan çocuklarımıza verem, difteri, boğmaca, tetanoz, çocuk felci, hepatit B, hepatit A, kızamık, kızamıkçık, kabakulak, suçiçeği, pnömokok ve hemophilus influenza tip B gibi menenjit ve zatürre aşıları olmak üzere toplam 13 hastalığa karşı aşı yapılmaktadır. Bunların dışında kuduz, zona, HPV, meningokok, influenza (grip), COVID-19, tifo, sarıhumma, japon ensefaliti (beyin enfeksiyonu) ve kolera gibi aşılar bazı risk gruplarına önerdiğimiz diğer aşılardır” dedi. Her yıl 2,5 milyon çocuk ölümünü önlüyor Dünya genelinde uygulanan bağışıklama programları ile her yıl 2,5 milyon çocuk ölümünün önlendiğinin bildirildiğini ifade eden Yekenkurul, “Aşıların genel özelliği koruyuculuğunun yüksek olmasıdır. Ancak şunu unutmamak gerekir; her aşının koruyuculuğu yüzde yüz değildir. Bu yüzden tüm toplumu aşılamak daha önemli hale gelir. Ayrıca koruyuculuğu yüzde yüze yakın birçok aşı vardır. Aşıların bir özelliği de hastalık seyrinde hafifletici etki yapmasıdır. Örneğin aşı hastalık bulaşmasına engel olmasa dahi, aşılı bir insan da söz konusu olan hastalık daha hafif, aşısız insanda daha ağır hatta bazen ölümcül seyredebilir. Bunu yaşadığımız bazı salgınlarda bizzat kendimiz gördük. Dünya genelinde de bu konuyla ilgili yapılmış birçok çalışma mevcut” ifadelerini kullandı. Aşı yaptıran kişi toplum sağlığını da korumuş olur Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte aşı çalışmalarının daha güvenilir şekilde yürütüldüğünü söyleyen Dilek Yekenkurul, “Tabi ki her ilaç gibi aşının da yan etkileri veya alerji riski vardır, ama nasıl ki bir ilacı mecbur olduğumuz için bu riskleri göze alıp kullanıyorsak aşıyı da böyle düşünmeliyiz. Hatta aşının daha geniş bir etkisi vardır. Örneğin bir insan aşı yaptırdığı zaman sadece kendisini korumaz. Aşılar bulaşıcı hastalıklara yönelik yapılır ve aşı yaptıran kişi o hastalığı geçirmeyeceği için bulaştırıcı kaynak da olmayacaktır; böylelikle etrafındaki insanları yani toplumu da korumuş olur. Hatta aşılar bazen bir salgının bile önüne geçebilir. Dünya Sağlık Örgütü’nün 1974’te küresel olarak başlatmış olduğu Genişletilmiş Bağışıklama Programı çerçevesinde, aşılanma oranı yüksek olan ülkelerde aşı ile önlenebilir hastalıkların görülme oranında ve ölüm oranlarında düşme görülmesi aşının en büyük kanıtıdır” diyerek sözlerini sonlandırdı.
10 Mayıs 2024 Cuma - 17:10 Kütahya Şehir Hastanesinde bir ilk Kütahya Şehir Hastanesinde ilk defa Girişimsel Radyoloji ve Çocuk Yoğun Bakım Ünitesince, Çocuk Yoğun Bakım Ünitesinde tedavi görmekte olan ve hiçbir damar ulaşımı olamayan iki çocuk hastaya, karaciğer yolu ile (transhepatik) kalbe kadar (sağ atrium) uzanan kalıcı tünelli katater yerleştirildi. Girişimsel Radyoloji Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Korkmaz, Dr. Öğr. Üyesi Hüseyin Gökhan Yavaş ve Çocuk Yoğun Bakım Uzmanı Doç. Dr. Serkan Özsoylu tarafından başarıyla gerçekleştirilen işlem sonrasında, çocukların gerekli tedaviyi alarak hayata tutunmalarının sağlandığı belirtildi. Yapılan işlem hakkında açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Mehmet Korkmaz,” Damar yolu çocuk yoğun bakımda yatan hastaların yaşam çizgisi olarak kabul edilir. Periferik damarlar, femoral ven dediğimiz bacakların ana toplar damarları, subklavian ve juguler ven olarak bilinen üst ekstremite, baş-boyun bölgesinin ana toplar damarlarına takılan kateterler geleneksel erişim yollarıdır. Ancak bazı hastalarda bu geleneksel damar erişim yolları farklı nedenlerden dolayı tıkanmaktadır . Bu talihsiz hastalarda yaşamı korumak ve tedavilerini geçekleştirmek için son çare olarak transhepatik yani ciltten ince bir iğne ile karaciğer içindeki hepatik ven dediğimiz toplardamarlara ulaşım sağdıktan sonra kalbin sağ atrium dediğimiz bölümüne uzanan tünelli kateter yerleştirilerek güvenilir bir damar yolu sağlanmış olur. Tünelli katater, uzun süre vasküler erişim ihtiyacı olan hastalarda, tekrarlayan ven ponksiyonuna gerek kalmadan kan örneklemesi yapılabilmesi ve invaziv hemodinamik monitörizasyonu sağlaması nedeniyle hastaların hayat kalitesini iyileştirmektedir. Sürekli sıvı infüzyonu, hemodiyaliz, total parenteral nutrisyon (TPN) ve tekrarlayan kan transfüzyonu alan hastalarda sık kullanılmaktadır. Kütahya’ya da ilk defa yaptığımız bu işlemle yoğun bakımda yatan bu bebeklerimizin hayata tutunmuş olması bizleri çok mutlu etti” dedi.
Akciğerindeki kötü huylu kitleden video yardımlı cerrahi yöntemiyle kurtuldu
10 Mayıs 2024 Cuma - 16:03 Akciğerindeki kötü huylu kitleden video yardımlı cerrahi yöntemiyle kurtuldu Denizli Devlet Hastanesi’nde tahlil ve tetkiklerini yaptırırken akciğerinde kötü huylu kitle tespit edilen kadın, Göğüs Cerrahi Kliniğinde ilk kez uygulanan Video Yardımlı Göğüs Cerrahisi (VATS) yöntemiyle ameliyat edilerek sağlığına kavuşturuldu. Akciğerinde kötü huylu kitle tespit edilen 69 yaşındaki Nazire K., yapılan tahlil ve tetkiklerden sonra Göğüs Cerrahi Kliniğinde görevli Op. Dr. Umut Kilimci ve Op. Dr. Yasin Ekinci tarafından ameliyata alındı. Denizli Devlet Hastanesi’nde ilk kez uygulanan VATS yöntemiyle hastanın tümörü içeren akciğer lobu çıkartıldı.1 gün yoğun bakımda, 3 günde serviste tedavisi devam eden hasta sağlıklı bir şekilde taburcu edildi. Ameliyatı gerçekleştiren Denizli Devlet Hastanesi Göğüs Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Umut Kilimci, akciğer kanserinin erken evrede teşhis edildiğinde en başarılı tedavi yönteminin cerrahi yöntem olduğunu, gelişen teknoloji ve artan tecrübe ile birlikte akciğer kanseri ameliyatlarının güvenle yapılabildiğini söyledi ve Denizli Devlet Hastanesi’nde ilk kez uygulanan VATS yönteminden bahsetti. Kilimci, “VATS yöntemi göğüs cerrahisinde vücutta minimum düzeyde hasar oluşturması hedeflenerek küçük kesiler yoluyla yapılmaktadır. VATS hastaya klasik yöntem denilen iki kaburga arasının kesilip göğüs boşluğuna girildiği açık ameliyat girişimi uygulanmadan kamera sistemi ve özel olarak üretilen cerrahi aletlerin, göğüs boşluğuna sokulması ile gerçekleşen cerrahi bir yöntemdir. VATS yönteminde açık yöntemden farklı olarak kaburga arasına ekartör konulmadığı için doku ve sinir hasarı oluşmaz. Hastanın kaburga kemikleri zedelenmediği için kanama miktarı ve cerrahi sonrası ağrı daha az olur. Hastanın hastanede kalış süreci daha kısa olur. İyileşme süreci de daha kısa olacağı için günlük yaşantısına dönme süresi de kısalır. Göğüs kafesi açılmadığı için dış ortamla temas daha az olur. Bu da enfeksiyon riskinin azalmasını sağlar. Denizli Devlet Hastanesi’nde ilk kez VATS yöntemiyle akciğer kanseri operasyonunu başarıyla tamamlamanın gururunu yaşıyoruz” dedi.
Gümüşhane’de ‘Sağlık İçin Harekete Geç’ etkinlikleri düzenlendi
10 Mayıs 2024 Cuma - 15:57 Gümüşhane’de ‘Sağlık İçin Harekete Geç’ etkinlikleri düzenlendi Gümüşhane’de ‘10 Mayıs Sağlık İçin Hareket Et Günü’ kapsamında yürüyüş gerçekleştirildi. Gümüşhane İl Sağlık Müdürlüğü tarafından ’10 Mayıs Sağlık İçin Hareket Et’ günü kapsamında yürüyüş düzenlendi. Tarım İl Müdürlüğü önünden başlayan yürüyüşe Gümüşhane İl Sağlık Müdürlüğü çalışanları, öğrenciler ve vatandaşlar katıldı. Ellerinde ‘Sağlık İçin Hareket Et’ ve ‘Hareketli Yaşa Sağlıklı Kal’ yazılı pankartlarla Cumhuriyet ve Atatürk Caddesi boyunca yürüyen kalabalık, yürüyüşü Gençlik Merkezi önünde bitirdi. Yürüyüşün ardından basın açıklaması gerçekleştiren Sağlık Hizmetleri Başkanı Dr. Emre Karataş, “Toplumda fiziksel aktivitenin artırılması tüm kurum ve kuruluşlar ile sivil toplum örgütleri dâhil herkesin sorumluluğundadır. Her yaş ve cinsiyetten engelli bireyler de dâhil toplumun her kesimi için günlük 30-60 dakika orta yoğunlukta bir fiziksel aktivite ciddi hastalıkları önlemek için güçlü bir araç ve uygun maliyetli bir halk sağlığını iyileştirme yöntemidir. Düzenli ve daha fazla fiziksel aktivite daha büyük faydalar sağlayacaktır. Sokak ve caddelerde yürüyüş yapmayı kolaylaştıracak geniş ve ağaçlıklı kaldırımlar olması, bisiklet yolları ve spor kampanyaları, trafiğe kapalı caddelerin teşvik edilmesi, insanların keyifli fiziksel aktiviteler yapabilecekleri parklar açık alanların oluşturulması, sağlıklı beslenme ve yaşam tarzı ile bütünleşik müdahalelerin yapılması ve sağlık sistemine fiziksel aktivitenin dâhil edilmesi gibi çalışmalar ile toplumda fiziksel aktivite teşvik edilebilir” dedi.
Duygu kontrolü çocukluk döneminde ailede öğrenilmeli
10 Mayıs 2024 Cuma - 15:37 Duygu kontrolü çocukluk döneminde ailede öğrenilmeli İstanbul Eyüpsultan’da Iraklı eski öğrenci Y.K. tarafından silahla vurulan okul müdürü İbrahim Oktugan’ın ölümüyle özellikle ergen ve gençlerde duygu kontrolünün önemi bir kez daha gündeme geldi. Prof. Dr. H. Nermin Çelen, evde şiddet davranışı varsa çocuğun duygu düzenlemesini öğrenemediğini vurguladı. Prof. Dr. Çelen’e göre duygu kontrolü çocukluk döneminden itibaren önce ailede sonra akranlardan öğreniliyor. İstanbul Atlas Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. H. Nermin Çelen, duygu kontrolüne ilişkin değerlendirmede bulundu. Sağlıklı bir insanın duygularını kontrol edebileceğini belirten Prof. Dr. Çelen, “Duygu kontrolünü ya da duygularımızı düzenlemeyi çocukluktan itibaren öğreniyoruz. Duygu kontrolü her insan için geçerlidir. Her duygumuzu yoğun şekilde yaşamak çok sağlıklı olmayabilir” açıklamasında bulundu. Duygu kontrolünün oluşabilmesi için önce aile sonra akranların katkıda bulunduğuna değinen Prof. Dr. H. Nermin Çelen, “Eğer aile içerisinde şiddet varsa, masa yumruklamak, kapıları çarpmak, tokat atmak gibi şiddet davranışları ailede varsa çocuk duygularının nasıl düzenleneceğini öğrenemiyor. Anne ve babanın duygu kontrolündeki rolü çok büyük. Diyelim çocuk okul öncesi ya da ilkokula gitti, duygu kontrolünü bilmiyorsa diğer çocuklar ondan hızla uzaklaşıyor. Yalnız kalmamak için duygularını yavaş yavaş kontrol etmeye başlıyor” dedi. Ergenlik döneminde duygular çok yoğun yaşanıyor Eğer bunlar olmadıysa yani çocuk ailede ve ilkokul döneminde bunları öğrenemediği taktirde ergenlik döneminde farklı problemlerin yaşandığını belirten Prof. Dr. Çelen, “Beyinde duygularımızın merkezi limbik sistem ve amigdaladır. Gençlik döneminde amigdala duyguları özgürce üretir. Fren sistemi henüz gelişmemiştir. Freni olabilmesi için prefrontal lob dediğimiz alnın arkasındaki beyin bölümünün, limbik sistem arasında biyolojik iletişim kurması gerekiyor. Bu da zaman alıyor. Amigdala sayesinde ergenlik döneminde duygular çok yoğun yaşanıyor. Ön beyin lobu ile iletişim olmadığında duygular frenlenemiyor. Öfke ve benzeri sonuna kadar yaşanabiliyor. Ergenlik döneminde dopamin üretimi çok artıyor, fışkırıyor diye tabir ediliyor. Ama daha önceden duygularını kontrol etmeyi öğrendiyse nispeten onları yumuşatıyor” şeklinde konuştu. Olumsuz imkanlar donakalım durumunu ortaya çıkarıyor Olumsuz imkanların kişide frustrasyon da denilen donakalım durumunu ortaya çıkardığını da belirten Prof. Dr. Çelen, “Özellikle ergenlik döneminde çocukluktan itibaren duygu kontrolü yoksa, birtakım olumsuz imkanlar varsa mesela yabancı olmak, sığınmacı olmak, arkadaşları tarafından onaylanmamak, ders notlarının düşük olması, yeni çevreye uyum sağlayamaması bireyde donakalım denilen durumu ortaya çıkarıyor. Donakalımda şu oluyor: Diyelim evden çıkacaksın kapının kilidi düştü ve çıkamıyorsun. O an ne hissedersin? Ya da eşine mesaj göndereceksin şarjın bitmiş, ne hissedersin? İşte o anda yaşanan ve hissettiğin şeye donakalım deniyor” dedi. Donakalım öfke duygusunu ortaya çıkarıyor Donakalımın fizyolojik bir durum olup öfke duygusunu ortaya çıkardığını belirten Prof. Dr. Çelen, duygu kontrolü yoksa onun da şiddet davranışına dönüşebildiğini ifade etti. Prof. Dr. Çelen, “Gencin çözemediği sorunu varsa dışarıya da zarar vermiyorsa kendine dönük şiddet uygulayabilir. Dövme yaptırmak, dudağa pearcing taktırmak içe dönük şiddettir. Dışarıya yönelik şiddette cam kırar, duvarı yumruklar. Bunun en uç noktası adam öldürmektir. İçe dönük şiddetin en uç noktası ise intihardır” dedi. Prof. Dr. Çelen, şiddet davranışının sadece erkek çocuklarda değil, kız çocuklarında da ortaya çıkabildiğini söyledi. Duygular taklit yoluyla da kazanılır Prof. Dr. Çelen, “Davranışları onaylı ya da onaysız da olsa prestij sahibi, popüler kişilerin davranışlarının taklit edilmesi söz konusudur. Toplumda, medyada çok örnek bulunmaktadır” dedi. Duygu düzenlemesi duygusal zekayla ilgili Duygu düzenlemenin duygusal zekayla alakası olduğunu kaydeden Prof. Dr. Çelen, “Bilişsel zekâmız doğuştan biçilmiş olarak dünyaya geliyoruz ama duygusal zekayı artırabiliyoruz. Yani insanların duygu düzenlemesinin dolayısıyla duygusal zekâsını özel programlarla ve profesyonel yardımla artırmak mümkün” dedi. Prof. Dr. Çelen şöyle konuştu: “Medyada son günlerde yer alan vakalardaki şiddet örnekleri yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda değerlendirildiğinde gençlerin fizyolojik yapısı, isteklerini erteleme özelliklerinin olmayışı, donakalım yaşantısının geçmişi ve taklit edilecek modellerin çokluğu günümüz imkanlarında sadece bizde değil, dünyada büyük bir sorun haline gelmiştir. Tabii bunda duygusal zekânın yeterli olmayışı da söz konusudur. İnsan, hayvan ve doğa sevgisi öğretmek de çok önemlidir. Unutmayalım ki gençler dünya kurulalı beri otoriteye de karşıdır.” Profesyonel yardım alınmalıdır Prof. Dr. Çelen son olarak duygu kontrolü ile ilgili sorun yaşayan çocuk ya da ergenle ilgili profesyonel yardım alınması gerektiğini belirterek “Ebeveyn sorunun farkındaysa çocukları için profesyonel yardım almalıdır. Ayrıca ailenin yanı sıra okullardaki rehberlik servislerine büyük sorumluluk düşmektedir” şeklinde sözlerini tamamladı.
Hemşirenin kök hücre bağışı bir anneye can suyu oldu
10 Mayıs 2024 Cuma - 15:01 Hemşirenin kök hücre bağışı bir anneye can suyu oldu Doruk Hastaneleri, Kızılay Kan Merkezi aracılığıyla başlatılan kan ve kök hücre bağışı kampanyasına destekte bulundu. Hemşire Goncanur Şen’in kök hücre bağışı sayesinde hasta bir anne sağlığına kavuştu. Doruk Yıldırım Hastanesi’nde bu yıl 3’üncü kez düzenlenen kan ve kök hücre bağışına, hastane personeli ve vatandaşlar kan stokuna katkıda bulunmak için büyük ilgi gösterdi. Kan bağışının önemine değinen Doruk Yıldırım Hastanesi Başhekimi Dr. Cemal Turhan, tüm vatandaşlara kan ve kök hücre bağışı yapma çağrısında bulunarak, "Hepimizin kan ve kök hücreye bir gün ihtiyacı olabilir. Bu ihtiyaca önceden cevap verme özverisinde bulunmak zorundayız" dedi. Kızılay Güney Marmara Kök Hücre Kazanım Uzmanı Ramazan Çiçek ise Doruk Sağlık Grubu’na verdikleri destekten dolayı teşekkür ederek, kan ve kök hücre bağışının önemine değindi. Doruk Yıldırım Hastanesi’nin önceki kan ve kök hücre bağışları sayesinde hastalara şifa olduklarını söyleyen Ramazan Çiçek, "Kan bildiğiniz gibi yapımı olmayan tek ilaç. Tüm vatandaşlarımızı bağış yapmaları için davet ediyorum" diye konuştu. Doruk Yıldırım Hastanesi Laboratuvar Sorumlusu Seçil Turgut da kan ve kök hücre bağışı konusunda farkındalık oluşturmaya devam ettiklerini belirterek, "Hastane çalışanlarımızdan kök hücre uyumunu yakalayarak hastalara yardım elimizi uzatabildik. İnsanlarımıza bağışlar sayesinde hayata tutunabilmelerini sağlayacağına bilincini aşılamamız gerekiyor. Herkese düzenli olarak kan ve kök hücre bağışı yapmalarını tavsiye ediyorum" şeklinde konuştu. Yaptığı kök hücre bağışı ile hasta bir annenin sağlığına kavuşmasına aracılık eden Doruk Yıldırım Hastanesi Hemşiresi Goncanur Şen ise büyük bir mutluluk yaşadığını söyledi. Kan ve kök hücre bağışının düşünüldüğünden çok daha büyük bir faydasının olduğuna bir kez daha şahit olduğunu vurgulayan Hemşire Şen, “Özellikle annenin sağlığına kavuşarak çocuklarıyla mutlu olması beni çok duygulandırdı” şeklinde görüşlerini belirtti.
Hemşirenin kök hücre bağışı 1 anneye can suyu oldu
10 Mayıs 2024 Cuma - 14:51 Hemşirenin kök hücre bağışı 1 anneye can suyu oldu Doruk Hastaneleri, Kızılay Kan Merkezi aracılığıyla başlatılan kan ve kök hücre bağışı kampanyasına destekte bulundu. Hemşire Goncanur Şen’in kök hücre bağışı sayesinde hasta bir anne sağlığına kavuştu. Doruk Yıldırım Hastanesi’nde bu yıl 3. kez düzenlenen kan ve kök hücre bağışına, hastane personeli ve vatandaşlarkan stoğuna katkıda bulunmak için büyük ilgi gösterdi. Kan bağışının önemine değinen Doruk Yıldırım Hastanesi Başhekimi Dr. Cemal Turhan, tüm vatandaşlara kan ve kök hücre bağışı yapma çağrısında bulunarak, “Hepimizin kan ve kök hücreye bir gün ihtiyacı olabilir. Bu ihtiyaca önceden cevap verme özverisinde bulunmak zorundayız” dedi. Kızılay Güney Marmara Kök Hücre Kazanım Uzmanı Ramazan Çiçek ise Doruk Sağlık Grubu’na verdikleri destekten dolayı teşekkür ederek, kan ve kök hücre bağışının önemine değindi. Doruk Yıldırım Hastanesi’ninönceki kan ve kök hücre bağışları sayesinde hastalara şifa olduklarını söyleyen Ramazan Çiçek, “Kan bildiğiniz gibi yapımı olmayan tek ilaç. Tüm vatandaşlarımızı bağış yapmaları için davet ediyorum” diye konuştu. Doruk Yıldırım Hastanesi Laboratuvar Sorumlusu Seçil Turgut da kan ve kök hücre bağışı konusunda farkındalık oluşturmaya devam ettiklerini belirterek, “Hastane çalışanlarımızdan kök hücre uyumunu yakalayarak hastalara yardım elimizi uzatabildik. İnsanlarımıza bağışlar sayesinde hayata tutunabilmelerini sağlayacağına bilincini aşılamamız gerekiyor. Herkesi düzenli olarak kan ve kök hücre bağışı yapmalarını tavsiye ediyorum” şeklinde konuştu. Yaptığı kök hücre bağışı ile hasta bir annenin sağlığına kavuşmasına aracılık eden Doruk Yıldırım Hastanesi Hemşiresi Goncanur Şen ise büyük bir mutluluk yaşadığını söyledi. Kan ve kök hücre bağışının düşünüldüğünden çok daha büyük bir faydasının olduğuna bir kez daha şahit olduğunu vurgulayan Hemşire Goncanur Şen, “Özellikle annenin sağlığına kavuşarak çocuklarıyla mutlu olması beni çok duygulandırdı” şeklinde görüşlerini belirtti. (PTÖ-
Ölümcül hastalık için riskli tarih nisan ve ekim ayları arası
10 Mayıs 2024 Cuma - 14:33 Ölümcül hastalık için riskli tarih nisan ve ekim ayları arası Doç. Dr. Seyit Ali Büyüktuna, ölümlere neden olan Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi Hastalığının (KKKAH) Nisan ve Ekim ayları arasında görüldüğünü söyledi. Doç. Dr. Büyüktuna, Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi Hastalığı (KKKAH) ile ilgili açıklamalarda bulundu. “Nisan ve ekim ayları arasında görülüyor” Büyüktuna hastalığın nisan ve ekim ayları arasında görüldüğünü belirtip, “Hastalık sıklıkla kene kaynaklı, ateş, kanama ve karaciğer fonksiyon bozukluğu ile karakterize akut bir enfeksiyon hastalığıdır. Türkiye’de ilk olarak 2002 yılında tespit edilen hastalık Erzincan ve çevresini kapsayan geniş bir alanda görülmektedir. Hastalık mevsimsel özellik göstermektedir. Genel olarak nisan ve ekim ayları arasında ortaya çıkmaktadır. Etken virüs sıklıkla Hyalomma cinsi kenelerle bulaşmaktadır.” dedi. Sağlıkçılar ve hayvancılıkla uğraşanlar risk grubunda Büyüktuna sağlık çalışanlarının ve hayvancılıkla uğraşanların risk grubunda olduğunu belirtti. Hastalığın bulaşıcılığından bahseden Doç. Dr. Büyüktuna, “Hastalık, insanlara kenelerin kan emmesi ya da kenelerin elle ezilmesi esnasında bulaşabilmektedir. Virüs kenelerde ömür boyu kalmakta ve çoğalabilmektedir. Veterinerler, endemik bölgelerdeki hastanelerde görev yapan sağlık çalışanları, tarım ve hayvancılıkla uğraşanlar risk grubunda yer almaktadırlar.” ifadesini kullandı. Doç. Dr. Büyüktuna hastalığın belirtilerinin; ani başlayan üşüme, titreme, ateş, baş ağrısı, eklem ağrısı, bulantı, kusma ve karın ağrısı olduğundan bununla birlikte tüm vakaların yaklaşık yüzde 75’inde kanama ortaya çıktığına değindi. Hastalığın tedavisinden bahseden Doç. Dr. Büyüktuna, “Hastalığının tedavisinde ‘destek tedavisi’ esas tedaviyi oluşturmaktadır. Uygulanan destek tedavisinin düzenlenmesinde hastanın hem klinik hem de laboratuvar değerlerinin takibi önem taşımaktadır. Hastalara gerektiğinde kan ürünleri ile destek tedavisi uygulanmaktadır. Ağır ve çoklu organ yetmezliği gelişen hastalarda sıvı-elektrolit replasmanı, gerektiğinde diyaliz uygulanması, hatta yoğun bakım ve solunum desteği gerekebilmektedir.” dedi. Korunmada kontrol ve elbise tercihi önemli Hastalıktan korunma yöntemlerinden bahseden Doç. Dr. Büyüktuna, “Bütün enfeksiyon hastalıklarının kontrolünde olduğu gibi KKKA hastalığında da korunma ve izolasyon önlemleri büyük önem taşımaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’ nün (DSÖ) önerilerine göre hastanın kan ve vücut sıvıları ile korunmasız temastan kaçınılmalıdır. Mümkün olduğu kadar kenelerin bulunduğu alanlardan kaçınmak gerekmektedir. Bu yerlere gidenler mümkünse açık renkli elbiseler tercih etmeli, vücutta açık kısım kalmamasına dikkat etmeli, dönüşte mutlaka kene yönünden elbiselerini ve vücudunu kontrol etmelidir.” şeklinde konuştu.
Akdeniz anemisi anne ve babada taşıyıcılık varsa çocukta 4’te 1 ihtimalle  oluyor
10 Mayıs 2024 Cuma - 14:22 Akdeniz anemisi anne ve babada taşıyıcılık varsa çocukta 4’te 1 ihtimalle oluyor Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde hematoloji branşında Uzman Doktor Özlem Beyler, “Talasemi, diğer adıyla Akdeniz anemisi kalıtımsal geçen genetik bir kansızlık hastalığıdır. Anne ve babada eğer taşıyıcılık varsa çocukta 4’te 1 ihtimalle hastalık olur. Ülkemizde yüzde 2 oranında görüyoruz” dedi. Uzman Doktor Özlem Beyler, Akdeniz anemisinin kalıtımsal bir hastalık olduğunu söyledi. Anne ve babada eğer taşıyıcılık varsa çocukta 4’te 1 ihtimalle olduğunu belirten Dr. Beyler, hastalığın Türkiye’de yüzde 2 oranında görüldüğünü ifade etti. “Bu taşıyıcılık neden önemli? Evlilik öncesi genetik danışmanlık gerekebilir” diyen Dr. Beyler, “Hastalar, evlilik öncesi yapılan tarama testleriyle bize yönlendiriliyor. Biz de hemoglobin elektroforeze bakarak bilgilendirme yapıyoruz. Taşıyıcılık bir hastalık değildir, tedavi gerektirmez. Taşıyıcıların evlenmesinde ya da çocuk sahibi olmasında herhangi bir sakınca yoktur. Ancak çocuklarına aktarılabildiği bir hastalık olduğu için çocukta ciddi kansızlık olabilir. Bu nedenle takipte olmaları önemlidir” dedi. Bu hastaların kansızlığı olduğu için gereksiz demir tedavisi verilme durumu olabildiğine dikkat çeken Dr. Beyler, şöyle konuştu: “O açıdan mutlaka bir hematoloji uzmanına muayene olmalarını öneririm. Daha sonrasında bazı ağır talasemi hastalarına aylık kan nakli yapmak gerebiliyor. Buna bağlı olarak demir yükleri olabiliyor. Başka organların etkilenme riski olabiliyor. Yine bu hastaların aylık takipte kalmaları lazım. Beslenme durumuna gelecek olursak özel bir beslenme şekli yok. Herkes gibi yiyip içebilirler, beslenebilirler. Bazen biz folik asit desteği verebiliyoruz. Yine bu kontrollerdeki kan değerlerine bakarak karar verebileceğimiz bir durum. Tam kan sayımı, periferik yayma, hemoglobin elektroforezi ve demir testlerine bakarak tanı koyuyoruz. Bu şekilde diğer kansızlık nedenlerinden ayırt etmemiz gerekiyor bu hastaları. Çünkü gereksiz yere vitamin takviyesi alıp kan seviyelerini yükseltme durumlarına girmelerini engellemek istiyoruz.” "Türkiye, Akdeniz Bölgesin’e komşuluğu açısından bu hastalığı sık gördüğümüz bir bölge" Ailenin eğer bir hastada halsizlik, aşırı yorgunluk, çarpıntı, nefes darlığı gibi kansızlığın oluşturduğu durumlar varsa bir doktora gidip kontrol ettirebileceğini aktaran Dr. Beyler, “Bunun haricinde de evlilik öncesi rutin tarama testi yapılıyor. Bu şekilde ülkemizdeki yüksek taşıyıcılık oranlarından kaynaklanabilecek çocuklara aktarımın önüne geçilmiş oluyor. Bizim bu civar için oran yüzde 6 diyebiliriz. Aslında bunlar hep yüksek oranlar. Türkiye için yüzde 2, bölgemiz için yüzde 6’lara çıkıyor. Ama Antalya, Hatay civarına gittiğimizde yüzde 13’lere çıkıyor. Talasemi, aslında sık gördüğümüz bir kansızlık. Akdeniz Bölgesi derken Güneydoğu Asya’ya kadar uzanan, tüm dünyada sıklıkla görülen bir genetik kansızlık nedeni. Türkiye, Akdeniz Bölgesi’ne komşuluğu açısından bu hastalığı sık gördüğümüz bir bölge” şeklinde konuştu.
Mersin Şehir Hastanesi yöneticileri, engelli personelle bir araya geldi
10 Mayıs 2024 Cuma - 14:20 Mersin Şehir Hastanesi yöneticileri, engelli personelle bir araya geldi Mersin Şehir Hastanesi yöneticileri, Engelliler Haftası kapsamında hastanede çalışan engelli personelle bir araya geldi. Hastane yönetimi ve sosyal sorumluluk ekibi tarafından organize edilen etkinlikte, yöneticilerle bir araya gelen engelli personeller hem keyifli vakit geçirdi hem de istek ve önerilerini paylaşma imkanı buldu. Programda engelli personellere hastane yönetimi tarafından hazırlanan teşekkür belgeleri de takdim edildi. Başhekim Doç. Dr. Bahar Aydınlı, engelli çalışanların her zaman yanında olduklarını ifade etti. Bu kapsamda engelli personelin çalışma hayatlarını kolaylaştırmak için gerekli çalışmaları başlatmaya kararlı olduklarını vurgulayan Aydınlı, alınan istek ve öneriler doğrultusunda, engelli personellerin ihtiyaçlarını karşılayacak düzenlemeleri hayata geçireceklerini kaydetti. Engelliler Haftası’nın, engelli bireylerin topluma katılımlarının önemini hatırlatmak ve engelli haklarının farkındalığını artırmak için önemli bir fırsat olduğunu vurgulayan Aydınlı, "Biz de Mersin Şehir Hastanesi olarak bu hafta vesilesiyle engelli personelimizin değerini bir kez daha vurgulamak ve onların başarılarıyla gurur duyduğumuzu ifade etmek isteriz. Engelli personelimiz, azimleri ve başarılarıyla tüm topluma örnek olmaktadır. Hikayeleri, bize her şeye rağmen başarmayı öğretmektedir. Mersin Şehir Hastanesi olarak, engelli personelimizi her zaman desteklemeye ve önlerini açmaya devam edeceğiz" dedi.
İstanbul’un merkezi konumuna diş hastanesi taşındı
10 Mayıs 2024 Cuma - 12:54 İstanbul’un merkezi konumuna diş hastanesi taşındı Biruni Üniversitesi Diş Hastanesi, İstanbul’un merkezi konumunda bulunan Cevizlibağ’daki yeni binasına taşındı. İstanbul’un Zeytinburnu ilçesinde bulunan Biruni Üniversitesi Diş Hastanesi, altyapısını ve teknolojisini yenileyerek Cevizlibağ’daki yeni binasına taşındı. 5 bin metrekare kapalı alanda, 3 kat üzerine kurulu olan diş hastanesi, 140 ünit kapasitesi ve 2 ameliyathanesiyle hizmete başladı. Biruni Üniversitesi Kampüsü içinde yer alan Diş Hekimliği Fakültesi ile birlikte, Diş Hekimliğinin 8 Ana Bilim Dalı olan; Ağız Diş ve Çene Radyolojisi, Ağız Diş ve Çene Cerrahisi, Protetik Diş Tedavisi, Restoratif Diş Tedavisi, Çocuk Diş Hekimliği, Endodonti, Periodontoloji ve Ortodonti branşlarında hizmet veriyor. “Hastalarımızın ağız ve diş sağlığı hizmetlerine erişimi çok daha kolay” Biruni Üniversitesi Diş Hastanesi Genel Müdürü Dr. Öğr. Üyesi Pınar Kılıç Aksu, “Hastanemizin yeni konumuyla beraber, artık hastalarımızın ağız ve diş sağlığı hizmetlerine erişimi çok daha kolay. Cevizlibağ metrobüs ve tramvay durakları çok yakınımızda, dolayısı ile İstanbul’un hemen her ilçesinden ve semtinden rahatça ulaşılabilir durumdayız. Ayrıca kendi aracı ile gelmek isteyen hastalarımız için E5’in yanında olmamız ve vale hizmetimizin olması da büyük kolaylık sağlıyor” dedi. “Gençlerimiz, pratisyen ve uzman diş hekimleri olarak topluma kazandırılmaktadır” Üniversite hastanesi olmanın sorumluluğundan söz eden Kılıç Aksu, “Hastanemizde 3. basamak sağlık hizmeti sunulmakta olup, bilimsel çalışmaların yanı sıra hastalarımızın ihtiyaç duyabileceği ağız ve diş sağlığı ile ilgili tüm tedaviler, akademik kadromuz ve deneyimli hekimlerimiz ile hasta güvenliği ve mahremiyeti göz önünde bulundurularak yapılmaktadır. Gelen hastalarımız ilk muayenesi yapıldıktan sonra, tedavi ihtiyaçlarına göre ilgili bölüme yönlendirilmekte, her bölümde o bölümün uzmanı olan hekimlerimiz tarafından tedavi edilmektedir. Ayrıca tüm branşlarda stajyer öğrenci eğitimi ve uzmanlık/doktora eğitimleri, alanında uzman ve uzun yıllar deneyimi olan öğretim üyelerimiz tarafından verilmekte, yetiştirilen gençlerimiz toplumumuza pratisyen ve uzman diş hekimleri olarak kazandırılmaktadır” diye konuştu. “Tedavilerimiz güvenli, konforlu ve hızlı bir şekilde tamamlanıyor” Hastanenin dünyadaki son teknolojik donanımlara sahip olduğunu kaydeden Kılıç Aksu, “Dijital diş hekimliğinden de yararlanarak sıklıkla, ağız diş ve çene ameliyatları, özellikli implant uygulamaları, sabit, hareketli ve hibrid protez uygulamaları, restoratif diş tedavileri ve estetik uygulamalar ile sabit ve hareketli ortodontik tedaviler yapılmakta, gerekli durumlarda lokal anestezi dışında, ameliyathanelerimizde sedasyon ya da genel anestezi altında, hem yetişkin hem de çocuk hastalarımızın tedavileri güvenli, konforlu ve hızlı bir şekilde tamamlanmaktadır” ifadelerini kullandı.
Medicana İzmir’de ‘Gastrointestinal Sistem Kanserlerinde Tedavi’ sempozyumu düzenlendi
10 Mayıs 2024 Cuma - 12:49 Medicana İzmir’de ‘Gastrointestinal Sistem Kanserlerinde Tedavi’ sempozyumu düzenlendi Medicana Onkoloji Grubu Toplantıları kapsamında Medicana İzmir Hastanesi’nde “Gastrointestinal Sistem Kanserlerinde Tedavi” sempozyumu gerçekleştirildi. Sempozyumda konuşan Medicana Sağlık Grubu Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Lütfiye Demir, dünyada sık görülen kanser türlerinden biri olan sindirim sistemi kanserlerinin tedavisinde yeni gelişmeler olduğunu, bu güncel gelişmeleri paylaşmak için Türkiye’nin dört bir yanından, bu alandaki farklı branşlardan önemli isimlerin bu sempozyumda bir araya geldiğini söyledi. Sindirim sistemi anlamına gelen ‘gastrointestinal sistem kanserleri’ alanında çalışan Türkiye’nin farklı şehirlerinden gelen onkoloji ve cerrahi uzmanı hekimler, Medicana International İzmir Hastanesi’nde düzenlenen ‘Gastrointestinal Sistem Kanserleri Sempozyumu’nda biraraya geldi. Toplantının açılışında konuşan Genel Müdür Dr. Ulvi Ünal, onkoloji alanında güçlü bir ekiple önemli bir merkez durumunda olduklarını belirterek, bu alanda yapılacak bilimsel toplantılara ev sahibi yaptıklarını ve bu toplantıların devamının geleceğini söyledi. “Her 6 ölümden biri kansere bağlı” Prof. Dr. Mustafa Oktay Tarhan ve Prof. Dr. Deniz Yalman moderatörlüğünde gerçekleştirilen, ‘özofagus ve mide kanserlerinde tedavi’ oturumunda ilk olarak Uzm. Dr. Murat Keser söz aldı. Özofagus ve mide kanserlerinde etyoloji, risk faktörler, ve prevansiyon alanına yönelik bilgilendirmelerde bulunan Keser, her 6 ölümden biri ve bulaşıcı olmayan hastalıklara bağlı ölümlerden birinin kansere bağlı olduğunu vurguladı. 2050 yılında tahmini olarak en az 35 milyon yeni tanının olacağını söyleyen Keser, erkeklerde prostat kanseri, kadınlarda ise meme kanserinin ön planda olduğunu, özofagus kanserinin de en sık görülen 11’inci kanser olarak yer aldığını söyledi. SCC etnoloji ve risk faktörlerinin neler olduğunu anlatan Keser, alkol ve tütün kullanımının majör risk faktörleri arasında görüldüğünü, onun dışında herediter faktörler, yüksek sıcaklıkta gıda, kötü ahız hijyeni, özofagus hastalıkları, gastrektomi hastalıklarının risk faktöründe bulunduğunu ifade etti. Mide kanseri hakkında da bilgilendirme yapan Uzm. Dr. Murat Keser, her yıl bir milyona yakın vakanın çıktığını ve 600 binin üzerinde ölüme sebebiyet verdiğini kaydetti. Keser ayrıca düzenli egzersizin birçoğunun kanser tipinde koruyucu olduğunu da belirtti. Özofagus ve mide kanseri konuşuldu Oturumun ikinci konuşmacısı olan Prof. Dr. Sinan Ersin de ‘özofagus ile mide kanserlerinde cerrahi prensipler’ konusu üzerine bilgilendirmelerde bulundu. D0 rezeksiyonun kanser rezeksiyonuna uygun olmadığını söyleyen Prof. Dr. Ersin, “Erken mide kanserinde özellikle mukozaya sınırlı tümör olduğunda, günümüzde endoskopik yöntemler de kullanılabiliyor. Örneğin evre 1’de iri diferansiye ve bir buçuk santimden küçükse, buna T1, D ise rezeksiyon yapılması gerekiyor. T2 ve T4 arası tümör söz konusuysa, D2 diseksiyon yapmamız öneriliyor” ifadelerine yer verdi. “En çok kullanılan ‘siewert’ sınıflandırması” Mide kanseri tedavisine yönelik de bilgiler aktaran Ersin, ameliyat modelinin bir sınıflandırmaya göre yapıldığını, bu alanda en çok kullanılan sınıflandırmanın ‘siewert sınıflandırması’ olduğunu anlattı. Sempozyumun yarın gerçekleştirilecek ikinci oturumunda ise, ‘kolorektal kanserler’, ‘metastatik hastalıkta tedavi’ ve ‘peritoneal karsinomatozda sitoredüktif cerrahi-hipec ve moleküler bazlı tedaviler’ konuları ele alınacak.