SAĞLIK - 20 Ocak 2020 Pazartesi 11:17

Meme kanseri tedavisinde tek hekim süreci tarih oluyor

A
A
A
Meme kanseri tedavisinde tek hekim süreci tarih oluyor

Meme kanserinin tedavisinde hastalara özgü tedavi yöntemlerinin ve ekip çalışmasının uygulanmaya başladığını söyleyen Doç.

Meme kanserinin tedavisinde hastalara özgü tedavi yöntemlerinin ve ekip çalışmasının uygulanmaya başladığını söyleyen Doç. Dr. Metehan Gümüş, meme kanseri tedavisinde tek hekimin her hastaya aynı tedavi yöntemini uyguladığı dönemin sona erdiğini belirterek, “Artık hastaya özgü tanı, tarama, tedavi ve takip planı oluşturma fırsatı bulunmuştur” dedi.


VM Medical Park Kocaeli Hastanesi Meme Sağlığı Konseyi Başkanı Doç. Dr. Metehan Gümüş, dünyada tek hekimle meme kanseri tedavisinin yerini, uzmanlardan oluşan bir ekip tedavisine bıraktığını ve bu kapsamda VM Medical Park Kocaeli Hastanesi bünyesinde Meme Sağlığı Konseyi kurulduğunu belirtti. Hastane bünyesinde kurdukları konseyle meme kanseri tedavisinde yapılan çalışmalar hakkında önemli bilgiler aktaran Doç. Dr. Gümüş, yaşanan gelişmelerle hastalara dünya standartlarında bir tedavi imkânı sunulduğunu söyledi.



Her hastaya özgü tedavi planı düzenleniyor


Meme kanseri tedavisinde yeni yaklaşımlarla başarı şansının günden güne arttığını ve yaşam süresinin uzadığını söyleyen Doç. Dr. Gümüş, “Son zamanlarda meme kanserinin birçok alt tipinin olduğunun ve kişiye özgü farklılıklar gösterdiğinin saptanmasıyla beraber tanı, tarama, takip ve tedaviyi kişiye özel yapma gerekliliği ortaya çıkmıştır. Bu da ancak bir ekip çalışmasıyla sağlanabilir. Teknolojinin hızla ilerlemesi tıbbın her alanında yenilikler getirmiştir. Meme kanseri dünyada onkolojik araştırmaların en fazla yapıldığı tümör gruplarından biridir. Bu yoğun çalışmalar sayesinde son 20 yılda moleküler analizlerde büyük gelişmeler kaydedildi ve meme kanserinin birçok biyolojik alt tipi olduğu ortaya konuldu. Geçmişte tüm meme kanserli hastalar için aynı tedavi protokolü uygulanırken bugünlerde alt tiplere spesifik tedavilerle çok daha iyi sonuçlar alındığı gösterildi” dedi.



Güncel tedaviler hastalar için artık daha etkili


Doç. Dr. Metehan Gümüş sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu gelişmeler yaşanırken bir yandan da farkındalığın artmasıyla erken tanı ve tedavi ile hastaların yaşam süreleri gittikçe uzamaya başladı. Artık hastalar aynı başarılı sonucu elde edebilecek daha az girişimsel işlemler ve daha iyi kozmetik sonuçlar ve daha konforlu yaşam için farklı alternatifleri araştırıyor. Güncel tedaviler hastaya en az zarar vererek bu amaca ulaşmayı hedeflemektedir. Gelişen teknoloji sayesinde geçmişte saptanamayan birçok lezyon saptanabilmekte ve geçmişte anestezi altında ameliyat olmayı gerektiren birçok işlem günümüzde girişimsel radyologlar tarafından ameliyatsız olarak kolayca yapılabilmektedir” diye konuştu.



Protez kullanılarak yeniden meme yapılabiliyor


“Önceleri memenin tamamı alınırken şimdi meme koruyucu işlemlerle de kanserin yok edilebildiği gösterilmiş ve artık hastaların çoğuna meme koruyucu ameliyatlar uygulanmaktadır” diyen Doç. Dr. Gümüş, “Memenin tamamının alınması gerektiği durumlarda ise ya vücudun kendi dokularından ya da protez kullanılarak yeniden meme yapılmaktadır. Ameliyat sonrası ortaya çıkan kol ödemi ve hareket kısıtlılığı gibi problemlerin önüne geçmek için sadece lenf nodunda kanser saptanan hastalarda koltuk altı lenf nodları alınmakta, eğer alınmışsa da bu problemlerin önüne geçmek için fizyoterapi gibi yeni çözümler üretilmektedir. Hastanın ve ailesinin yaşadığı psikolojik problemlere kadar daha birçok problem değerlendirilmektedir” şeklinde konuştu.



Daha az yan etki ile başarılı sonuçlar alınıyor


Meme kanseri tedavisinde birçok kliniği ilgilendiren alternatifler olmasının ekip çalışmasını gerektirdiğini dile getiren Doç. Dr. Metehan Gümüş, “Hastalara uygulanan kemoterapi, hormonoterapi ve biyolojik tedavi ilaçlarında büyük gelişmeler sağlanmış daha az yan etki ile daha yüz güldürücü sonuçlara ulaşılmaktadır. Radyotrerapideki gelişmeler sayesinde, sadece kanser alanına spesifik tedavilerle etraf dokular daha az zarar görerek tedavi tamamlanabilmektedir. Hastalığın birçok alt tipinin olması, tanı ve tedavide birçok kliniği ilgilendiren alternatifler olması, hastaların hem kozmetik hem de yaşam beklentilerinin artması meme kanseri tedavisinde giderek daha organize bir yaklaşımı zorunlu hale getirmiştir. Bu nedenle birçok dalda uzmanlaşmış doktorların multidisipliner bir ekip yaklaşımının gerekli olduğu ortaya çıkmıştır” ifadelerini kullandı.



Ekipte psikiyatristten ağrı uzmanına kadar birçok kişi var


“Her meme kanserli hastanın memesinin alındığı ve başka bir tedavinin bilinmediği, tek hekimin hastanın tedavisini yönettiği dönemler çok gerilerde kalmıştır” diyerek konuşmasını sürdüren Doç. Dr. Gümüş, “Güncel meme kanseri tedavisi çok sayıda konunun kapsamlı bir şekilde değerlendirilmesini ve gözden geçirilmesini gerektirmektedir. Bu da ancak farklı bölümlerden uzmanlaşmış çok sayıda doktorun ortak çalışması ile mümkün olabilir. Genel cerrahi, medikal onkoloji, radyasyon onkolojisi, patoloji, radyoloji, nükleer tıp, plastik cerrahi, fizik tedavi uzmanlarının görüşüne, hastalığın tanı, evreleme, tedavi ve takip aşamalarında ihtiyaç duyulmaktadır. Gerekli durumlarda diyetisyen, psikiyatri ve ağrı tedavi uzmanının yardımı istenmektedir. Her bir hasta için birçok hekimden konsültasyon istemek yerine ilgili hekimlerin bir araya gelerek ortak tedavi programı belirlenmesi daha başarılı bir yol olarak benimsenmiş ve meme konseyleri kurulmuştur. Bu sayede her hasta için kendisine özgü tanı, tarama, tedavi ve takip planı oluşturma fırsatı bulunmuştur” ifadelerine yer verdi.



Hastalara dünya standardında hizmet veriliyor


Gelişen teknoloji ve tedavi yöntemlerini uygulamak amacı ile kurdukları Meme Sağlığı Konseyi ile hastalara dünya standartlarında bir tedavi imkânı sunduklarını ifade eden Meme Sağlığı Konseyi Başkanı Doç. Dr. Metehan Gümüş, “Hastanemizde haftalık olarak toplanan meme konseyinde, hastaların tanı, tedavi ve takip planları oluşturuluyor” dedi.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Eskişehir Müziğin somut gerçekliği: Pikaplar ve plaklar Eskişehir’de sahaflık yapan Devran Gökay, pikapların tekrardan üretilmeye başlanmasını ve nostaljik ürünlerin popülaritesinin oldukça arttığını dile getirdi. Eskişehir’de 7 yıldır sahaflık yapan Devran Gökay, son dönemlerde sosyal medyanın, dizilerin ve filmlerin etkisiyle pikap ve plak kültürünün popülaritesinin arttığını söyledi. Pikapların da tekrardan üretilmeye başlandığını, müzik dinlemenin soyut bir şey olmadığını, plaklar ve pikaplar sayesinde daha somut bağlar elde edildiğini ifade eden Gökay, genç kuşağın çok meraklı olduğunu ve ellerinde pikap olmasa bile plak aldıklarını, somut bir eşya olarak müzikle ilgili şeyleri ellerinde tutmayı sevdiklerinden bahsetti. “Pikap ve plakların popülaritesinde sosyal medyanın etkisi var” Pikaplara ve plaklara olan ilginin onları somut olarak elimizde bulundurmaktan kaynaklandığını ve popüler kültüründen bir etkisi olduğunu söyleyen Gökay, “Pikapların ve plakların bu kadar popüler olmasında kültürün ve sosyal medyanın oldukça etkisi var. Filmler ve diziler de özendirme açısından çok etkili. Çünkü özellikle yeni kuşağın bu tarz nostaljik ürünlerle bağ kurması için bunlar dışında ulaşabileceği, öğrenebileceği bir yer yok. Kısacası popüler kültürün etkisi olduğunu söyleyebiliriz. İşin en büyük kaynağı ritüel, hangi davranış olursa olsun biz bunu ritüele dönüştürdüğümüzde daha çok keyif almaya başlıyoruz. Doğal olarak sosyal mecralardan müzik dinlerken, herhangi bir ritüel çok fazla oluşturmuyoruz. Müziği çalarken istediğimiz ritüeli oluşturuyoruz. Temizlik, bakım yaparken müzik dinlemek istiyoruz. Bunlar da ana aktör müzik olmuyor. Plak, kaset ve cd gibi nesnel bir müzik eşyası elimizde olduğunda müziği dinlemek istediğimizde kendimize bir süreç oluşturuyoruz. Eşyanın seçilmesi, eşyayı seçerken yaptığınız hareketler, plağı kılıfının içerisinden çıkarmak, temizlemek, pikabın sesini ayarlamak ve bir albümü baştan sonra dinleyerek içinden geri planda kalmış şarkıları keşfetmek, bunların içerisinden en sevdiğiniz şarkıları dinlemek ve en temelinde bir ritüel oluşturuyoruz” dedi. “Yeni pikapların ömrünün eskilere kıyasla daha kısa olacağı düşüncesini değiştirmeliyiz” Vatandaşların eski pikapların daha kalite olduğunu, yeni pikapların daha kalitesiz olduğunu düşündüğünü ve bu fikrin yanlış olduğunu belirten Gökay, sözlerine şöyle devam etti: “Pikapların tekrardan üretilmeye başlanması ticari bir davranış. Ortada bir talep olduğu için ona karşılık veriyorlar. Genellikle plakların ve pikapların retroları üretiliyor. Dönem baskını ya da yeni baskısını almak çok sorun değil. Yeni baskısının kötü olma fikri veya dönem baskısının iyi olacağı fikri çok da doğru değildir. Eskiler belki daha kaliteli daha sağlam olabilir. Yenilerin ömrünün kısa olacağı düşüncesini değiştirmeliyiz. Ses kalitesi olarak gayet iyi durumdalar. Bir şekilde insanların ihtiyaçlarını karşılıyorlar ve elimizde somut bir eşya yer alıyor. Müzik dinlemek soyut bir şey değildir. Plaklar ve pikaplar sayesinde daha somut bağlara sahip oluyoruz. Bir sanatçının elimizde direkt albümü ve bunu çalan bir makine var. O yüzden daha gerçek bir bağ kurmamıza yardımcı oluyor.” “Pikap alırken ses ve iğne kalitesine dikkat edilmelidir” Pikap alırken ses ve iğne kalitesine dikkat edilmesi gerektiğini, en önemlisinin ise bozulma durumlarına karşı yedek parça bulunabilecek bir yerden alınması gerektiğini vurgulayan Gökay, “Eğer yeni baskı pikap alıyorsak özellikle bunun sonraki süreçlerini göz önünde bulundurmalıyız. Bozulma durumu olursa yedek parçalarını bulabileceğiniz ve tamir ettirebileceğiniz bir yer olmalıdır. Ses ve iğne kalitesinin iyi olması çok önemlidir. Birinci dereceden plağa temas eden iğnedir. Mümkünse iyi bir teknik servisin olması iyi olacaktır. Temizlik açısından da toz kapakları olan pikaplar tercih edilebilir. Tozdan korumak için bu gerekli olabilir. Plaklara zarar vermemesi için iğnelerin belirli aralıklarla kontrol edilmesi gerekir. Çalma ritmine göre iğneleri değiştirmek lazım. Temizleme solüsyonları ile çalmadan önce temizlenebilir. Plakları mutlaka evde dik bir şekilde muhafaza etmeliyiz. Sıcaktan da uzak tutmak plağın ömrünü uzatır. Plak ve pikap kültürü her zaman devam eder. Bu kültürün nostaljik ve somut olarak bir karşılığı var. Şekli ve materyali değiştirilebilir ama hep aynı şekilde popülaritesini devam ettirir. Zamana göre şekil alır” ifadelerini kullandı. “Genç kuşak bu konuda çok istekli ve meraklı” Genç kuşağın daha istekli ve meraklı olduğunu, müzikle ilgili somut eşyaları ellerinde bulundurmayı sevdiklerini söyleyen Devran Gökay, “Her kuşaktan tercih eden var. Orta kuşak kendi nostaljisini yeniden yaşamak istiyor. Zeki Müren, Müzeyyen Senar gibi daha klasik sanatçıları tercih ediyor. Orta kuşağa yakınlar ise Barış Manço, Erkin Koray gibi sanatçıları dinliyor. Genç kuşak bu konuda çok istekli ve meraklı. Ellerinde pikap olmasa bile plak alıyorlar. Somut bir eşya olarak müzikle ilgili şeyleri ellerinde tutmayı seviyorlar. Onlar ağırlıklı olarak rock gruplarına daha çok talep gösteriyorlar” diye anlattı.
Erzurum Filistinli çocuklara destek için balon uçurdular Erzurum Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü koordinesinde, Dünya Çocuk Hakları Günü dolayısıyla Çifte Minareli Medrese’de anlamlı bir etkinlik düzenlendi. Çocuk Hakları İl Komitesi’ne dahil 40 çocuğun katılımıyla gerçekleşen etkinlikte, çocukların haklarını savunmak ve onlara daha iyi bir gelecek sunmak için bir araya gelindi. Programda, çocuklar anlam ve önemine binaen siyah giyindi ve barışın simgesi olarak balonlar uçurdu. Çocuklar, taşıdıkları pankartlarla şu mesajları verdi: "Çocukların en temel hakkı, yaşam hakkıdır. Soykırım durdurulmalı. Soykırım değil barış istiyoruz. İnsanlık için soykırıma karşı dur! Çocuklar barış ister savaş değil. Savaş bitsin, Filistinli çocuklar gülsün." “Filistin’de soykırımı durdurun! Çocukları koruyun” Etkinlikte, Erzurum Çocuk Hakları İl Komitesi üyesi bir çocuk tarafından hazırlanan şu bildiri okundu: “Tam 35 yıl önce imzalanan ve çocukların yaşam hakkını güvence altına alan Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin yıldönümü. Özellikle savaş ve yoksulluğun baskın olduğu coğrafyalarda çocukları korumak ve yaşam şartlarını iyileştirmek için hazırlanan sözleşme, dünya çocuklarının temel haklarını güvence altına almayı hedefliyor. Dünya üzerinde Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’yi 196 ülke imzalamış. Dünyada bu kadar çok ülkenin toplanarak imza attığı başka bir sözleşme yok. Bizler de bu sözleşmeye dayanarak tüm insanlığa sesleniyoruz: Filistin’de soykırımı durdurun! Çocukları koruyun! Çocuklar; savaşın, şiddetin, ayrımcılığın ve zulümlerin hedefi olamaz. Dünyanın hiçbir yerinde çocukların yaşam hakkı gasp edilemez, masum hayatlar yok edilemez. Çocukların barış, güvenlik ve sevgi içinde büyüyebileceği bir dünyayı inşa etmek için biz buradayız" “Filistinli çocukların kurtuluşu için bir çağrıdır” “Erzurum Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürü, konuşmasında dünya genelinde çocukların yaşadığı zorluklara ve Gazze’deki zulme vurgu yaparak şu ifadeleri kullandı: "Bir çocuğun en temel hakkı olan yaşam hakkı, hiçbir ideolojiye ve menfaate feda edilemez. Cumhurbaşkanımızın da sık sık vurguladığı gibi, ‘Dünya beşten büyüktür.’ Bu söz, bugün Filistinli çocukların kurtuluşu için bir çağrıdır." Etkinlikte, uluslararası topluma Gazze’deki zulmü durdurma ve kalıcı barışı sağlama çağrısında bulunuldu. Erzurum Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü’nün düzenlediği bu etkinlik, çocukların haklarının korunması ve dünya çapında barış için farkındalık oluşturdu.
Adana Prof. Dr. Pampal: "İstanbul’da 7.2 büyüklüğünde deprem bekliyoruz" Jeoloji Mühendisleri Odası Deprem Danışma Kurulu Üyesi Prof. Dr. Süleyman Pampal, “İstanbul yıkılırsa Türkiye altında kalabilir. 7,2 büyüklüğünde bir deprem bekliyoruz. Ancak Türkiye’nin santimetrekaresi yok ki tehlikeden muaf olsun. Tüm yapıları depreme dayanıklı hale getirmeliyiz” dedi. Adana Büyükşehir Belediyesince deprem eylem planı çalışmaları kapsamında "Adana’da Fay Hatları ve Deprem Paneli" yapıldı. Panel öncesi Gazi Üniversitesi Deprem Araştırma Merkezi Kurucu Başkanı ve Jeoloji Mühendisleri Odası Deprem Danışma Kurulu Üyesi Prof. Dr. Süleyman Pampal, İhlas Haber Ajansı’na açıklamalarda bulundu. “Daha büyük depremleri bekleyebiliriz” Prof. Dr. Pampal, Kahramanmaraş merkezli depremlerden 11 ilin etkilendiğini ve Doğu Anadolu Fayı ile Çardak Fayı’nın deprem üretmeye devam ettiğini anlatarak, şunları söyledi: “Kahramanmaraş, Hatay ve Adıyaman en büyük depremlere kaynaklık eden Doğu Anadolu Fayı’nın üzerinde. Ayrıca Kahramanmaraş’ın ilçeleri, en büyük ikinci depremi üreten Çardak Fayı’nın üzerinde. 6 Şubat’ta birisi 7.8, diğeri 7.6 olmak üzere 2 büyük deprem yaşandı. Bu faylar kırıldı. Ancak bu fayın çevresinde bu kadar büyük deprem üretmeyecek ancak deprem üretme potansiyeli olan başka faylar var. Bu faylar maalesef kırılmaya devam ediyor. Özellikle fayların uç kısmına transfer edilen stres nedeniyle Malatya, Sivas, Adıyaman ve Suriye’de depremler oluyor. Bu depremler olmaya devam edecek. Daha büyüklerini de bekleyebiliriz ancak ne zaman olacağını bilemeyiz.” “Adana’daki faylar 6 Şubat’taki kadar yıkıcı değil” Adana’da bulunan Akçalıuşağı ve Bozdoğanuşağı faylarının 5 ile 6 büyüklüğünde depremler üretebileceğini vurgulayan Prof. Dr. Süleyman Pampal, “Adana’da en son Kasım ayının başında Kozan ilçesinde 5 büyüklüğünde deprem meydana geldi. Son durumları kontrol etmek için Adana’ya geldik. Adana’da Akçalıuşağı ve Bozdoğanuşağı fayları var. Bu faylar, Kozan, Saimbeyli ve Feke gibi yerleşim alanlarına yakın. Bu faylar kırılıyor. Bu faylar 6 Şubat’taki kadar yıkıcı deprem üretecek faylar değil ama 5-6 büyüklüğü arasında deprem üretebilecek faylar” diye konuştu. “Tüm yapıları depreme dayanıklı hale getirmeliyiz Tüm Türkiye’nin depreme hazırlanması gerektiğini ve yapı stokunun yüzde 80-90’ının depreme dayanıklı olmadığını anlatan Prof. Dr. Süleyman Pampal, “Ülkemizi bir seferberlik ruhuyla depreme hazırlamamız lazım. Bunun içinde bir kentsel dönüşüm yasası çıktı. Bu yasa gelişerek devam ediyor. Ülkemizdeki yapı stokunun yüzde 80-90’ı depreme dayanıklı değil. Bu çerçevede yapı stokunu güçlendirmekten başka çaremiz yok. Riskleri azaltmamız lazım. Tehlike var, tehlike büyük ama tehlike her yer için var. Türkiye’nin santimetrekaresi yok ki tehlikeden muaf olsun. O halde yapacağımız tek bir şey var oda vatandaşlarımızı bilgilendirip, bilinçlendirmek. Tüm yapıları depreme dayanıklı hale getirmeliyiz. Öyle ayrı, gayrı değil, herkesin bu işin altına elini koyması lazım. Çünkü deprem gelirse kimseyi ayırmıyor. El ele verip bu problemi çözmemiz lazım” ifadelerini kullandı. “İstanbul yıkılırsa Türkiye altında kalabilir” Beklenen İstanbul depremi hakkında da konuşan Prof. Dr. Süleyman Pampal, 7 ve üzeri bir depremin meydana geleceğini anlatarak, “7 ve 7,5 arası bir deprem bekliyoruz. 7,2 civarında bir depremin olmasını temenni ediyorum. Bu temenniyle olacak bir şey değil ama üst sınır ve alt sınıra baktığımızda alt sınıra yakın olsa keşke. İstanbul’un yapı stokunu dikkate aldığımızda sonuç çok kötü olabilir. İstanbul yıkılırsa Türkiye altında kalabilir. Hepimiz kalabiliriz. Onun içinde İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana diyerek şehirleri ayırmadan tüm Türkiye’yi depreme hazırlamalıyız” dedi.