İçinde bulunulan krizden geleneksel finansal kriz dönemlerinde olduğu gibi piyasalara para saçarak kısa sürede çıkmamız pek mümkün görünmediğini bildiren Prof. Dr. Doğan Cansızlar, ”Bu defa bu kriz çok farklı. Kriz hem üretim (arz) hem de tüketim (talep) tarafını vuruyor. Ekonomide gelir-harcama zinciri koptu. İnsanlar sokağa çıkamadıkları için talep ile birlikte üretim, dolayısıyla ekonominin çarkları durdu. İşsiz sayısı tüm dünyada arttı. Şimdilik mevcut stoklar tüketildiği için sanki sorun yokmuş gibi bir algı var ancak evde kalma süreci uzadıkça mevcut stoklar bitecek ve başta gıda olmak üzere tüm mallarda sıkıntı çekilecek ve yüksek enflasyon yaşanabilecektir” dedi.
Korona virüs salgınından dolayı dünya genelinde alınan tedbirler nedeniyle yaşanan ekonomik sıkıntılar ve sürecin küresel ekonomide yansımaları hakkında İhlas Haber Ajansı’na açıklamalarda bulunan Sermeye Siyasası Kurulu eski başkanı, Atılım Üniversitesi İşletme Fakültesi Maliye Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Or. Doğan Cansızlar, ekonomik kriz katlanarak arttığını ve daha da uzun süreceğe benzediğini belirterek, “2008 küresel finans krizi sonrası parasal bollaşma nedeniyle zaman içerisinde oluşan borçlar ve varlık fiyatlarında aşırı artışların, 2020 sonlarına doğru ya da 2021 yılı başlarında yeni bir krizi tetikleyeceği ve krizin bu defa daha önceki krizden fazla etkilenmeyen özellikle gelişmekte olan ülkeleri ve reel sektörü de etkileyeceği bekleniyordu. Bugün içinde bulunduğumuz kriz sadece ekonomik ya da finansal bir kriz değil, bunlara ilaveten bir de sağlık krizi var. İşte bu nedenle ekonomik kriz katlanarak artıyor ve daha uzun süreceğe benziyor.” ifadesini kullandı.
Prof. Dr. Doğan cansızlar, bugün için virüsün ABD ve Avrupa başta olmak üzere tüm dünyada hızla yayıldığını, bu salgına karşı henüz herhangi bir aşı ve tedavi edici bir ilacın olmaması nedeniyle sosyal - fiziki - mesafe ve evden çıkmama gibi alınan önlemlerin tüm ekonomileri olumsuz etkilediğini belirterek şöyle dedi:
“Alınan bu tedbirler ekonomileri etkilemesi üzerine ülkeler ilk aşamada son dönemlerde olduğu gibi yine parasal genişlemeye gittiler ve hemen sonrasında da bütçe açıklarını ve kamu borçlarını artıracak harcama ve vergi teşvik paketlerini uygulamaya koydular. Bugün için bu paketlerin yaklaşık olarak tutarı 8.5 trilyon dolara ulaştı ( dünya milli gelirinin \% 10’u ). Bunun daha da artacağını söyleyebiliriz. Buna ilaveten IMF de 1 trilyon dolarlık bir yardım paketi açıkladı. IMF’nin 189 üyesinden 90 ülke buna başvurdu. Türkiye başvuran ülkeler arasında yer almadı. Yine, ABD Merkez Bankası FED küresel piyasalarda dolar sıkışıklığını hafifletmek için; 14 ülke ile swap (belli koşullarda yerli para ile dolar takası) imkanını ve hemen ardından bu 14 ülke dışında kalan diğer ülkeler için de eğer ellerinde ABD Hazine Tahvil-Bonoları varsa bunlarla ilgili gecelik repo imkanını uygulamaya başladı. Türkiye’nin söz konusu 14 ülkeye tanınan swap işlemi için FED’e müracaatı oldu ancak şu anda henüz olumlu bir sonuç alınmış değil. FED’in diğer tüm ülkelere tanıdığı repo imkanı ile ilgili olarak da Türkiye’nin elinde 2.8 milyar dolarlık ABD tahvil-bonosu mevcut olduğundan bu da çok fazla bir şey ifade etmeyecektir. Türkiye’de 2014 yılında ABD kağıtlarının tutarı 77 milyar dolar iken geçmişte ABD ile yaşanan gerginlikler nedeniyle bu tutar giderek azaltılmıştır.”
İçinde bulunulan krizden geleneksel finansal kriz dönemlerinde olduğu gibi piyasalara para saçarak kısa sürede çıkmanın pek mümkün görülmediğini bildiren Prof. Dr. Cansızlar, bu defa krizin çok farklı olduğunu, kriz hem üretim (arz) hem de tüketim (talep) tarafını vurduğunu bildirdi. Ekonomide gelir-harcama zinciri koptuğunu belitten Cansızlar, “ İnsanlar sokağa çıkamadıkları için talep ile birlikte üretim, dolayısıyla ekonominin çarkları durdu. İşsiz sayısı tüm dünyada arttı. Şimdilik mevcut stoklar tüketildiği için sanki sorun yokmuş gibi bir algı var ancak evde kalma süreci uzadıkça mevcut stoklar bitecek ve başta gıda olmak üzere tüm mallarda kıtlık ve yüksek enflasyon yaşanabilecektir. Bu bakımdan öncelikle 2020 yılının ekonomik yönden tüm dünya için kayıp bir yıl olacağını, virüse karşı aşı ve ilacın bulunup testlerinin neticelendirilmesine bağlı olarak da en erken 2021 yılının ortalarına kadar ekonomilerde durgunluğun-resesyonun devam edeceğini söyleyebiliriz.” dedi.
Kriz sonrasında ise artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacağının tüm kesimler tarafından kabul edildiğini bildiren Prof Dr. Cansızlar, “Gerek insan davranışlarında daha tutumlu ve çevreye daha duyarlı ve benzeri, gerekse iş modellerinde uzaktan eğitim, evde çalışma ve benzeri değişiklikler olacaktır. Geleneksel denetimsiz neo-klasik liberal ekonomik yapı yerini devletin ekonomilerde ağırlığının giderek artacağı bir yapıya dönüşecektir. Yatırımlar büyük ölçüde daha çok gıda - tarım, sağlık, çevre ve teknolojiye yoğunlaşacaktır. Bu belirsizlik ve resesyon ortamında yatırımcıların daha güvenli bölgelere ve yatırım araçlarına yöneldikleri görülüyor. Bu ise hem dolara hem de altına talebi artırmıştır. Dolar endeksi yükselmiştir. Nitekim IIF (Uluslararası Finans Kurumu) son verilerine göre gelişmekte olan ülkelerden sermaye çıkışı 90 milyar dolara yaklaşmıştır. Türkiye’de ise yıl başından bugüne kadar toplam 7 milyar dolar çıkmıştır. Güvenli yatırım aracı olarak talebi artan altın fiyatları da yükselmiştir. Tersine sermaye hareketlerinin ve altın fiyatlarının kısa vadede aşı ve ilacın bulunmasına kadar istikrarlı hale geleceğini söylemek mümkün değildir.” İfadesini kullandı.
“Üretim ve tüketimdeki azalışa paralel olarak petrol fiyatlarının düşmesi aslında petrol ithal eden Türkiye gibi ülkeler açısından olumlu olabilir ancak, petrol geliri düşen ülkelerin ithalatlarını da düşürecek olması bu ülkelerde ve küresel ekonomilerde de sorunlara neden olabilir.” diyen Atılım Üniversitesi İşletme Fakültesi Maliye Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Or. Doğan Cansızlar, şu açıklamalarda bulundu:
“Petrol fiyatlarının aşırı düşmesini önlemek ve belli bir fiyat aralığında kalmasını temin için Suudi Arabistan’ ın liderliğini çektiği OPEC’de petrol üretiminin arzının kısılması tartışılmış ancak, Rusya buna karşı çıkmıştır. Sebebi de bunun ABD’ nin bir stratejisi olduğu iddiası bir yana Rusya’nın tek gelir kaynağının petrol ve doğalgaz olmasıdır. Rusya uluslararası rezervlerinin yeterli olduğunu ve uzunca bir süre dayanabileceğini ifade etmiştir. Son gelen bilgiler Rusya'nın petrol arzını kısıtlamaya yönelik prensipte OECD ile anlaştığı yönündedir.”
Avrupa birliğinin bu kriz döneminde çok başarılı tepkiler vermediğini bildiren Prof. Dr. Doğan Cansızlar, “Özellikle salgın sürecinde İtalya ve İspanya’ya yardım konusunda geç kalınması ve isteksiz olunması, ayrıca teşvik paketi konusunda kısa sürede görüş birliği sağlanamaması bazı AB üyesi ülkelerde eleştirilere neden olmuştur. Nihayet, bugünkü toplantıda 540 milyar Euro tutarında bir teşvik paketi hazırlanmasında anlaşma sağlandığı belirtilmiştir. Parasal birlik ve bir ölçüde siyasal birlik sağlandığı halde maliye politikaları (özellikle harcamalar) konusunda birlik sağlanamadığından zaten kırılgan olan yapı bu son gelişmeler çerçevesinde AB’ nin geleceği ile ilgili endişelerin daha da artmasına neden olmuştur. Nitekim Euro, dolara karşı değer kaybetmeye başlamıştır.” dedi.
Dünyadaki son gelişmelere paralel olarak küresel sistemin bir parçası olan Türkiye’nin de salgın nedeniyle diğer ülkelerdekine benzer tedbirler süratle alınmaya başladığını bildiren Cansızlar, bu çerçevede; kısmi sokağı çıkma yasağı, evde kalma, uzaktan eğitim, evde çalışma gibi tedbirlerin yanı sıra ekonomik teşvik paketlerinin de ardarda açıklanmasına devam edildiğini bildirdi. Alınan tedbirlerin her ne kadar bazı eleştirilere maruz kalsa da olumlu olduğunu ,eksik kalan tedbirlerin kısa sürede alınacağından kuşku duymamak gerektiğini belirten Doğan Cansızlar şöyle dedi;
“ Özellikle ekonomik tedbirler açısından Türkiye’ nin içinde bulunduğu şarlar dikkate alındığında yapılabileceğin belki de en iyisinin yapılmaya çalışıldığıdır. Türkiye bu krize maalesef; düşük Merkez Bankası rezervi, yüksek enflasyon, artmakta olan bütçe açığı ve reel sektörün süregelen bilanço sorunlarıyla yakalanmıştır. Bu durum doğaldır ki krizle mücadelede hareket alanını kısıtlamaktadır. Türkiye’nin en büyük sorunu ekonomisinin başta enerji olmak üzere ithalata bağımlı olmasıdır. İşte bu nedenledir ki dış kaynağa yani dövize ihtiyacı vardır. Açıklanan ekonomik tedbirlerin tamamı 200 milyar TL civarındadır ve doğaldır ki Türk Lirası olarak belirlenmiştir. Türk Lirası basarak bu tedbirleri finanse etmek belli bir süre ve bir ölçüde mümkündür ve bunun yetersiz de olsa yapılıyor olması olumludur. Bu ortamda enflasyon riskini bir kenara koymak gerekir. Çünkü tüm dünyada olduğu gibi olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Olağanüstü dönemlerde olağanüstü tedbirler almak zorunludur. Ancak, bizim dövize ihtiyacımız var. Önümüzdeki bir yıl içinde dış borç ödemesi için 174 milyar dolar ve en iyimser tahminle dış ticaret açığı finansmanı için de 25 milyar dolar olmak üzere toplamda yaklaşık 200 milyar dolara ihtiyaç var. Bu paranın bulunması gerekir. Önce mevcut durumumuza bakalım; ihracatımız, dış dünyadaki talep daralması nedeniyle maalesef azalıyor. Petrol fiyatlarının düşmesinden sağlanacak döviz kazancı, turizm gelirlerinin bu yaz maalesef çok gerileyecek olması nedeniyle pek işimize yaramayacaktır. TCMB rezervleri de maalesef yeterli değildir ve giderek erimektedir. ABD Merkez Bankası (FED) ya da Avrupa Merkez Bankası (ECB) bize dolar ve Euro basma imtiyazı vermeyeceğine göre, rezerv para olarak döviz elde etmenin bugün için çok sınırlı yolları vardır. Bunlardan birisi, dış borç bulmaktır. Bunun için de yabancı yatırımcıların ilgisini çekecek cazip oranda yüksek faiz vermek gerekir. Yukarıda da belirtildiği gibi, şu anda belirsizlikler ve risk nedeniyle yatırımcıların faiz ne olursa olsun güvenli limanlara - kendi ülkelerine geri döndüğü ( tersine sermaye hareketi ), Türkiye’ nin derecelendirme kuruluşları (Standard and Poors, Moodys ve Fitch) tarafından verilen notlarının yatırım yapılabilir seviyenin altında bulunduğu ve uluslararası piyasalarda alınıp satılan CDS’ inin de (Kredi Temerrüt Faizi) 600’ ler gibi çok yüksek seviyede bulunduğu, yani özetle çok riskli ülke konumunda olmamız nedeniyle dış borç bulmak eskisi gibi kolay olmayacaktır. Borç bulsak dahi maliyeti çok yüksek olacaktır. Diğeri; halkın bankalarda bulunan döviz hesaplarının gönüllü olarak TL’ ye çevirmeleridir. Bu gün için yurtiçi yerleşiklerin bankalardaki döviz mevduatı tutarı 194.2 milyar dolardır .Bu toplam bankalardaki toplam mevduatın yaklaşık yarısı kadardır. Bunun 118.3 milyar doları sade vatandaşın, kalan ise şirketlerindir. Bu döviz hesaplarının TL’ ye çevrilmesi aslında biraz rahatlama sağlayabilir ancak bu konuda vatandaşın ikna edilmesi gerekir. Gerçi son günlerde banka döviz hesaplarında bir miktar azalma vardır, ancak bunun büyük ölçüde bankadan çekilip yastık altına saklandığı konusunda şüpheler vardır. Geriye son çare olarak IMF ile anlaşma yaparak en az 50-60 milyar dolarlık düşük faizli (yüzde 1 gibi) dış kaynak sağlamak kalıyor. Bu kaynak, IMF’nin şu anda tahsis ettiği ve Türkiye’nin içinde bulunmadığı 90 üye ülkenin müracaat ettiği kaynağın dışında sağlanacak Rapid Credit Facility (Hızlı Kredi İmkanı) çerçevesinde sağlanacak bir kaynak olacaktır. Çünkü yüze yakın ülkenin müracaat ettiği 1 trilyon dolarlık kaynaktan Türkiye müracaat etse bile en iyimser rakamla en fazla 3 -5 milyar dolar alınabilir ki bu rakam çok yetersiz kalır. Türkiye, IMF’nin kurucu ortağıdır. Bu nedenle mesafeli durmanın özellikle bu ortamda herhangi bir faydası yoktur. Aksine IMF ile işbirliğinin faydası olacaktır. Şöyle ki; dış borçlanmada risk primi düşebilecektir, TCMB para basmasının karşılığı olabilecektir, döviz kuru daha istikrarlı olabilecektir. Kaldı ki bu ortamda IMF koşullarının hafifletileceği göz önüne alınmalıdır. Özetle; önümüzde maalesef uzun sürecek sıkıntılı ve zor bir dönem var. Daha olumsuzu, bu dönemde alınan tedbirler sonraki dönemlere ciddi bir enkaz olarak devredecektir.”
Behçet Aksoy