GÜNDEM - 17 Mart 2008 Pazartesi 13:25

AKP hakkındaki kapatma iddianamesi

A
A
A
AKP hakkındaki kapatma iddianamesi

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, 'laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği' iddiasıyla AK Parti'nin kapatılması istemiyle 14 Mart 2008'de Anayasa Mahkemesi'nde dava açtı. İşte iddianame...

  T.C.

                                                                     YARGITAY

                                                       CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI

 

SP.  Hz.2008/01                                                                                                                  14/03/2008

 

 İ  D  D  İ  A  N  A  M  E

 

ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA

 

DAVACI…………………..                                  

:

Kamu adına

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı

DAVALI…………………..                                  

:

Adalet ve Kalkınma Partisi

Söğütözü Caddesi, No:6 Çankaya/ANKARA  

DAVANIN KONUSU  …..  

:

Adalet ve Kalkınma Partisinin laiklik ilkesine aykırı 

eylemlerin odağı haline geldiği anlaşıldığından 
Anayasanın 68/4, 69/6, Siyasi Partiler Kanunun 101/1-b ve 103/2’ nci maddeleri uyarınca TEMELLİ KAPATILMASINA KARAR VERİLMESİ İSTEMİ

KANITLAR…………..…..              

:

Davalı Partinin Genel Başkanı, kurucuları, milletvekilleri, yerel örgüt temsilcileri, partili belediye başkanları ve üyelerinin Anayasanın laiklik ilkesine aykırı eylem ve beyanları.

DAVA TARİHİ  ………….           

:

14/03/2008

 

A- GİRİŞ

Toplumların yerleşik bir yaşama geçmeleri giderek örgütlenmelerini gerektirmiş; örgütlü toplumlarda ise yönetime katılma istekleri, ortak paydalar çerçevesinde bir araya gelen siyasal yapılanmaları doğurmuştur

Ortak düşünce sahibi bireylerden oluşan yapılanmaların yönetimde yer alma ve siyasi iradeyi kullanma istekleri, bu amaca ulaşabilmek için siyasi parti denilen örgütlenmeleri ortaya çıkarmıştır. Hatta giderek düşüncelerin farklılaşması karşısında, çoğulculuk içerisinde bu parçalar, farklı siyasi partilerin oluşmasını sağlamıştır. Demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez ögeleri olmalarına karşılık modern siyasi partiler toplumsal yaşamdaki yerlerini 19 ncu Yüzyılda almışlardır. Tarihsel evrimleri sonucunda günümüzdeki siyasal partiler belirli siyasal düşünce ve amaçlar çerçevesinde birleşen yurttaşların, özgürce kurdukları ve özgürce katılıp ayrılabildikleri kuruluşlardır. Kamuoyunun oluşmasında diğer kurumlardan daha güçlü etkisi bulunan siyasal partiler, yurttaşların ülke yönetimine ilişkin istem ve özlemlerinin gerçekleşmesine çalışan ve siyasal katılımı somutlaştıran hukuksal yapılardır.

Demokrasinin vazgeçilmezleri, olmazsa olmaz kurumları olarak nitelenen, özgürlük, siyasal katılım ve hukuksallığın ulusal araçları durumunda bulunan siyasi partilerin, devlet yönetimindeki etkinlikleri ve ulusal istencin gerçekleşmesindeki rolleri nedeni ile, anayasakoyucu, partileri öteki tüzel kişilerden farklı değerlendirerek, kurulmalarından başlayıp çalışmalarında uyacakları esasları ve kapatılmalarında izlenecek yöntem ve kuralları özel olarak belirlemiştir. Temel hak ve özgürlüklerin ve özellikle örgütlenme özgürlüğünün kullanılmasındaki kurumsal önem ve işlevleri çerçevesinde uluslararası sözleşmelerde de siyasi partiler hakkında düzenlemelere yer verilmiştir.

Siyasal partilerin, uyacakları esasların Anayasa’da yer alması, çalışmalarının anayasa ve yasalara uygunluğunun özel biçimde denetlenmesi, onların olağan bir dernek sayılmadıklarını, demokratik yaşamın vazgeçilmez öğesi olduklarını doğrulamaktadır.

Ancak siyasi partilerin demokratik siyasi yaşamın vazgeçilmez öğeleri olmaları, devlet örgütü ve kamu hizmetleriyle yoğun ilişki içinde bulunmaları, onlara sınırsız bir faaliyet alanı ve özgürlük olanağı sunmaz. Siyasal partilerin baskı ve engellerden uzak kalmasını sağlamaya yönelik “kurulma ve çalışma özgürlüğü”, Anayasa ve bu alanı düzenleyen yasalarla sınırlıdır. Uluslararası sözleşmelere uygun yorumlanan bu düzenlemeler çerçevesinde, varlık nedeni demokrasi olan siyasi partilerin demokrasi düşüncesinden uzaklaşmaları ve demokrasiyi yok etmeye çalışmaları durumunda, yaptırımlarla karşılaşmaları söz konusudur. Eylemlerinin yoğunluğu ve sosyal gereksinim yönünden başvurulacak son yöntem ise demokrasi düşüncesiyle bağdaşmayan eylemlerin odağı olan bir siyasi partinin kapatılmasıdır.

 

B- SİYASİ PARTİ KAPATMA NEDENLERİ

 1-Uluslararası hukuk yönünden

Korporatif hukuk bağlamında örgütlenme özgürlüğü içerisinde değerlendirilen siyasi partiler, kural olarak BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) tarafından korunmaktadır. Her iki sözleşmedeki düzenlemeler ana hatlarıyla aynı paralel de olup, siyasi partiler konusunda İHAS’ın öngördüğü koruma, ana hatlarıyla şöyledir:

 İHAS’ın 11 nci maddesinde konu düzenlenmiştir. Ancak, madde de açıkça siyasi partilerden kurum olarak söz edilmemiştir. Siyasi Partiler İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) tarafından dernekler kapsamında değerlendirilmektedir.

İHAM’a göre, 11 nci madde ile bir siyasi partinin kurulmasından başka ve faaliyetlerini özgürce sürdürmesi de korunmaktadır (TBKP/Türkiye Kararı). Çünkü İHAS, sözleşmede yer alan hakları teorik ve hayali olarak değil, pratikte ve etkin olarak koruma amacına dayalıdır (Artico/İtalya Kararı). Bu nedenle sözleşme sadece siyasi partilerin kurulmalarını değil, özgürce faaliyette bulunabilmelerini de koruma altına almıştır. Ancak bu özgürlük, sınırsız olmayıp nispi niteliktedir.

Yukarıda değinildiği üzere siyasi partilere tanınan bu özgürlük kuşkusuz sınırlandırılamayan bir özgürlük değildir. Avrupa kamu düzenini oluşturan ve koruyan sözleşme uyarınca, bir siyasi partinin eylemlerinin, Avrupa kamu düzeniyle çatışması ve sözleşmeyle korunan alanın dışına taşması durumunda, yine sözleşmede öngörülen nedenlere dayalı olarak yasaklama ve sınırlandırmalar öngörülebilecektir.

İHAS’ın “temel haklar” kapsamında görerek, 11 nci maddesinin birinci fıkrasıyla koruduğu siyasi partiler konusunda, aynı maddenin ikinci fıkrasındaki “Bu hakların kullanılması, demokratik bir toplumda zorunlu tedbirler  niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlanabilir. Bu madde, bu hakların kullanılmasında silahlı kuvvetler, kolluk mensupları veya devletin idare mekanizmasında  görevli olanlar hakkında meşru sınırlamalar konmasına engel değildir” biçimindeki düzenlemeden hareketle, siyasi partiler hakkında yaptırımlar ve bu bağlamda kapatma yaptırımı uygulanması olasıdır.

Bu düzenleme gözetildiğinde, ülkedeki demokratik rejimi tehlikeye sokacak siyasi projesi bulunan ve/veya siyasi amaçlar için gerektiğinde şiddete başvurmayı amaçlayan siyasi parti için kapatma yaptırımı öngörülmesi İHAS’a aykırı değildir (Emek Partisi/Türkiye kararı).

İHAS’ın 11 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan nedenlere dayanarak bir siyasi partinin kapatılması konusu, Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu tarafından incelenerek “Venedik İlkeleri” adıyla da raporlaştırılmıştır. Buna göre, ifade özgürlüğünü düzenleyen İHAS’ın 10 ncu maddesiyle çok yakın ilişkisi olan 11 nci madde uyarınca bir siyasi partinin, “ırkçılığı, terörü, yabancı düşmanlığını, şiddeti, şiddet çağrısını teşvik etmesi veya hoşgörüsüzlüğe dayanması” halinde, İHAS’ın 11 nci maddesinin bir ve ikinci fıkrasındaki düzenlemelerden hareket ile kapatılması gündeme gelebilecektir.

Siyasi partilere uygulanacak yaptırımlar arasında kuşkusuz en ağırı, bir siyasi partinin kapatılmasıdır. Ancak kapatma yaptırımının, bir siyasi partiye uygulanabilecek en radikal yaptırım olması karşısında, bu yaptırımın uygulanabilmesi, eylemlerin belirli bir ağırlığa ulaşması koşulunu da beraberinde getirmektedir.

Bir siyasi partinin kapatılması, örgütlenme özgürlüğüne müdahale niteliğindedir. Bu nedenle bir siyasi parti hakkında uygulanacak kapatma yaptırımının İHAS’ a uygun olarak değerlendirilebilmesi, yani bu müdahalenin haklı sayılabilmesi için İHAM kararları ışığında konuya yaklaşılmalıdır.

Bu bağlamda;

·                    Müdahalenin haklılığı, kapatma yaptırımını içeren yasanın, herkesçe erişilebilir, bilinebilir, anlaşılabilir, öngörülebilir, açık ve kesin ifadeler içeren ve ilan edilen bir yasa olmasını gerektirmektedir (Refah Partisi/Türkiye Kararı).

·                    Kapatma yaptırımı, amaca uygun olmalı; yani İHAS’ın 11 nci maddesinin ikinci fıkrasında sayılan neden veya nedenlere dayanmalıdır. Kapatma yaptırımının, bir siyasi partiye uygulanabilecek en radikal yaptırım olması, bu yaptırımın inandırıcı ve zorlayıcı koşulların varlığı durumunda uygulanmasını gerektirmektedir. İHAS’ın 11 nci maddesinin ikinci fıkrasındaki nedenlerin, kapatma yaptırımı söz konusu olduğunda, dar ve katı bir biçimde yorumlanması zorunludur (TBKP/Türkiye, ÖZDEP/Türkiye, HEP/Türkiye, RP/Türkiye Kararları).

·                    Kapatma yaptırımı ile birlikte siyasi yasaklamalar öngörülmesi için de, bu yasaklamaların, “ilgili ve yeterli” olması gerekmektedir (RP/Türkiye kararı).

·                    Müdahalenin haklılığı için, uygulanan kapatma yaptırımı “demokratik toplum gereklerine uygun olmalıdır”. Burada kastedilen çoğulcu demokrasidir. Siyasi partiler hedeflerine şiddeti teşvik ederek değil, mevcut yasal sistem içerisinde ulaşmayı amaç edinmelidir (TBKP/Türkiye, ÖZDEP/Türkiye, HEP/Türkiye Kararları). Siyasi partiler devletin hukuksal, anayasal ve yasal yapısını değiştirmek için mücadele edebilmelidirler. Ancak bu mücadele için kullanılan araçlar herhalde hukuka uygun olmalı, demokratik araçlara dayanmalı, önerilen değişim temel demokratik ilkelere uyumlu olmalıdır (TBKP/Türkiye Kararı). Bu çerçevede olaylar, ulusal mercilerce kabul edilebilir şekilde değerlendirilmiş olmalıdır (ÖZDEP/Türkiye Kararı).

iHAM’a göre bir siyasi parti, mevzuatın veya yasal ve anayasal yapının değiştirilmesi konusunda iki koşulda kampanya yürütebilir: Bunlardan birincisi, kullanılan bütün yollar her bakımdan yasal ve demokratik olmalıdır. İkincisi ise, önerilen değişikliğin kendisi temel demokratik prensiplerle bağdaşmalıdır. Bu kuraldan hareketle, sorumluları şiddete başvurmayı teşvik eden veya demokrasinin bir veya birçok kuralına uymayan veya demokrasiyi yıkmayı amaçlayan ve de demokrasinin tanıdığı hak ve özgürlükleri tanımayan “siyasi bir projeyi öneren” partinin, bu nitelikteki eylemleri, kapatma yaptırımına konu olabileceği gibi, bu nedenle uygulanacak yaptırıma karşı da ilgili siyasi parti İHAS korumasından yararlanamaz (RP/Türkiye, Emek Partisi/Türkiye Kararları). 

Kapatma yaptırımı boyutundaki müdahale, takip edilen meşru amaçla orantılı, uygun ve yeterli olmalı, sosyal bir ihtiyaca cevap vermelidir, yani demokratik bir toplumda gerekli olmalıdır (TBKP/Türkiye, Sosyalist parti/Türkiye, ÖZDEP/Türkiye, HEP/Türkiye, RP/Türkiye Kararları).

Müdahalenin orantılılığı için, müdahalenin özü ve ağırlığına bakılmalı, kapatma yaptırımı en ciddi durumlarda uygulanmalı, radikal bir önlem niteliğinde olmamalıdır. Bu konuda tarihsel şartlardan kaynaklanan ihtiyaçlar dikkate alınmalıdır (RP/Türkiye, ÖZDEP/Türkiye, TBKP/Türkiye Kararları).

Zorlayıcı sosyal gereksinim yönünden aranılacak hususlar ise şunlardır; demokrasiye yönelen tehdidin varlığına ve yeterince yakın olduğuna ilişkin kanıtlar inandırıcı olmalı; siyasi parti lider ve üyelerinin konuşma ve eylemleri, partiye isnat edilebilmeli; isnat edilebilen eylem ve konuşmalar, “demokratik toplum “ kavramıyla çelişen parti tarafından algılanan ve savunulan toplum modelinin, sarih bir resmini çizen bir bütün oluşturmalıdır (RP/Türkiye Kararı).Zorlayıcı sosyal gereksinim yönünden, ülkelerin takdir hakkı da bulunmaktadır. Takdir hakkı, İHAM tarafından somut olay bazında ve ilgili ülkedeki koşullar da gözetilerek değerlendirilmektedir (RP/Türkiye, Lingens/Avusturya Kararları).

Kuşkusuz hiç kimse, demokratik bir toplumun ideallerini ve değerlerini zayıflatmak ya da yok etmek amacıyla sözleşme hükümlerine dayanamaz. Modern Avrupa tarihinde de görüldüğü üzere, siyasi partiler şeklinde örgütlenen totaliter hareketlerin, demokratik rejim içerisinde güçlendikten sonra demokrasiden kurtulmak isteyeceklerinin olasılık dâhilinde olduğu düşünülmelidir. Böyle bir durum ulusal makamlarca titizlikle tespit edildiğinde, kuşkusuz sözleşme ve demokrasinin standartlarıyla çelişen somut adımlar henüz atılmadan, ulusal makamlar bunları engelleme hakkına sahiptir. Bir devlet, medeni barışa, ülkenin demokratik rejimine zarar verebilecek somut adımlar atılmadan önce, sözleşme hükümleriyle çelişen böyle bir uygulamayı makul biçimde engellemekle yetkilidir. Örneğin iktidardaki bir siyasi partinin, planlarını gerçekleştirmek için yasama organından yasaları geçirmesini beklemek gerekmemektedir. Bu noktada uygun bir zamanlama seçilmelidir (RP/Türkiye Kararı).

Bir siyasi parti eylemlerinin kapatma yaptırımına konu olabilmesi, her şeyden önce bu eylemlerin niteliği ve siyasi partiye isnat edilebilirliği sorununu gündeme getirmektedir. Konu İHAS yönünden İHAM kararlarıyla açıklığa kavuşturulmuştur. İHAM kararlarına göre;

Kapatma yönünden tüzük ve programdaki aykırılık tek başına yeterli olmayıp, eylem de olmalıdır (RP/Türkiye Kararı). Bir siyasi partinin tüzük ve programındaki aleni hedeflerinden farklı hedef ve niyetlerinin varlığı olasıdır. Bu nedenle programın içeriği ile sahibinin eylem ve tutumlarını karşılaştırmak gerekmektedir (TBKP/Türkiye Kararı).  Türk toplumu ve devleti için gerçek bir tehlike oluşturduğuna ilişkin somut kanıtlar ortaya konulmalıdır (TBKP/Türkiye Kararı) Eylemler aşırı uç ve terörist grupları teşvik etmeye yönelik olmalıdır (Sosyalist Parti/Türkiye Kararı). Yine Avrupa kamu düzeniyle bağdaşmayan şeriatı yerleştirme amacıyla çoğulcu demokrasinin argümanlarından yararlanarak işlenen eylemler de kapatma yaptırımına dayanak olarak kullanılabilir (RP/Türkiye Kararı).

Siyasi parti, çoğulcu demokrasiyle çatışmayan hedeflerini, sadece yasal araçlarla elde etmeye çalışmalıdır. Demokratik ve çoksesli sistemin ortadan kaldırılması amaçlanmamalı, temel insan hakları ihlali teşvik edilmemelidir (ÖZDEP/Türkiye Kararı).

Bir genel başkanın açıklama ve eylemleri partiyi tartışmasız olarak bağlayıcıdır. Çünkü genel başkan partinin simgesel figürüdür. Genel başkanın siyasi veya hassas konularda açıkladığı düşüncelerin, kişisel görüşü olduğu vurgulanmadığı sürece, kurumlar ve kamuoyu tarafından partinin görüşünü yansıttığı şekilde yorumlanır ve partiye isnat edilebilir. Genel başkan için söylenenler, genel başkan yardımcıları içinde geçerlidir. Milletvekilleri veya yerel yönetimlerde görev üstlenen üyeler de, partinin amaç ve eğilimlerini sergileyen ve yaratmak istedikleri toplum modeline ilişkin bir imajı yansıtan bütünü oluşturan eylemleri sergilemeleri durumunda, bunlar da partiye isnat edilebilir. Bu tür eylemler soyut programlara göre potansiyel seçmenler üzerinde daha etkilidirler. Bu tür eylem ve konuşmalardan parti kendini uzaklaştırmadığı sürece, bunlar da partiye isnat edilebilir (Refah Partisi/Türkiye Kararı).

Yukarıda belirtilen nitelikteki eylemlerden parti kaçınmamış, bu fiilleri işleyenler için disiplin işlemi yapmamış ve eleştirmemiş, göstermelik olarak disiplin soruşturması yapmış veya öngörülenden daha az bir disiplin yaptırımı uygulamış ise bu eylemler de partiye isnat edilebilir (RP/Türkiye Kararı).

 

 

 

 

2-            İç hukuk yönünden

Bir siyasi parti hakkında uygulanacak en radikal yaptırım kuşkusuz kapatma yaptırımıdır. İç hukukta siyasi partilere uygulanacak yaptırımlar düzenlenirken, bu yaptırımlar arasında siyasi partinin kapatılmasına da yer verilmiştir.

a-            Anayasal düzenleme

Siyasi parti kapatma yaptırımı ve bu yaptırımın hangi hallerde söz konusu olabileceği Anayasa’nın 69 ncu maddesinde düzenlenmiştir. Böylece anayasakoyucu kapatma yaptırımı nedenlerinin yasa ile artırılmasını engellemiştir.

Anayasa’nın 69 ncu maddesinin dördüncü fıkrasına göre, siyasi partilerin kapatılması, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın açacağı dava üzerine Anayasa Mahkemesi’nce kesin olarak karara bağlanır.

Anayasa’nın 69 ncu maddesine göre siyasi partilerin kapatılması ancak üç nedenle söz konusu olabilmektedir. Buna göre:

·                    Bir siyasi partinin tüzük ve programının Anayasa’nın 68 nci maddesinin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı olması (Anayasa md 69/5),

·                    Bir siyasi partinin Anayasa’nın 68 nci maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı eylemlerin odağı durumuna gelmesi (Anayasa md 69/6)

·                    Bir siyasi partinin, yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan ve Türk uyrukluğunda olmayan gerçek ve tüzel kişilerden maddi yardım alması (Anayasa md 69/10)

halinde siyasi partinin kapatılmasına hükmedilmesi gerekmektedir.

Anayasa’nın 68 nci maddesinin dördüncü fıkrasında, “siyasi partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez.” denilmektedir.

Bir siyasi partinin Anayasa’nın 68 nci maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı eylemlerin odağı haline gelmesi ise, 69 ncu maddenin altıncı fıkrasındaki düzenleme uyarınca “68 nci maddenin dördüncü fıkrasına aykırı fiillerin, o partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlenmesi ve bu durumun, o partinin büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsenmesi yahut bu fiillerin doğrudan doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlenmesi durumunda” söz konusudur.

b-           Yasal düzenleme

SPY’ndaki hükümler, Anayasa’nın 69 ncu maddesinin son fıkrasından hareketle, Anayasa’daki esaslar çerçevesinde düzenlenmiş, bu bağlamda siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin düzenlemeler de, Anayasa’nın 68 nci ve 69 ncu maddesindeki esaslar gözetilerek 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası’nda da (SPY) yer almıştır.

SPY’nda, siyasi partiler hakkında uygulanacak yaptırımlar;

·               Devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakılması

·               Ve siyasi partinin kapatılması

olarak düzenlenmiştir.

 SPY’nda Anayasaya paralel olarak yapılan düzenlemelere göre, bir siyasi partinin kapatılması, ancak Anayasa’daki yasaklara aykırılık durumunda ve üç nedenle olasıdır. SPY’nın 101 nci maddesindeki düzenlemelere göre;

·                    Bir siyasi partinin tüzük ve programının Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı olması, sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlaması, suç işlenmesini teşvik etmesi,

·                    Bir siyasi partinin, Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı eylemlerin işlendiği odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesince tespiti,

·                    Bir siyasi partinin, yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan ve Türk uyrukluğunda olmayan gerçek ve tüzel kişilerden maddi yardım alması,

durumlarında, siyasi parti hakkında kapatma kararı verilmesi gerekmektedir. Ancak belirtilen ilk iki durumda, kapatma yaptırımı yerine dava konusu eylemlerin ağırlığına göre, siyasi partinin almakta olduğu son yıllık devlet yardımı miktarının kısmen veya tamamen yoksun bırakılmasına karar verilebilmektedir.

Yukarıda belirtilen ikinci nedene dayanarak bir siyasi partinin kapatılması, ancak Anayasa’nın 68 nci maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı eylemlerin odağı durumuna gelmesi koşuluna bağlıdır. Odak haline gelmiş sayılmak ise, Anayasa’nın 68 ve 69 ncu maddelerindeki düzenlemelerle aynı paralelde, SPY’nın 103 ncü maddesinde düzenlenmiştir.

SPY’nın “siyasi partilerle ilgili yasaklar” başlıklı dördüncü kısmının;

·                    Birinci bölümü, “amaçlar ve faaliyetlerle ilgili yasaklar” başlığını taşımaktadır. Bu bölüm tek maddeden oluşmakta olup, 78 nci maddede “demokratik devlet düzeninin korunması yönünden” öngörülen yasaklamalara yer verilmiştir.

·                    İkinci bölümü, “milli devlet niteliğinin korunması” başlığını taşımaktadır. Bu bölümde, bağımsızlığın korunmasına (md 79), devletin tekliğinin korunmasına (md 80), azınlık yaratılmasının önlenmesine (md 81), bölgecilik ve ırkçılık yasağına (md 82) ve eşitlik ilkesinin korunmasına (md 83) yönelik yasaklamalar gösterilmiştir.

·                    Üçüncü bölümü ise, “Atatürk ilke ve inkılâplarının ve laik devlet niteliğinin korunması” başlığını taşımaktadır. Bu bölümde ise, Atatürk ilke ve inkılâplarının korunması (md 84), Atatürk’e saygı (md 85), laiklik ilkesinin korunması ve halifeliğin istenemeyeceği (md 86), din ve dince kutsal sayılan şeyleri istismar yasağı (md 87), dini gösteri yasağı (md 88) ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nı yerinin korunması (md 89) konusunda yasaklamalar açıklanmıştır.

 

3-            Anayasa’nın 90/son maddesi çerçevesinde siyasi partiler hakkındaki kapatma yaptırımında uluslararası sözleşmelerin gözetilmesi

Anayasa’nın 90 ncı maddesinin son fıkrasında, “yöntemince yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası antlaşmalarla yasaların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda, uluslararası antlaşma hükümleri esas alınır” denilmektedir.

1982 Anayasası’nın nitelemesine göre, Anayasa’nın 12 nci ila 74 ncü maddeleri arasında yer alan hakların hepsi “temel hak ve özgürlüklerden” olup, Anayasa’nın 68 nci ve 69 ncu maddelerinde siyasi haklar kapsamında düzenlenen siyasi partiler de, temel hak ve özgürlükler kapsamındadır. Aynı şekilde temel hak ve özgürlüklerin bir bölümünü konu alan İHAS’a göre, siyasi partiler İHAM’ın yorumlarıyla bu sözleşmenin 11 nci maddesi kapsamında temel hak ve özgürlükler içerisinde kabul edilmiştir.

Bu bağlamda SPY’nın öncelikle İHAS gözetilerek ve Anayasa hükümleri de İHAS’a göre yorumlanarak, siyasi partiler hakkındaki kapatma yaptırımın irdelenmesi gerekmektedir.

 

4- Siyasi parti kapatma davalarının ve kapatma yaptırımının hukuksal niteliği

Anayasa’nın 69 ncu maddesinin dördüncü fıkrası ile SPY’nın 98 nci maddesine göre, siyasi partilerin kapatılması Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın açacağı dava üzerine Anayasa Mahkemesi’nce kesin olarak karara bağlanmaktadır.

Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Yasa’nın 33 ncü maddesi gereğince, açılan bu davalar Ceza Muhakemesi Yasası hükümleri uygulanmak suretiyle, dosya üzerinde incelenerek kesin olarak karara bağlanmaktadır.

Kapatma davalarında Ceza Muhakemesi Yasası hükümlerinin uygulanması demek, bu davaların bir ceza davası ve yaptırımın da ceza hukuku kapsamında bir ceza olduğu anlamında değildir. Aksine, siyasi parti kapatma davaları, ceza davası olmayıp, kendine özgü nitelikte bir dava türü olduğundan, bu davalarda uygulanacak usul kurallarının açıklanması gereği duyulmuş ve maddi gerçeği araştırmak yönünden, siyasi partilerin lehine olarak bu davalarda Ceza Muhakemesi Yasası kurallarının uygulanacağı belirtilmiştir (Anayasa Mahkemesi’nin 22.6.2001 tarih ve 2/2 sayılı kararı). Bu düşünceden hareketle, siyasi parti kapatma davasına yönelik iddianame düzenlenmesinden önce, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hangi yetkileri kullanarak dava açabileceği de özel olarak SPY’nın 98 nci maddesinde gösterilmiştir.

Siyasi parti kapatma davalarının, ceza muhakemesi hukuku anlamında ceza davası olmaması, kapatmaya konu eylemlerin de ceza hukuku kapsamında suç olma zorunluluğunu gerektirmemektedir. Anayasa’nın 69 ncu maddesinin altıncı fıkrası ile SPY’nın 101 ve 103 ncü maddesindeki düzenlemelere göre, kapatmaya konu eylemlerin “sadece işlenmiş” olması yeterli olup, bu eylemlerin hükmen sabit olması koşulu da aranmamaktadır. Bu nedenle kapatmaya konu eylemler hakkında açılmış ve mahkümiyetle sonuçlanmış davaların bulunmaması sonuca etkili değildir.

 

C- LAİKLİĞE AYKIRI EYLEMLERİN ODAĞI OLMAK DURUMUNDA SİYASİ PARTİ KAPATMA NEDENLERİNİN İRDELENMESİ

 

            1- Kapatma nedeninin hukuksal yönden irdelenmesi

Kısaca “laikliğe aykırı eylemlerin odağı durumuna gelmek” olarak isimlendiren kapatma nedeni, Anayasa’nın 69 ncu maddesinin altıncı fıkrası yoluyla, 68 nci maddesinin dördüncü fıkrasında düzenlenmiş bulunmaktadır.

Ancak siyasi parti kapatma nedenlerinden birisi olan “laikliğe aykırı eylemlerin odağı olmak” olgusunun Anayasal ve yasal düzenlemelerden hareketle değerlendirilmesine geçmeden önce laiklikten ne anlaşılması gerektiği, bu ilkenin Anayasa’da ve Anayasa Mahkemesi kararlarında ne şekilde yer aldığı hususlarında açıklama yapılmasında fayda bulunmaktadır.

Lâiklik, ortaçağ dogmatizmini yıkarak aklın öncülüğü, bilimin aydınlığı ile gelişen özgürlük ve demokrasi anlayışının, uluslaşmanın, bağımsızlığın, ulusal egemenliğin ve insanlık idealinin temeli olan bir uygar yaşam biçimidir. Çağdaş bilim, skolâstik düşünce tarzının yıkılmasıyla doğmuş ve gelişmiştir. Lâiklik, toplumların düşünsel ve örgütsel evrimlerinin son aşaması; ulusal egemenliğe, demokrasiye, özgürlüğe ve bilime dayanan siyasal, sosyal ve kültürel yaşamın çağdaş düzenleyicisidir. İnsanı kul olmaktan çıkarıp birey yapan, bireye kişiliğini geliştirmesi için özgür düşünce olanaklarını veren, bu yolla siyaset-din ve inanç ayrımını gerekli kılarak din ve vicdan özgürlüğünü sağlayan ilkedir. Dinsel düşünce ve değerlendirmelerin geçerli olduğu dine dayalı toplumlarda, siyasal örgütlenme ve düzenlemeler de dinsel niteliklidir. Lâik düzende ise din, siyasallaşmadan kurtarılır, yönetim aracı olmaktan çıkarılır, gerçek ve saygın yerinde tutularak kişilerin vicdanlarına bırakılır. Dünya işlerinin lâik hukukla, din işlerinin de (inanç ve ibadet çerçevesinde) kendi kurallarıyla yürütülmesi, çağdaş demokrasilerin dayandığı temellerden biridir. Bu bağlamda; laik devlet düzeninde kamusal düzenlemelerin kaynağı dinî kurallar olamaz ve bu düzenlemelerin dinî kurallara göre yapılması düşünülemez.

Demokratik ve lâik devlet, bireyler arasında inançlarına göre ayırım gözetemez. Herkes, dinini seçmekte, inançlarını açıklamakta, din ve vicdan özgürlüğü sınırları içerisinde serbesttir. Lâik bir toplumda, Devletin dinlerden birini tercih fikri, ayrı dinlere bağlı yurttaşların yasa önünde eşitliğine de aykırı düşer. Lâik ülkelerde, gerçek vicdan özgürlüğünden söz edilebilmesi, lâikliğin bu özgürlüğün de güvencesi olduğunu göstermektedir. Ayrıca devletin, her dinin mensuplarının kendi dinsel kurallarına tabi olarak yönetilmesini benimsemesi, çok hukukluğunun geçerlilik kazanması anlamındadır. Bu durum ise, devleti dışlayıcıdır ve dinler yönünden de ayrımcılık yaratmaktadır.

Laik düzende, devlet dinlere karşı tarafsız olup, devletin tarafsızlığı dinsel özgürlüklerin sınırsızlığı anlamında değildir. Devlet, hak ve özgürlüklerin korunması yönünden bu alanda düzenlemeler yapabilir ve sınırlamalar öngörebilir. Ancak bu sınırlamalar yapılırken kuşkusuz, bir dinin korunması ya da baskılanması amaçlanmaz; demokratik toplum gereklerine göre hareket edilir.

Türkiye’de lâiklik ilkesinin uygulanması, kimi batılı ülkelerdeki lâiklik uygulamalarından farklıdır. Lâiklik ilkesinin, her ülkenin içinde bulunduğu koşullarla her dinin özelliklerinden esinlenmesi ve buna göre değişik nitelikleri ve uygulamaları ortaya çıkarması doğaldır. İslâm ve Hıristiyan dinlerinin farklı özellikleri gereği, ülkemizde ve batı ülkelerindeki uygulamalar farklı olmuştur. Kaldı ki, aynı dinî benimseyen batı ülkelerinde de lâiklik anlayışı ayrılıklar göstermiş, değişik ülkelerde ayrı ayrı yorumlandığı gibi aynı ülkede farklı dönemlerde, kimi kesimlerce kendi anlayışları ve siyasal tercihleri doğrultusunda değişik biçimde yorumlanabilmiştir. Yalnızca felsefi bir kavram olmayıp yasalarla yaşama geçirilerek hukuksal bir değer kazanan lâiklik, uygulandığı ülkelerin, dinsel, sosyal ve siyasal koşullarından etkilenmektedir. Tarihsel gelişiminin farklılığı nedeniyle Türkiye için ayrı bir özellik taşıyan lâiklik, Anayasa ile benimsenen ve korunan bir ilkedir.

Bu bağlamda Türkiye’deki siyasal İslamı esas alan partiler ile Avrupa’daki Hıristiyan Demokrat Partiler arasında hiçbir benzerlik bulunmamaktadır. Türkiye’de siyasal İslam, yalnızca kişi ile Tanrı arasındaki alanla sınırlı kalmayarak, devlet ve toplum kurallarını da düzenleme iddiasındadır. Siyasal İslam7ın temel düsturu şeriattır. İslam şeriatı kişinin inanç dünyasına ilişkin kurallar kadar dünyevi yaşamını ve bunun ötesinde devlet ve toplum yaşamını da düzenleyen, bu kuralları Tanrı buyruğu olarak kabul edip değiştirilmesi bir yana tartışılmasını bile yasaklayan kurallar bütünüdür. Bu nedenle siyasal İslam ve onun anayasası niteliğindeki şeriat demokratik değil, totaliterdir. Siyasal İslam demokrasiyi bir araç, şeriatı da bir amaç edindiği için demokrasinin kendisini korumaya ilişkin kural ve kurumlarının takibinden kurtulmak için kaynağını da yine şeriat düzeninden alan takiyye yöntemini kullanmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ve çağdaş demokrasilerin en önemli yapı taşlarından olan lâiklik ilkesi ile devletin akla ve bilim kurallarına göre kurumsallaşması amaçlanmıştır. Laik devlet, ilkelerine, hükümet icraat ve prensiplerini, kanun ve nizamlarını dini kayıt ve düşüncelerle bağlı olmayarak doğrudan doğruya bilimin verilerinden yararlanarak, kişi ve toplum gereksinmelerini göz önünde bulundurarak oluşturur. Dini kurallar Devlet yönetim ve prensiplerinden tamamen ayrılır ve kişilerin vicdanlarında yerini bulur. Karşılıklı saygı, hoşgörü ve anlayışa katkıda bulunan lâiklik, ulusal birliğin de temelini oluşturmuştur. Batı aydınlamasının da temeli olan lâikliğin, insana, dine saygısı, dinî kendi yerinde tutan anlayışı, aklın ve bilimin öncülüğünde çağdaşlaşmayı gerçekleştirmiştir. Oysa tarih, dini kural ve prensiplerle yönetilen hiçbir ülkede demokrasinin ve tüm insanlığın ortak kazanımları olan temel hak ve özgürlüklerin yaşama geçirildiğine tanıklık etmemiştir. Demokrasinin ve çağdaşlığın temeli olan demokratik ve laik Cumhuriyet sayesinde Türk insanı ümmetten ulusa, kulluktan yurttaşlığa, geçebilmiştir.

Lâiklik ilkesinin kabulüyle, dogmatizmin katı ve değişmez kalıpları yerine akla ve bilime dayanan değerler geçmiş, dinsel duygular sahibinin vicdanında dokunulmaz yerini almıştır. Değişik inançlara sahip olanlar, inançlarına sağlanan güvence sayesinde birlikte yaşama gereğini benimseyerek devletin kendilerine karşı eşit yaklaşımından güven duymuşlardır. Böylece, iç barış sağlanarak vatandaşlar, ulus bilinciyle, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk Ulusu’nun bireyleri olmuşlardır. Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesi, gücünü lâiklikten almış, milliyetçilik ilkesi lâiklikle tamamlanmış, Türk Devrimi lâiklikle anlam kazanmıştır. Anayasa’da da bu ilkenin değiştirilemeyeceği öngörülmüştür. Lâiklik, devlet etkinliklerinde dinin, bilimin yerine geçmesini önleyerek çağdaşlaşmayı hızlandırmıştır.

Devlete, dinsel konularda denetim ve gözetim hakkı tanınması, din ve vicdan özgürlüğünün, demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı bir sınırlama sayılamaz. Devlet-din özdeşliğinin yol açtığı zararlar lâiklikle önlenmiş, çağdaş uygarlık yolu lâiklik ilkesiyle açılmış, bağımsız bir hukuk kurumu olarak yeni yapısına kavuşmuştur. Demokrasiye geçişin de aracı olan lâiklik, Türkiye’nin yaşam felsefesidir. Lâik devlette, kutsal din duyguları politikaya, dünya işlerine, hukuksal düzenlemelere kesinlikle karıştırılamaz. Bu tür düzenlemeler, dinsel gerekler ve düşüncelerle değil, bilimsel verilerden yararlanılarak kişi ve toplum gereksinimlerine göre yapılır[1].

Laiklik ilkesi; 5 Şubat 1937 tarih ve 2115 sayılı Yasa ile Türkiye Cumhuriyeti’nin nitelikleri arasında yer almıştır. Laik devlet ilkesinin cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yer verilmesine 1961 ve 1982 Anayasalarında devam edilmiş ve her iki Anayasa laiklik ilkesini sıkı bir korumaya almıştır.

Laiklik, Türkiye Cumhuriyeti’nin en temel özelliğidir. Devlet düzenini yansıtan anayasa ve dolayısıyla hukuk düzeni, laiklik ilkesine göre biçimlenmiştir. Bu durum, Anayasa’nın başlangıç bölümünde ve birçok maddesinde ifade edilmiştir.

1982 Anayasa’sının, Başlangıç kısmının 7. paragrafında: “Hiçbir faaliyetin Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı” ifadesine yer verilerek, laiklik ilkesinin, anayasanın dayandığı temel değer ve prensiplerden biri olduğu ilan edilmiş, kutsal din duygularının devlet işlerine ve politikaya karıştırılamayacağı belirtilmiştir.

Anayasanın 176. maddesi göre, Anayasa metnine dâhil olan ve uygulanabilirlik açısından diğer maddelerden bir farkı bulunmayan Başlangıç bölümü Anayasa Mahkemesinin ifadesiyle “Anayasanın dayandığı temel görüş ve ilkeleri içermekle Anayasa maddelerinin amacını ve yönünü belirleyen bir kaynak”tır.[2]

Laiklik ilkesi, Anayasa’nın 4. maddesine göre “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” vasfa sahip 2. maddede Cumhuriyetin nitelikleri arasında da sayılmıştır.

Anayasanın 2. maddesinde, “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” hükmüne yer verilmiştir.

Ancak Başlangıç Kısım 7. paragraf dikkate alındığında laikliğin sadece cumhuriyetin niteliklerinden biri olmanın ötesinde cumhuriyetin temeli olduğu anlaşılır.

Laiklik 2. maddenin gerekçesinde şöyle açıklanmaktadır “Hiçbir zaman dinsizlik anlamına gelmeyen laiklik, her ferdin istediği inanca, mezhebe sahip olabilmesi, ibadetini yapabilmesi ve dini inançlarından dolayı diğer vatandaşlardan farklı bir muameleye tabi kılınmaması anlamına gelir.” Görülüyor ki gerekçede vurgu yapılan laikliğin “dinsizlik” olarak yorumlanamayacağı, başka bir ifadeyle laikliğin toplumsal ilişkilerin manevi değerlerden soyutlanmasını gerektirmediğidir.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir