GENEL - 28 Ekim 2016 Cuma 11:32

(Özel Haber) Kayseri’deki ‘o uçaklar’ düdüklü tencere olmuş

A
A
A
(Özel Haber) Kayseri’deki ‘o uçaklar’ düdüklü tencere olmuş

Havacılık Tarihi Araştırmacısı Rıfat Bayrak, Kayseri’de gömülü uçak olduğu iddialarının gerçeği yansıtmadığını söyledi. Öte yandan Hava İkmal Bakım Merkezi Çıraklık Okulunda eğitim gören ve bir dönem çalışan Erciyes Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Mehmet Şahin de uçakların ihale ile satışa çıkarılan hurdalarının, düdüklü tencere yapımında kullanıldığını ifade etti.
30 yıldan bu yana Kayseri Tayyare Fabrikası ile ilgili incelemelerde bulunan ve 1995 ile 2005 yılları arasında Uçan Türk dergisinde, Kayseri havacılık tarihine dair 150’ye yakın makalesi yayımlanan Havacılık Tarihi Araştırmacısı Rıfat Bayrak, yaptığı incelemelerde Kayseri’de gömülü uçak olduğuna dair herhangi bir bulguya rastlamadığını belirtti.
Konuyla ilgili olarak İstanbul ve İzmir’deki havacılık tarihçilerinin söylentileri üzerine, 1994 yılında zamanın Hava İkmal Komutanı Ergun Beligen’e müracaat ettiğini dile getiren Rıfat Bayrak, Paşa’nın kendisine böyle bir şeyin mümkün olmadığı şeklinde yanıt verdiğini söyledi. Daha sonra Bakım Merkezinde çalışan işçiler ve emeklilerle görüşmeler yaptığını, söz konusu uçakların hurdalarının 5 adet sandığa konularak korunduğu bilgisine ulaştığını söyleyen Rıfat Bayrak, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Uçakların kanatları ile gömülmesi mümkün değil”
“Basında, bunların bizim uçaklarımız olduğu Amerikalıların bize darbe vurduğu da söylendi. Tamam, Amerikalılar bize Marshall yardımı ile darbe vurmuştur ama bunlar bizim ürettiğimiz uçaklar değil, Almanya’nın 1 saatte ürettiği 72 Focke Wulf 190 A3. 4101-4172 seri numarası ile Türk Hava Kuvvetlerinde kullanılmış, Bursa’daki 1, 2, 3, 4 ve 5’inci bölüklerde kullanılmış, daha sonra servis dışı kaldığında Kayseri’ye getirilmiş, hurdaya ayrılmış alüminyum gövdeli uçaklar bunlar. Ama motorlarının ne olduğu hakkında bilgim yok. Bunlar, Almanya’nın geliştirdiği çift radyan çok değerli ve yüksek tırmanış özelliğine sahip motorlar. Bunlar nakledilirken ya da depolanırken kanatlarından ayrılır. Basında çıkan bazı haberlerde kanatları ile gömüldüğü ifade ediliyor. Böyle bir şey mümkün değil.”
Almanya’dan alınan 72 uçağın yalnızca 15’inin Kayseri’ye getirildiğini de dikkat çeken Rıfat Bayrak, dedektör aramalarındaki tespitlerinde, uçak pistlerine yerleştirilen ızgaralardan kaynaklandığını ifade etti. Rıfat Bayrak, “Zemin beton değil toprak, uçakların rahat inip kalkması için bazı parçalar konmuş olabilir, ızgara şeklinde. Bu, yurt dışındaki uçak pistlerinde de kullanılan bir sistem. Dedantörle aramada buna rastlanmış olabilir ama 50-60 uçağın gömülü olması gibi bir durum söz konusu değil, ancak 5 sandık çıkabilir ama çıkmayabilir de. Eğer çıkarsa havacılık tarihi açısından güzel olur, tüm dünyanın gözleri bizim üzerimizde olur” diye konuştu.
“Böyle bir şey duymadım, mantık dışı…”
Öte yandan 1956 yılında ve 1964 yılları arasında Hava İkmal Merkezi Çırak Okulunda eğitim gören ve 5 yıl da teknik ressamlık bölümünde çalışan Erciyes Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Mehmet Şahin de çalıştığı dönem içerisinde bu şekilde bir söylenti duymadığını dile getirdi. İddiaların mantık dışı olduğunu söyleyen Prof. Dr. Mehmet Şahin, “Olayın yapıldığı iddiası 1947’ye aittir. O tarihte biz orada değildik ama buna benzer bir olay cereyan etmiş olsaydı, mutlaka duyulurdu, çünkü bunun gizlenmesi mümkün değil. 50 uçağın gömülmesi çok önemli bir olaydır. Basında iddia edildiği gibi, birkaç kişinin arasında gizli kalabilecek bir durum değildir. Hele hele 1947 yılının şartlarını düşünecek olursak, o tarihte Türkiye’de dozer, greyder ve saire gibi büyük iş makineleri henüz yoktu. Böyle bir işlemin kazma-kürek ile yapılması lazım. Çok devasa çukurların kazılması ve o uçakların gömülmesi için ekip olması gerekir ve biz fabrikaya girdiğimiz tarihte de o insanların hala fabrikada çalışıyor olması; mutlak surette vaktiyle böyle bir olay olmuştu diye anlatmaları gerekir. Bunların hiçbiri söz konusu olmadığı gibi, bu olay tümüyle mantık dışıdır” dedi.
“Kayseri metal endüstrisi Bakım Merkezinin hurdalarından doğdu”
Uçak filolarına yenileri dahil edildiğinde, eskilerin vekalet yedeği adı altında Hava İkmal Bakım Merkezinde bekletildiğini, daha sonra da hurdalığa ayrılarak satışa çıkarıldığını belirten Prof. Dr. Mehmet Şahin, alüminyum gövdeli Focke Wulf 190 A3 uçakların satışa çıkarılan hurdalarının, Kayseri metal endüstrisinde eşya yapımında kullanıldığını söyledi. Özellikle Ulubaş marka termo ve alüminyum gövdeli düdüklü tencerelerin bu hurdalarla imal edildiğini kaydeden Prof. Dr. Şahin, “Bu hurda uçak parçalarının ilk topluca satıldığı tarih 1958 yılıdır. O tarih Türkiye’nin çok ciddi döviz sıkıntısı yaşadığı, birçok ham maddenin tedarikinde zorluklar çekildiği bir dönemdir. O zorluklar neticesinde de aynı yılın Haziran ayında bir devalüasyon yapılmış ve doların değeri 2,80 liradan 9 liraya çıkmıştır. Böyle sıkıntılı bir dönemde o hurdalık satılmış ve orada bol miktarda bulunan alüminyum hurdalar Kayseri’deki henüz büyüme aşamasında olan küçük çaplı sanayiciler tarafından satın alınmak suretiyle kapı kolundan, düdüklü tencereye, dikiş makinesi gövdesi yapmaya uzanan bir sürecin başlamasına yol açmıştır. Mesela termo ve Ulubaş düdüklü tencereleri o malzemeler kullanıldıktan sonra büyük firmalar haline gelmişlerdir. Bütün bunları piyasada yapan ustalar da Hava İkmal Merkezinden yetişen işçilerdir. Düdüklü tencere, dikiş makinesi gibi üretim yapanlar daha sonra şirketleşmeyi öğrenmişler. 70’li yıllardan sonra da o insanların çocukları ve torunları bugünkü Kayseri sanayinin temelini oluşturmuşlardır. Bir başka deyişler, bugün Kayseri’de metale dayalı ne kadar endüstri varsa hepsinin anası, atası Hava İkmal Bakım Merkezidir” ifadelerini kullandı.
Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Zonguldak Karadeniz yükseliyor, 160 milyon kişi tehdit altında Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi (BEUN) Harita Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hakan Kutoğlu, Karadeniz’de deniz seviyesinin okyanuslarla eşdeğer biçimde yükseldiğini belirterek, önümüzdeki yıllarda kıyı erozyonu, su baskınları ve yerleşim alanları için ciddi risklerin oluşabileceği uyarısında bulundu. Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Harita Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hakan Kutoğlu, küresel ısınma ve iklim değişikliğinin Karadeniz kıyıları üzerindeki etkilerine ilişkin çarpıcı değerlendirmelerde bulundu. Uydu altimetresi verileriyle yürütülen bilimsel çalışmada, Karadeniz’de deniz seviyesinin düzenli ve sürekli biçimde yükseldiği ortaya konuldu. Kutoğlu şöyle devam etti: "Küresel ısınma ve iklim değişikliğine bağlı olarak dünyada global olarak denizlerin yılda 3 mm yükselmesi söz konusu. Bu yükselme iklim değişikliğine bağlı olarak giderek artarak 2100 yılına kadar devam edecek. Dünya denizlerinin yılda 2 metre yükseleceği ve bu yükselmeye bağlı olarak da bazı bölgelerde, deniz ve kıyı bölgelerinin düşük kota sahip olduğu bölgelerde denizin kilometrelerce içeri girmesi hatta fırtınalı zamanlarda dalga yüksekliğinin fazla olduğu zamanlarda pek çok yerleşim biriminin sular altında kalması durumu söz konusu. Bu anlamda Karadeniz’le ilgili deniz seviyesi çalışmaları ve kıyı erozyonu çalışmaları yetersiz idi. Biz uydu altımetresi tekniğiyle elde edilen ve 1993 yılına kadar giden verilerin tamamını aldık. Bunların zaman serisi analizini gerçekleştirdik ve gördük ki Karadeniz okyanuslarla benzer dolayısıyla okyanuslarla benzer bir yükselmeye sahip olduğu için okyanus ve kıyılarında ne gibi tehditler söz konusuysa Karadeniz kıyısında da benzer tehditlerin söz konusu olduğunu tespit etmiş olduk. 1993 yılından 2020 yılına kadar Karadeniz’de deniz seviyesinin yılda ortalama 3 milimetre, toplamda ise yaklaşık 10 santimetre yükselmesi söz konusu. Bunlar çok küçük rakamlar gibi görünebilir. Ancak denizin bir birim yükselmesi demek kıyı alanının yüksekliğine bağlı olarak düşük yüksekliklerde 50 ila 100 kat daha içeriye girmesi anlamına gelir. Dolayısıyla bir sene önce deniz 1 mm daha düşükken daha kısa bir mesafeye erozyonu uğratırken bir sene sonra yükselme nedeniyle çok daha iç bölgeleri kıyı erozyonuna tabi tutabilir. Hatta fırtınalı zamanlarda dalgaların çok daha içeriye girip su basması tehdidi söz konusu olabilir." "İki metre yükselmeyle denizin 500 metre içeriye girmesi söz konusu olabilir" Küresel ölçekte deniz seviyelerindeki artışa dikkat çeken Kutoğlu, "Bu çalışmada biz Karadeniz’in okyanuslarla eşdeğer bir şekilde yükseldiğini keşfetmiş olduk. Yılda 3 mm’ye kadar. Ancak bilimsel çalışmalar şunu gösteriyor. Sıcaklıklar, küresel ısınma arttıkça buzulların daha fazla erimesi, dolayısıyla da yükselmenin daha fazla artması durumu var. Yapılan bir senaryoya göre buzullar eridiğinde dünya denizlerinin, okyanusların 2 metre kadar yükselmesi söz konusu. Dolayısıyla bu 2 metre yükselme yaklaşık 200 ila 500 metre içeriye hatta bazı daha düşük kodlu yerlerde denizin düşük seviyeli yerlerde birkaç kilometre içeriye girmesi söz konusu olabilir" dedi. "160 milyonluk nüfusu etkileyebilir" Bu yükselmenin etkilerinin sanılandan çok daha büyük olacağını vurgulayan Kutoğlu, "Karadeniz’de okyanuslarla eşdeğer bir yükselmeye sebep olduğu için aynı tehdit Karadeniz kıyılarında da söz konusu. Burada haritayı incelediğimiz zaman sarı ve kırmızı ile işaretlenmiş alanlar kıyı erozyonunun en şiddetli gözleneceği ve gözlenmekte olduğu yerleri gösteriyor. Haritaya baktığımız zaman Kuzey Karadeniz yani Ukrayna, Rusya bölgelerinde kıyı bölgelerinin kodları daha düşük olduğu için kıyı erozyonu burada çok daha etkin olacak. Bizim kıyılarımız daha yüksekliği fazla olduğu için oraya göre daha sınırlı görünüyor. Bu haritaya baktığımızda yine de bizim bazı kıyı bölgelerimizde ilerleyen zamanlarda ciddi kıyı erozyonlarının meydana gelmesi söz konusu. Karadeniz Havzası’nın kıyı bölgelerinde 160 milyon insan nüfusu var. Bu nüfusun büyük bir çoğunluğu kıyı bölgelerinde yerleşmiş durumda. Şehirler genelde kıyı bölgelerinde kurulmuş. Dolayısıyla bu 160 milyon nüfus önümüzdeki 50 yıl 100 yıl içerisinde ciddi kıyı erozyonuna maruz kalınabilir. Şimdiden bunun farkında olup bununla ilgili tedbirlerin alınmasında fayda var" ifadelerine yer verdi. "Karadeniz okyanuslarla aynı hızda yükseliyor" Mevcut ve gelecekteki yatırımlar konusunda uyarılarda bulunan Kutoğlu, "Tabii ki mevcut alanlarla ilgili kıyı erozyonu görülen yerlerde ki mesela bizim Türkiye’de Karasu bölgesi oralarda erozyonu söz konusuydu. Kıyı tahkimatları yapılarak bunların önüne geçilmesi gerekiyor. Ama bunlar da ekstra bakım onarım maliyetleri. Bundan sonra gelecekteki yatırımlar yapılırken kıyı erozyonları deniz seviyesi ve buna bağlı kıyı erozyonu dikkate alınarak yatırımların daha yüksek bölgelerde ve uzak bölgelerde yapılması ülke ekonomileri için faydalı olacak" dedi. Prof. Dr. Hakan Kutoğlu’nun Karadeniz’de deniz seviyesi yükselmesi ve kıyı erozyonuna ilişkin hazırladığı bilimsel çalışma, 16. Uluslararası Çevre Bilimi ve Teknoloji Konferansı’nda sunuldu.
Iğdır Olta yok, ağ yok: Karasu Çayı’nda çıplak elle yayın balığı avı Ağrı Dağı’nın doğu yamaçlarından doğup Aras Nehri’ne karışan Karasu Çayı’nda yaşanan ilginç bir olay, görenleri hayrete düşürdü. Bölgede "balık adam" olarak tanınan Suat Çetindere, hiçbir ekipman kullanmadan, balıkları çıplak eliyle yakalıyor. Iğdır’ın Aralık ilçesinde bulunan Aras Nehri ve Karasu Çayı, amatör balıkçıların en uğrak noktaları arasında yer alıyor. Balık tutmayı bir tutkuya dönüştüren yöre halkı, hafta sonlarını bu sularda geçirebilmek için sabırsızlıkla bekliyor. Özellikle Karasu Çayı’nda yaşayan ve halk arasında "Lakka" olarak adlandırılan yayın balığı, balıkçıların en çok peşine düştüğü türlerden biri. Ancak çayın yapısı nedeniyle olta ile balık tutmak neredeyse imkânsız. Bu durum karşısında Suat Çetindere, alışılmışın dışında bir yöntemle dikkat çekiyor. Nefesini tutarak suya dalan Çetindere, sazlıkların ve çalı diplerinin arasında saklanan balıkları eliyle yakalıyor. Onun bu sıra dışı avlanma yöntemi, kıyıda bekleyen arkadaşları tarafından hayret ve sevinçle izleniyor. Karasu Çayı’nda sergilediği bu cesur ve farklı balık avı, Suat Çetindere’yi bölgenin en dikkat çeken isimlerinden biri haline getiriyor. Suat Çetindere; " Ben bu balıkları hobi amaçlı, elimle suyun altında tutuyorum. Bende illegal yol ile balık tutma yoktur. Ben bu işe çocuk yaşta başladım. Bende bunu abimden öğrendim. Bunu geliştirdim. Herkes eli ile balık tutabilir ama ben suyun altına girerek bu balıkları tutuyorum. İnanmayan gelip görebilir" dedi.
Van Van Kedi Villası’nda bu yıl 120 yavru dünyaya geldi Her yıl yerli ve yabancı on binlerce ziyaretçiyi ağırlayan Van Kedi Villası’nda bu yıl toplam 120 yavru dünyaya geldi. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi (Van YYÜ) bünyesinde faaliyet gösteren Van Kedisi Araştırma ve Uygulama Merkezi’nce yürütülen çalışmalar kapsamında, Türkiye’nin milli ırkı olarak tescillenen Van kedilerinin neslinin korunması ve orijinalliğinin sürdürülmesi amacıyla kontrollü üretim çalışmaları titizlikle devam ediyor. Senkronize doğum yöntemiyle gerçekleştirilen doğumların büyük bölümünün, genetik özellikleri yüksek ve orijinale yakın yavrulardan oluştuğu belirtildi. Cana yakın tavırları, ipeksi beyaz tüyleri, biri mavi biri kehribar ya da her ikisi de mavi olabilen göz yapıları ve suya olan ilgileriyle bilinen Van kedileri, yalnızca Van’ın değil Türkiye’nin de önemli sembolleri arasında yer alıyor. Ünü yurt dışına da taşan Van kedileri, Van Kedi Villası’nı ziyaret eden turistlerin en fazla ilgi gösterdiği canlılar arasında bulunuyor. "Orijinalliğe çok yakın yavrular oldu" İHA muhabirine konuşan Van Kedisi Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Abdullah Kaya, merkezdeki doğumların üç parti halinde gerçekleştirildiğini hatırlattı. Geçtiğimiz yıl yeni yavru doğumu açısından 100 hedefi koyduklarını ifade eden Prof. Dr. Kaya, "Bu yıl ise yaklaşık 120 yavru elde ettik. Bunların yaklaşık 99-100’ü orijinalliğe çok yakın yavrular oldu. Bu yıl satıştan ziyade yavruların büyük bir bölümünü merkezin kendi ihtiyaçları için ayırmak durumunda kaldık. Bu nedenle 2025 yılı, Van Kedisi Araştırma Merkezi açısından kendi kedi sayısının yenilenmesi bakımından oldukça verimli bir yıl olarak geçti" dedi. "Süreç, her isteyene kedi verme şeklinde ilerlemiyor" Ücretli sahiplendirme konusunda da çalışmalarının devam ettiğini ifade eden Kaya, "İhtiyaç fazlası yavruları, belirli kriterler çerçevesinde hayvanseverlere ve kedi beslemek isteyen ailelere sahiplendiriyoruz. Ancak bu süreç, her isteyene kedi verme şeklinde ilerlemiyor. Van kedisinin kıymetini bilecek, ona iyi bakabilecek ve kesinlikle sokağa terk etmeyecek aileler tercih ediliyor. Bu şartlar sağlandığında, elimizde ihtiyaç fazlası kedi varsa sahiplendirme yapıyoruz. Ancak 2025 yılında sahiplendirme oranı önceki yıllara göre biraz daha düşük kaldı" diye konuştu. "Temel önceliğimiz Van kedisinin orijinalliğini korumaktır" "Her eve bir Van kedisi" projesinin tüm Türkiye’yi kapsayan ve uzun vadeli bir hedef olduğunu söyleyen Kaya, sözlerini şöyle sürdürdü: "Türkiye genelinde milyonlarca haneyi düşündüğümüzde, bu slogan bir vizyonu ifade ediyor. Yılda yalnızca bir Van kedisi bile sahiplendirmiş olsak, bu hedef doğrultusunda ilerleme kaydetmiş oluruz. Bu hedef; bize araştırma, geliştirme ve ıslah konusunda şevk veren bir motivasyon kaynağıdır. Bu hedeften kesinlikle sapma söz konusu değildir. Ancak süreç yavaş ve kontrollü ilerlemek zorundadır. Çünkü temel önceliğimiz Van kedisinin orijinalliğini korumaktır. Hızlı gitmek gibi bir niyetimiz yok; önemli olan, bütünlüğü bozmadan ve genetik yapıyı koruyarak ilerlemektir."