EĞİTİM - 09 Mayıs 2024 Perşembe 15:45

Çeşme’deki lise, 5 ülkedeki lise ile iş birliği yaptı

A
A
A
Çeşme’deki lise, 5 ülkedeki lise ile iş birliği yaptı

Çeşme Ulusoy Denizcilik Teknolojisi Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi, "Sınırların Ötesinde: İnsanlar" Erasmus projesiyle; Fransa koordinatörlüğünde, Romanya, Portekiz, İtalya ve Letonya’dan 5 lise ile uluslararası iş birliği ortaklığı yaptı.


Çeşme Ulusoy Denizcilik Teknolojisi Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi, "Sınırların Ötesinde: İnsanlar" isimli Erasmus projesi hazırladı. Okul bu projeyle beraber; Fransa koordinatörlüğünde, Romanya, Portekiz, İtalya ve Letonya’dan 5 lise ile uluslararası iş birliği ortaklığı yapacak.


Proje ile ilgili yapılan açıklamada, "Ortağı olduğumuz projede amaçlanan, sadece doğrudan katılımcı lise öğrencilerinin değil, tüm ilgili okulların ve hatta yerel veya uluslararası ağların etkilenmesini sağlamaktır. Bu, en az üç tam okul yılı boyunca sürecek ve öğrencilerin özerkliklerini ve sorumluluklarını teşvik ederek kariyerlerine hazırlanmalarını amaçlamaktadır. Proje aynı zamanda iklim değişikliğiyle bağlantılı endişelere yanıt verirken, öğrenciler arasında özgürlük ve dayanışmayı teşvik etmeyi ve bilimsel bir kültür geliştirmeyi hedefler" denildi.



Çeşme’deki lise, 5 ülkedeki lise ile iş birliği yaptı

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Adana ‘Anneni neden dövüyorsun’ diyen dedesini darp etti Mersin’de uyuşturucu müptelası genç, üvey annesini döverken kendisine ‘oğlum anneni neden dövüyorsun’ diye tepki gösteren dedesini hastanelik etti. Yaşlı adamın kafasına 4 dikiş atıldı. Torunundan şikayetçi olan dede ve gelini, korkup minibüsleriyle Adana’ya gelip yaşamaya başladı. Mersin’in Akdeniz ilçesinde yaşayan 45 yaşındaki Hülya Bağlamacı, 3 çocuk babası Yusuf Bağlamacı ile 15 sene önce evlendi. Çiftin bu evlilikten de 3 çocukları dünyaya gelirken, Yusuf Bağlamacı 3 sene önce cezaevine girdi. Bunun üzerine Hülya Bağlamacı, 3 evladıyla kayınbabası 75 yaşındaki Halil Toka’nın yanında yaşamaya başladı. Üvey oğlun dehşeti başladı Babasının cezaevine girmesini fırsat bilen A.B. (20), iddiaya göre üvey annesinden sürekli uyuşturucu için para istemeye başladı. Kadın ise elinde avucundaki bütün parayı üvey oğluna verdi. Ancak geçtiğimiz ay Hülya Bağlamacı’nın kayınbabasıyla birlikte kaldığı ev elektrik kontağından çıkan yangın sonucu kullanılamaz hale geldi. Hem üvey annesini hem de dedesini dövdü Birkaç gün sonra eve gelen A.B., yine üvey annesinden para istedi ancak para alamayınca kadını dövmeye başladı. Bu sırada dede Halil Toka, "Oğlum anneni niye dövüyorsun" diye tepki gösterince A.B. dedesini dövmeye başladı. Torununun attığı yumrukla yere düşen dedenin kafası darbe aldı ve hastaneye kaldırıldı. Burada kafasına 4 dikiş atılan Toka, geri eve döndüğünde ise minibüsünün camlarının kırıldığını gördü. Adana’ya kaçtılar Torununun kendilerine daha fazla saldırmasından korkan Halil Toka, gelini Hülya Bağlamacı ve 2 küçük torununu alıp Adana’ya geldi. Merkez Seyhan ilçesine bağlı Yeşiloba Mahallesi’nde boş bir araziye minibüsünü koyan dede ve gelinleri burada yaşamaya başladı. "Torunum bize saldırdı" İhlas Haber Ajansı’na konuşan dede Halil Toka, "Torunum gelinimi dövüyordu. Ben de oğlum anneni neden dövüyorsun dediğimde kalktı bana vurdu, kapıları, pencereleri kırdı. Minibüsümün camlarını kırdı, bize saldırdı. Baktık ki duracak durumumuz yok, biz de buraya geldik. Gelinimden para istemiş ama para yok ki versin" dedi. "Allah böyle torunu düşman başına vermesin" Torununun şiddetinden sonra ‘ölsem daha iyiydi’ diyen dede Toka, "Üzülmedim ama ölsem ondan daha iyiydi. Kimse benim kafama bu yaşıma kadar vurmadı. Kimseyle kavga etmedim. Allah böyle torunu düşman başına vermesin. Savcılığa kadar gidip şikayetçi oldum ama yakalanmadı halen. Karşı koyamadım ona. Allah yüzünü yüzüme göstermesin. Benim artık böyle bir torunum yok" ifadelerini kullandı. "Evimiz yandı, kalacak yerimiz yok" Hülya Bağlamacı ise evleri yandıktan sonra gidecek hiçbir yerleri olmadığını söyledi. Bağlamacı, "Eşim Tarsus Cezaevi’nde biz çok perişan olduk. Benim üvey oğlum bana vururken kayınbabama saldırdı. Yaşlı adamın kafasını kırdı. Bizim oradaki evimiz yandı. Kalacak yerimiz yoktu, kaçtık buraya geldik" diye konuştu.
Kayseri Müzeler Günü’nde Büyükşehir’in müzelerine yoğun ilgi Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Memduh Büyükkılıç’ın Uluslararası Müzeler Günü’nde Büyükşehir Belediyesi’ne ait müzelerin ücretsiz hizmet vermesi talimatı üzerine vatandaşların müzelere ilgisi yoğun oldu. Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Memduh Büyükkılıç, Kayseri’deki Büyükşehir Belediyesi bünyesinde hizmet veren müzelerin Müzeler Günü’nde ücretsiz olması talimatı vererek binlerce kişiyi müzelerde konuk etti. Müzeler Günü’nde vatandaşların müzeleri gönüllerince gezebilmesi için ücretsiz olması talimatını veren Büyükkılıç’ın bu girişimi yanıtsız kalmadı. Vatandaşlar tarafından ilgi gören müzelere 1 gün içerisinde 2 bin 706 kişi ziyarette bulundu. Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Memduh Büyükkılıç, mevcut müzelerin restorasyonunu gerçekleştirirken, yeni müze projelerini de hayata geçiriyor. Yakın zamanda Veli Altınkaya Basın Müzesi’ni vatandaşların hizmetine sunan Büyükkılıç yönetimindeki Kayseri Büyükşehir Belediyesi, 6 bin yılı aşkın tarihi ile Kültepe Kaniş-Karum’dan çıkarılan tablet ve kalıntıların sergileneceği Türkiye’nin en büyük 3 bin 500 metrekare büyüklüğündeki kayadan oyma müzesini de yakın zamanda açmayı planlıyor. Öte yandan milyonlarca yıl öncesinden kalan Yamula Bölgesi’ndeki eşsiz hayvan fosillerinin sergileneceği fosil müzesini de Kayseri’ye kazandırmaya gayet gösteren Büyükkılıç, yeni dönemde de Develi’de bulunan tarihi askerlik şubesinin müze ve kütüphaneye dönüştürülmesini, Koramaz Vadisi bölgesinde Koramaz Müzesi’ni ve ticaret şehri olan Kayseri’nin ticari geçmişine ışık tutacak olan Ticaret Müzesi’ni de kente kazandıracak.
Adana Gözleriniz, hastalığınıza tanı konmasını sağlayabilir Göz Hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Selçuk Sızmaz, pek çok hastalığın ilk belirtisinin gözlerde ortaya çıktığını belirterek düzenli göz muayenesinin önemine dikkat çekti. Acıbadem Adana Hastanesi Göz Hastalıkları Hekimi Prof. Dr. Selçuk Sızmaz, görmemizi sağlayan organlar olarak gözlerin esas görevinin ışığı algılama ve ışık ışınlarının oluşturduğu enerjiyi görüntüye çevirmek üzere beyne iletmek olduğunu; bununla birlikte vücut sağlığı hakkında bilgi aktarmak olarak açıklanabilecek “yansıtma” görevini üstlendiğini söyledi. Pek çok sistemik hastalığın gözde bulgu verdiğinin altını çizen Prof. Dr. Sızmaz “Tıpkı şarkıdaki gibi gözler tüm vücudun aynasıdır. Öyle ki, bazen hastalığın ilk bulgusu gözde meydana getirdiği değişiklik olabilir. Yani, bazı hastalıklar tüm vücutta yaygın bilinen etkilerini göstermeden önce, yalnızca gözde yol açtığı değişikler ile tanınabilir. Bazen de göz bulgusunun ortaya çıkması hastalığın şiddeti ile ilgili fikir verir. Kimi durumlarda da tedaviye yanıt göz belirtileri ile takip edilebilir. Bazı ilaçların yol açtığı göz bulgusu ilacın kesilmesini gerektirebilir” dedi. Bazı çok yaygın hastalıklara bakıldığında edinilecek bilgilerden bahseden Prof. Dr. Sızmaz diyabet hastalığının gözyaşı eksikliği, katarakt ve retinada kanamalara yol açtığını; romatizmal hastalıkların gözyaşı eksikliği ve üveit adı verilen göz içi iltihabi durumlar ile birliktelik gösterebileceğini; lösemi ve lenfomalarda gözün beyaz tabakasının iltihabından, göz içi iltihaba, retina kanamalarına ve retina damar tıkanıklıklarına kadar değişen tablolar oluşabileceğini ifade etti. “Retina damarları doğrudan görülebiliyor” Hipertansiyonda hastalığın şiddetine bağlı olarak retina damarlarında daralma, çaprazlama bölgelerinde alttaki damarın ezilmesi gibi belirtilerin ortaya çıkabileceğine değinen Prof. Dr. Sızmaz “Vücutta doğrudan görülebilen tek damar sisteminin retina damarları olması gerçeği bu durumun önemini artırmaktadır. Örneğin, benzeri değişikliklerin böbrek damarlarında da meydana geldiğini; yani, hastalığın tüm vücudu etkilemeye başladığını bilmek mümkündür” diye konuştu. Kan yağlarının yüksekliğinin erken dönemde göz kapağı cildinde plak tarzı birikime, korneanın etrafında beyaz haleye, ileri dönemlerde retina damarlarında soluk pembemsi bir görünüme yol açabileceğini belirten Prof. Dr. Sızmaz orak hücre anemisinin geç dönemde retinada yeni damar oluşumları ile seyredebildiğini dile getirdi. “Beyin tümörü görme sinirinde ödeme yol açabilir” Radyasyon maruziyetinin katarakt ve retinada kanamalara neden olabileceğini anlatan Prof. Dr. Sızmaz “Meme kanseri tedavisinde kullanılan Tamoksifen etken maddeli ilaç retinada kristal depozit birikimine yol açabilir. Göze metastaz yapan tümörler retina katlarının birbirinden ayrılmasına yol açabilir. Beyin tümörleri başta olmak üzere kafa içi basınç artışı ile seyreden durumlarda optik sinir başlarında ödem gözlenir” diye konuştu. Prof. Dr. Sızmaz psikoz tedavisinde kullanılan klorpromazin, tiyoridazin gibi etken maddelerin retinada pigment birikimi ile sonuçlanabileceğini; gebelik toksemisi olarak bilinen, gebeliğin son dönemlerinde kan basıncı yükselmesi ile seyreden preeklampsi/eklampsinin retina katları arasında sıvı birikimine neden olabileceğini anlattı. “Verem ve frengiye gözlere bakarak tanı konulabilir” Ailevi olarak kalın bağırsakta polipler gelişen bir rahatsızlıkta retinada doğuştan gelen pigmente lezyonlar görülebileceğini belirten Prof. Dr. Sızmaz şunları dile getirdi: “Retinada bu lezyonun görülmesi, hastanın kalın bağırsağında kansere yatkınlık taşıyabilen polipler yönünden uyarıcı olacaktır. Bir solunum sistemi hastalığı olan sarkoidoz göz içi iltihaplanmasına yol açabilir. Oluşan iltihaplanma o kadar tipiktir ki, hastanın solunum sistemi belirtileri olmasa bile yalnızca bu göz belirtileri sarkoidoz tanısının konmasını sağlayabilir. Bağ dokusu hastalıkları olan Ehlers Danlos, Marfan sendromlarında lens yerinden oynayabilir; ileri dönemde retina tabakalarında ayrışma meydana gelebilir”. Toplumsal bir sorun olan sarsılmış bebek sendromunun da retinada yol açtığı kanamalar ile kolaylıkla tanınabileceğini sözlerine ekledi. Bu en sık görülen örnekler dışında bazı durumlarda verem, frengi başta olmak üzere pek çok enfeksiyona da yalnızca göz bulgusu ile tanı koymanın mümkün olduğuna işaret eden Prof. Dr. Sızmaz bütün bunlar nedeniyle düzenli göz muayenesi yaptırılmasını tavsiye etti.
İstanbul 79 yıl sonra ibadete açılan Kariye Camii’nde kayıp Osmanlı eserleri Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi ile birlikte müzeye dönüştürülen Kariye Camii 79 yıl sonra aslına çevrilirken, ibadethane içerisinde Osmanlı’dan kalan 4 asırlık minber, vaiz kürsüsü, şamdan, kandil ve hat eserlerinin kayıp olduğu öğrenildi. Konuya ilişkin açıklama yapan Sanat Tarihi Uzmanı ve Kariye Camii Bilim Kurulu Üyesi Hayri Fehmi Yılmaz, “Uzun süre müze olarak kullanılan yapıda maalesef minber, vaiz kürsüsü, duvarlarındaki yazı levhaları, şamdanlar ve kandiller kaybolmuş. Yapının mimari aksamı eski fotoğraflardan tespit edilebiliyor. Restorasyon sürecinde bunlarla ilgili de çalışmalar yapıldı. Minber en son Molla Zeyrek Camii’nde görülmüş, fotoğrafları var. Ama ondan sonrasını takip edemiyoruz. Eski fotoğraflardan yola çıkarak bunların yenileri üretildi. Vaiz kürsüsü ve minber yeniden üretilerek caminin içerisine yerleştirildi. Yazı levhalarına henüz ulaşılamadı. Belki bir gün, bir müzemizden onlara ulaşacağız ” dedi. Fatih’te bulunan 6’ıncı yüzyılda Kariye Kilisesi olarak inşa edilen bina, İstanbul’un fethinden sonra 1509’da Sultan 2. Bayezid’in sadrazamlarından olan Atik Ali Paşa tarafından camiye çevrildi. Tarihi yapı, "Atik Ali Paşa Camii" veya "Kariye Camii" olarak anılmaya başlandı. Bakanlar Kurulu’nun 2 Ağustos 1945’te aldığı kararla müzeye çevrilen Kariye Camii, 2020 yılında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kararıyla Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredildi. Restorasyon işlemleri devam ederken Kariye Camii, müze olarak ziyarete açık tutuldu. Restorasyonun bitmesinin ardından 79 yıldır müze olarak kullanılan Kariye Camii ibadete açıldı. Öte yandan Kariye Camii’nin müzeye çevrildiği esnada Osmanlı’dan kalan 4 asırlık minber, vaiz kürsüsü, şamdan, kandil ve hat eserlerinin kayıp olduğu öğrenildi. Tarihi camideki restorasyon esnasında minber ve vaiz kürsüsü eski fotoğraflardan tespit edilerek yeniden üretildi. İbadete açılan tarihi camiye yeniden üretilen minber ve vaiz kürsüsü yerleştirilirken diğer kayıp olan Osmanlı Cihan Devleti’ne ait eserlerin bulunması bekleniyor. “Muhteşem anıt Bizans’ın son dönemi boyunca yaşadı” Kariye Camii’nin tarihi hakkında bilgi veren Sanat Tarihi Uzmanı ve Kariye Camii Bilim Kurulu Üyesi Hayri Fehmi Yılmaz, “Kariye Camii oldukça ilginç bir anıt. İstanbul’daki bu çok katmanlı, çok kültürlü anıtların güzel bir örneği. Bizans devrinde çok erken bir çağda bazı anıtların inşa edildiği söyleniyor. Fakat bunun tam detaylarını bilmiyoruz. Mevcut binanın etrafında 6. yüzyıla ait bazı kalıntılar var. 6. yüzyıldan beri yapılaştığı anlaşılıyor ama bugün gördüğümüz bina 11. ve 12. yüzyılda inşa edilmiş. 14. yüzyılda Theodoros Metokhites isimli bir Bizanslı yapıyı yeninden ayağa kaldırmış. Birçok ek ilave etmiş. Neredeyse üç tarafına binalar eklemiş. 1204 - 1261 yılları arasında Haçlılar İstanbul’u işgal edip buradaki birçok anıtı tahrip etmişti. Bizanslılar, başkentlerini 1261 yılında geri aldıktan sonra birçok anıtı harap olmuş halde bulmuştu. Muhtemelen Kariye Camii olan Hora Manastırı da harap olmuştu. Theodoros Metokhites tekrar burayı adeta muhteşem bir anıt olarak inşa etti. Eski kalıntıların üzerinde 14. yüzyıl yapısı. İçerisi çok zengin mozaik ve fresko tekniğinde resimlerle ve tasvirlerle bezendi. Bu muhteşem anıt Bizans’ın son dönemi boyunca yaşadı” dedi. “Atik Ali Paşa kendisinin dönüşümü gibi bir manastırı, camiye çevirmiştir” Hora Kilisesi’nin, Kariye Camii’ye çevrilmesi sürecini anlatan Yılmaz, “İstanbul’un fethinden sonra manastır bir süre bakımsız kalmış. 1509 yılından hemen önce Atik Ali Paşa tarafından cami haline getiriliyor. Atik Ali Paşa’nın kendisi de devşirmedir. Bosnalıdır. Kendisinin dönüşümü gibi bir manastırı, camiye çevirmiştir. Daha sonra bu yapı 450 yıl boyunca İstanbullulara cami olarak hizmet etmiştir. Çok ilginçtir bu yapıyı 16.- 17. yüzyılda ziyaret edenler hem yerli hem de yabancılar, 17. yüzyılda Evliya Çelebi Seyahatnamesinde çok sanatlı bir cami olarak bahsediyor. Ziyaretçilerin çoğu bazı mozaik ve freskoların açık olduğunu anlatıyor. Yapı hiçbir zaman tamamen çimentolarla kapatılmamış. Onu ziyaret edenler tabii bugünkü gibi değil ama resimlerin bir kısmını görebilmişler. 19. yüzyılda bu daha da artmış. Elimizde çok ilginç kayıtlar var. Yapı cami olarak kullanıldığı dönemde 1870’lerde biraz bakım yapılmış. O süreçte mozaikler ve freskolar temizlenip açılmış ki yapıyı ziyaret edenlere Hoca Efendi, Fransızca bunları anlatırmış. Bunlar 1910 ve 1917’den birçok kaynakta anlatılıyor. İstanbul’un ilginç hatıralarından biri” ifadelerini kullandı. “Uzun süre müze olarak kullanılan yapıda, minber, vaiz kürsüsü, duvarlarındaki yazı levhaları gibi aksamlarının bir kısmı kaybolmuş” Kariye Camii’nin müzeye çevrildiğinde içerisindeki Osmanlı Cihan Devleti eserlerinin kaybolduğunu ifade eden Yılmaz, “1945’te bir anıt olarak ilan edilmesine karar verilmiş. 1934 yılında Ayasofya, müzeye çevrilince Bizans devri anıtlarına da farklı projeler geliştirilmiş. Thomas Whittemore, Ayasofya’nın müzeye çevrilmesinde çalışan kişidir. 1947 yılında Kariye Camii’nde çalışmaya başlamış. 1958’e kadar sürecek uzun bir süreç içerisinde müze olarak yeniden restore etmişler. Mozaik ve freskoların tamamı açılmış. Bakımı ve restorasyonu yapılmış. Mozaik ve freskoların tamamının korunduğu tespit edilmiş. İslam kültürü hele de ibadethane de figür istemez. Ama bu yapının içerisinde hiçbir mozaik ve freskoya kasıtlı bir tahribat izi görülmemiş. Bu bence çok önemli. Dolayısıyla bugüne kadar sağlam olarak ulaşılabilmiş. Mozaik ve freskolarda hiçbir tamamlama yapılamamıştır. Bizans devrinin üslubunu, bütün detaylarını orada görebiliyoruz. Uzun süre müze olarak kullanılmış. Maalesef bu süreç içerisinde yapının minber, vaiz kürsüsü, duvarlarındaki yazı levhaları gibi aksamlarının bir kısmı kaybolmuş. 2020 yılında bir kararname ile cami haline getirilmesine karar verildi. Bu aslında 1509 yılında başlayan bir süreç. 2012’den bu yana restore edilen yapıda, iki periyoduna da hem Bizans hem de Osmanlı, hem Hristiyan hem de İslam dönemine ait günümüze ulaşmış bütün miras sonuna kadar saygıyla karşılandı. Osmanlı devrinin sonunda, cami olarak kullanıldığı süreçte olduğu gibi girişteki iki hol bölümü Bizans devrinde narteks, Osmanlı döneminde son cemaat dediği bölümleri yine halı kaplı değil. Orada yine ziyaretçiler pabuçla gezilebiliyor ve mozaiklerin büyük çoğunluğu orada. İbadet edilen asıl bölüm ise Bizans devrinden kalan üç sahne var. Onlar da perdeyle kapatılmış durumda. Osmanlı devrinde de bunlar ahşap kepenkle kapatılıyordu. Dolayısıyla ziyaretçiler yapıyı hem ziyaret edebiliyorlar hem de ibadet edebiliyorlar. İstanbul çok keyifli bir hatıra kazandı” şeklinde konuştu. “Eski fotoğraflardan yola çıkarak vaiz kürsüsü ve minber yeniden üretilerek caminin içerisine yerleştirildi” Kariye Camii’nin restorasyonunda Osmanlı eserlerinden vaiz kürsüsü ve minberin yeniden üretilerek yerleştirildiğini söyleyen Hayri Fehmi Yılmaz, “Yapının Osmanlı dönemindeki mimari aksamının kaybolduğunu söylemiştim. Yapının mimari aksamı eski fotoğraflardan tespit edilebiliyor. Restorasyon sürecinde bunlarla ilgili de çalışmalar yapıldı. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün arşivi ve müzeleri bu konuda takip edildi. Maalesef onlara ulaşamadık. Minber en son Molla Zeyrek Camii’nde görülmüş, fotoğrafları var. Ama ondan sonrasını takip edemiyoruz. Eski fotoğraflardan yola çıkarak bunların yenileri üretildi. Vaiz kürsüsü ve minber yeniden üretilerek caminin içerisine yerleştirildi. Yazı levhalarına henüz ulaşılamadı. Belki bir gün, bir müzemizden onlara ulaşacağız. İnşallah şamdanları, kandilleri vs. yeniden camiye döner ve caminin o şık dekorasyonu da görülür. Böyle olursa bana çok etkileyici geliyor. Hem Hristiyan resim sanatının şaheseri diyebileceğimiz eserler izlenebilecek hem de şimdiki harim bölümünde yazı levhaları yeniden yerine gelirse bu sefer İslam’ın hat sanatının örnekleri de izlenebilecek. Böylece cami çok katmanlı dünyasına yeni bir zenginlik kazanacak” diye konuştu.