1953 yılında Kore Savaşında görev yapan Astsubay Nurettin Ebil, savaşta ailesini kaybetmiş ve çöpten ekmek toplayan bir erkek çocuğu buldu. Çocuğu, Türk askerlerinin bulunduğu birliğe götürüp karnını doyuran ve üstüne birlikte bulunan en küçük kıyafeti diktiren Ebil, savaşta oldukları için küçük çocuğa Savaş ismini verdi. Zaman içinde birlikteki askerlerden Türkçe öğrenen Savaş, Ebil’e tercümanlık yaptı. Astsubay Ebil, ailesi aklına geldiği zaman ağlayan Savaş ile ağladı, ona babalık yaptı. Nurettin Ebil’in Kore Savaşındaki görevi 1953 yılında sona erdi. Savaş’ı da Türkiye’ye getirmek için uğraştı ancak yetkililerden izin alamadı. Türkiye’ye dönen Nurettin Ebil, Savaş ile 6 ay boyunca mektuplaştı. Savaş mektubunda ‘Beni buradan ne zaman alacaksın?’ diye sorsa da Ebil’in elinden bir şey gelmedi. Bir süre sonra Savaş ile irtibatını kaybeden Ebil, Güney Kore’nin daveti üzerine 2007 yılında Kore’ye gitti. Cebine Savaş’ın fotoğrafını ve mektuplarını da koyan Ebil, Büyükelçiliğin verdiği yemekte Savaş’ı bulmak için yetkililerden yardım istedi ancak bulamadı.
1927 doğumlu olan Nurettin Ebil, 1953 yılında Kore Savaşında yaşadıklarını ise şöyle anlattı:
“Sanat Enstitüsünden mezun olduktan sonra askeriyeye gittim ve okulu bitirdikten sonra üst çavuş olarak çıktım. 1952 yılında Kore’ye tayinim çıktı. 1953 yılının Haziran ayında İzmir’den vapura bindik ve bir ay süren yolculuktan sonra Kore’nin Busan limanına indik. Daha sonra trene bindik ve Kumkale Cephesine intikal ettik. Orada mühimmat deposunu teslim aldım. Mühimmatlar, patlamaması için kum torbalarının içine konmuştu. Bizim bağlı bulunduğumuz cephanelik Amerikalılara ait 63 numaralı cephanelikti. İkmali ben oradan sağlıyor, birliklerin ihtiyacına göre mühimmat dağıtıyordum. Mühimmatı alacağımız yerde muazzam ateş oluyordu. Kumkale Cephesi, düşmanla bizim aramızda 12 metre mesafenin olduğu bir cephe. Bu 12 metre mesafenin ortası çukur. Hiç kimse taarruz edemiyor. O cephe düşman içinde bizim içinde iyiydi. Çünkü taarruz edilmiyor.”
“Amerikalı kendisine tabanca çektiğimi zannedince kaçtı”
Daha sonra Vegas Cephesine gittiğini söyleyen Ebil, cephede yaşadıklarını şöyle özetledi:
“Vegas Cephesi, taarruz edilecek oynak bir cephe. 1953 senesinin Mayıs ayında Türklere hoş geldin dediler ve taarruz ettiler. Bölgede bulunan ay şeklindeki tepe bir onlara geçti, bir bizlere. Mühimmat ikmalini yapmak için oto bölüğünden taşıyıcıları da yanıma alarak hemen arabaya bindim ve bizim bağlı olmadığımız, Amerikalılara ait olan depoya gittim. Çünkü bizim bağlı olduğumuz depo çok uzakta ve oraya gidersem tugay mahvolurdu. Depoya gittiğimde Amerikalı yetkiliye mühimmat almaya geldiğimi söyledim ancak bana 63 numaralı cephane deposundan almam gerektiğini söyledi. Bende, ‘Oraya gidersem tugaya mühimmat yetişmez, yetişmediği için de cephedeki insanlar mahvolur’ dedim. İngilizce bilmediğim için durumu anlatamadım, işaretle anlatmak için tabancayı çıkarmamla birlikte cephanelikte bulunan Amerikalı depodan çıktı gitti. Bende çaresiz kalınca oto bölüğündeki taşıyıcılara ‘her istife bir araba yanaşsın ve mühimmatları yükleyin’ dedim. Bu halde ikmali yaptım, cepheye telefonla bağlandım ve cephenin istediği mühimmatı elime geçtikçe gönderdim. 36 saat muazzam bir taarruz oldu. 36 saat zarfında 300’ü şehit, 150’si yaralı 450 zayiat verdik. Yaralı olup da alamadıklarımız oldu. Hastalık olmasın diye 2 gün sonra yukarıdan uçakla yangın bombası atarak yaktılar. Bizden yaralı olanlarda yandı onların içinde. Ben bunları görünce kendimden geçtim. Ölenlerin yerine bando çalan arkadaşları tayin ettiler. Harp mi yapacaklar? İstikam birliğini olduğu gibi cepheye gönderdiler. Biz yaklaşık 450 zayiat verdik ama onlar binlerce zayiat verdi. Sabah erkenden bir tercüman, bir hakim, bir kurmay başkanı ve deponun komutanı olan albay yanıma geldi. Durumu onlara da anlattım. Tabanca çekmediğimi anlayınca oradaki depo komutanı hemen benim sırtımı okşadı ve gülmeye başladı. Daha sonra bana madalya verdiler. Mühimmatı sağlayamasaydım eğer tugay teslim olurdu. O gece tepe 12 defa el değiştirdi. 4 gün boyunca yemek yemedim. Benim İngilizce bilmemem, tarif edeceğim diye adamın kaçması tugayı kurtardı.”
“Savaşta olduğumuz için ismini Savaş koydum”
Cephaneliğin orada çöplerin bulunduğu yerden yiyecek toplayan bir çocuğu görmesi üzerine yanına gittiğini ifade eden Ebil, “Burada ne arıyorsun diye sordum. Annesi ve babasının öldüğünü, karnının aç olduğunu ve yemek aradığını söyledi. Çocuğu yanıma aldım, yemek verdim, karnını doyurdum. ‘Benim yanımda kalır mısın?’ diye sordum. ‘Kalırım’ dedi. Çocuğu yanıma aldım ve savaşta olduğumuz için çocuğun ismini Savaş koydum. Üstü başı berbat halde olduğu için en küçük elbiseyi üstüne göre diktirip, giydirdik. Yara almıştı, omzunun içinde parça vardı. Zamanla Savaş askerlerden Türkçeyi öğrendi. Daha sonra da bana tercümanlık yaptı. Yanımda 6 ay durdu. Annesi, babası aklına geldiği zaman ağlardı. Bende onunla birlikte oturup ağlardım. Haline çok üzüldüm. Görevim bittiği zaman Savaş, ‘beni de götür, burada durmayım’ dedi. Götürmem yasak olduğu için ‘Sen burada dur mektuplaşalım’ dedim. O ağladı, ben ağladım. O derece birbirimize bağımlı kaldık. Ayrılmak çok zor olduğu gibi birbirimize mektup yazıyorduk. 6 ay boyunca mektuplaştık. Savaş mektubunun birinde, ‘Beni buradan ne zaman alacaksın, niye beni götürmedin, sen benim babam yerinde birisin’ diyordu. Türkiye’ye döndükten sonra Savaş’ın tugayda tercümanlık yaptığını öğrendim” ifadelerini kullandı.
“Kore’ye gidip aradım ama bulamadım”
2007 yılında Güney Kore’den gelen davet üzerine cebine Savaş’ın fotoğraflarını ve mektuplarını da koyarak Kore’ye giden Nurettin Ebil, “Kore’ye gittiğim zaman elçilik bize yemek verdi. Orada bir görevli vardı. Savaş’ı anlattım, fotoğraflarını gösterdim, durumunu sordum. Ancak bulamadım. Savaş’ın bende özlemi çok fazla. Çünkü Savaş ağladığı zaman bende ağlıyordum. O derece birbirimize bağlıydık. Savaş şimdi karşıma çıksa, bu kapıdan içeri girse ben bayılırım. Hükümetimiz Savaş’ı bulursa çok memnun olurum. Savaş bana mektup yazsın bende ona mektup yazarım” dedi.
Şükran Ebil: “Kore’den döndükten sonra uzun süre toplayamadı”
Nurettin Ebil, Türkiye’ye döndükten sonra Kore Savaşında yaşadıklarını uzun süre unutamadı. Nurettin Ebil’in karısı Şükran Ebil, yaşadıkları sıkıntıları şöyle anlattı:
“Gece bağırarak, sıçrayarak uyanıyordu. Ben de daha çocuğum, 16 yaşında evlenmişim, korkuyordum. Uyandırıyordum, bir şey mi oldu diye soruyordum. ‘Ben kendimi çadırda hissediyorum, sağıma soluma bombalar düşüyor’ diyordu. Bu yıllarca devam etti.”
Albümleri karıştırırken Amerikan askerleri tarafından düzenlenen eğlencelerde çekilen fotoğraflar ile Savaş’ın fotoğraflarını gördüğünü ve şaşırdığını söyleyen Şükran Ebil, “Sanatçıların olduğu bütün fotoğrafları kıskandığım için yırttım. Yırttığımı öğrenince çok üzüldü ve ‘o benim büyük bir hatıramdı’ dedi. Şimdi düşündükçe yırttığım için çok üzülüyorum. 64 yıllık evliyiz. Benim arkadaşım, annem, babam, eşim, her şeyim oldu. İlk defa gurbete çıkmıştım. Yemek yapmayı bilmiyordum, ablama mektup yazıp yemek tarifi istiyordum. İşten eve gelince beraber mutfağa geçer yemek yapardık. Çocuk yaşta evlendiğim için ‘hadi gel 5 taş oynayalım’ derdim. O da bana uyardı beraber 5 taş oynardık, saklambaç oynardık evin içinde. En çok ben yeniyordum” diye konuştu.
İlker Turak - Ömer Çetin