GÜNDEM - 06 Mart 2014 Perşembe 09:40

Kırkıncı Hoca'dan Fethullah Gülen'e ‘müsbet hareket’ çağrısı

A
A
A
Kırkıncı Hoca'dan Fethullah Gülen'e ‘müsbet hareket’ çağrısı

Mehmet Kırkıncı Hocaefendi, son günlerdeki Cemaat hükümet tartışmaları üzerine talebesi olan Fethullan Gülen'e "müsbet hareket" çağrısında bulundu.

Devlete itaat etme üzerinde duran Kırkıncı Hocaefendi, Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinden örnek verdi. Kırkıncı Hocaefendi, "Maruz kaldığı o kadar zulüm ve işkencelere rağmen, Bediüzzaman hiçbir zaman devlete zarar verecek en ufak bir harekette bulunmamış, menfi hareket düşüncesinde olanlara da her zaman karşı çıkmıştır" dedi.

MUHABBET FEDAİLERİ
Mehmet Kırkıncı Hocaefendi'nin açıklaması şöyle:
"Son zamanlarda, bazı dış mihrakların milletimizin birlik ve beraberliğini bozmak ve milletimizin bir kesimini devletle karşı karşıya getirmek gibi dehşetli bir plan kurduklarına ve bunu kademeli olarak uygulamaya koyduklarına şahit oluyoruz. Milletimizi birbirine düşman etmek ve ülkemizi yıllarca geri götürmek emeliyle hazırlanan bu oyuna gelinmemesi için “ittihat, asayişi muhafaza ve devlete itaat” konularında bazı hakikatleri hatırlamamız bir zaruret haline gelmiştir. Konuya Üstad Bediüzaman Hazretlerinin şu cümlesi ile başlamak istiyorum:

“Bizler muhabbet fedaileriyiz husumete vaktimiz yoktur.” “Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizaçkârâne ittihad gittiği vakit, mânevî, hayat da gider.” buyuran Bediüzzaman Hazretleri, hayatı boyunca daima âlem-i İslâm’ın ittihadına, milletin birlik ve beraberliğinin muhafazasına çalışmış, her zaman asayiş ve huzurdan yana olmuş, talebelerini; “Asayişin manevî bekçileri” olarak tavsif etmiş, onlara her zaman sabrı ve müspet hareketi tavsiye etmiştir. Bediüzzaman Hazretleri’nin vefatından kısa bir zaman önce umum Nur Talebelerine vermiş olduğu, kendisinin de hayatı boyunca titizlikle tatbik ettiği en son dersi ‘Müspet Hareket.’ olmuştur. Üstad, bu dersiyle Nur Talebeleri’nin her türlü menfi cereyanlardan şiddetle kaçınmalarını tavsiye etmiştir. Üstad Hazretleri bir vasiyetname mahiyetinde olan bu en son dersinde şöyle buyurmaktadır: “Bizim vazifemiz müsbet harekettir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı ilâhiye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır. Vazife-i ilahiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde; her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz...

"BU KUVVET ASAYİŞİ MUHAFATA ETMEK İÇİNDİR"
Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, asayişi muhafaza etmek içindir. Harici tecavüze karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünkü düşmanın malı, çoluk-cocuğu ganimet hükmüne geçer. Dahilde ise öyle değildir. Dahildeki hareket müsbet bir şekilde manevî tahribata karşı manevî ihlâs sırrı ile hareket etmektir. Hariç’teki ci-had başka, dahilde cihad başkadır. Şimdi milyonlar hakiki talebeleri Cenâb-ı Hak bana vermiş. Biz bütün kuvvetimizle dahilde ancak asayişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz. Bu zamanda, dahil ve hariçteki cihad-ı mâneviyedeki fark pek azimdir. Biz dünyaya bakmıyoruz. Baktığımız vakit de onlara yardımcı olarak çalışıyoruz. Asayişi muhafazaya müsbet bir şekilde yardım ediyoruz. Hem dahildeki cihad-ı manevî; manevî tahribata karşı çalışmaktır ki, maddî değil manevî hizmetler lâzımdır. Onun için ehl-i siyasete karışmadığımız gibi, ehl-i siyaset de bizimle meşgul olmaya hiçbir hakları yok!...”

Bediüzzaman Hazretleri hem küfür ve dalalete, hem de her türlü bozgunculuğa, anarşiye ve bölücülüğe karşı ilmî ve fikrî bir mücadele vermiş, iman ve Kur’an hizmetini her şeyin fevkinde görmüş, davası uğrunda yirmi sekiz sene hapis yatmış, defalarca zehirlenmiş, bütün bunlara rağmen “Saçlarım kadar başlarım olsa, hergün birini kesseniz hakaik-i Kur’aniyeye feda olan bu baş, zınkıya boyun eğmeyecek” diyerek davasındaki kararlılığını ortaya koymuştur. Bununla beraber, talebelerini, devlete ve hükümete karşı fiilî mücadeleden şiddetle men etmiş, hakkını daima kanuni yollardan müdafaa yoluna gitmiştir. Nitekim âdil hâkimler her seferinde onun ve talebelerinin masumiyetlerini tescil etmişler, hizmetinin devlete ve millete hiçbir zararının olmadığını, bilakis asayişin teminine büyük faydası dokunduğunu kaziyye-i muhkeme hâlinde tespit etmişlerdir.

"EN KÖTÜ DEVLET DEVLETSİZLİKTEN BİN KAT DAHA İYİDİR"
Bilindiği gibi, devlet bir şahs-ı manevidir. Şüphesiz en kötü bir devlet, devletsizlikten binler kat daha iyidir. Devleti olmayan ve başka devletlerin esareti altında inleyen milletlerin perişan ve sefil halleri herkesin malumudur. Vatanı olmayanın evi, barkı ve mülkü olmaz, namusu tarumar olur. Millet ile vatan, ruh ve ceset gibidir. Devletsiz, vatansız bir millet yetim; milletsiz vatan da harabe bir ev gibidir. İnsanın en esaslı vazifelerinden birisi de vatanını sevip sevdirmesi ve ona gereken hizmeti yapmasıdır. Çünkü devlet ve vatan, Cenab-ı Hakk’ın bizlere ihsan ettiği büyük nimetlerdir. Vatanı sevmenin sayısız sebepleri vardır. O, bizim şefkatli ve sevgili validemiz, bizler onun kıymetini bilen ve ona can feda eden hürmetkâr evlatlarıyız. Din, can, mal, namus ve evlat vatan ile muhafaza olunur. Kendi menfaatlerini vatanın ve milletin menfaatine tercih eden bir kimse vatan ve milletine ihanet etmiş olur. Vatan; tahassungâhımızdır, evimizdir ve ibadethanemizdir. Bu dünyanın nimetlerini o hanede kazandığımız gibi, cenneti ve ebedî saadetimizi de yine orada kazanacağız. Vatan cennetin bir salonudur.

Bunun içindir ki, “Vatan sevgisi imandandır.” denilmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) vatanını pek ziyade severdi. Düşmanları kendisini Mekke-i Mükerreme’den çıkarttıkları gün; “Ne yapayım? Ben seni çok seviyorum, ama düşmanlarım beni senden çıkarttılar.” diye teessürünü ifade etmiştir. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) yanında vatandan bahsedildiğinde mübarek gözleri yaşla dolardı. Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi: “...Memleket dahi bir hanedir ve vatan dahi bir millî ailenin hanesidir.”[3] Bu hane içinde büyümüş, ilim ve irfandan nasibini almış vatanperver, şuurlu bir insanın hayatı boyunca bu nimete karşı şükretmesi dinî ve vicdanî bir borçtur. Bediüzzaman Hazretlerinin buyurduğu gibi: “Madem ben de bu vatanın bir evlâdıyım, bu vatanın saadetine hizmet etmek benim için farzdır.”[4]

Topraklarımızın her karışı binlerce şehidin kanıyla yoğrulmuştur. “Bastığımız yerleri toprak diyerek geçmememiz, altında binlerce kefensiz yatanı düşünmemiz gerekir.” Evet, vatan muhabbeti ve onu muhafaza gayreti olmasa, memleketler harap olur, viraneye inkılap eder. Milleti ise esarete mahkûm olur. Vatanlarını muhafaza edemeyen milletler tarihten silinmişlerdir. Hamiyetperver her bir insan, vatanına, milletine, devletine faydalı bir fert olmak için gayret etmekten büyük bir zevk alır. Vatan ve milletini ve onun ihtiva ettiği ulvi değerleri, kara sevdalı bir âşık gibi sevmeyen bir insan veya bir millet izmihlale mahkûm olur. Bir insanın ailesine karşı fedakârlığı bir ise, devletine ve milletine karşı bin olmalıdır. Evet, “...Kimin himmeti milleti ise o tek başına bir millettir.”[5] Büyük bir âlicenaplık ve fedakârlık yaparak bize meziyetli bir tarih ve eşsiz bir miras bırakan necip ecdadımızı tazim etmek ve onlara layık bir nesil olmak vicdanî borçlarımızdan biridir. Asırlarca cihana medeniyette örnek olan, cesur, dirayetli, metanetli ve adaletli bir milletin gençlerini cehalet, cebanet, sefahet gibi ahlak-ı rezileden muhafaza etmek, onları millî ve manevi değerlerine bağlı, vatanperver, âlicenap, şecaatli ve edepli olarak yetiştirmek elzemdir.

"DİNİMİZDE VATANA HIYANET ETMEK, DEVLETE KARŞI AYAKLANMAK VE FİTNE ÇIKARMAK KESİNLİKLE YASAKTIR"
Dinimizde vatana hıyanet etmek, devlete karşı ayaklanmak ve fitne çıkarmak kesinlikle yasaktır. Bir ayette mealen şöyle buyurmaktadır: “Fitne katilden daha şiddetlidir.”[6] Başka bir ayette ise şöyle buyrulur: “Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet onlardan biri, hâlâ (Allah’ın hükmüne boyun eğmeyip) ötekine saldırırsa, Allah'ın emrine dönünceye kadar (bu) saldıran tarafla savaşın. Eğer (Allah’ın emrine) dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah, âdil davrananları sever.”[7] Bu ayette geçen “baği” kelimesi, anarşi çıkarmak, isyan etmek ve haddi tecavüz anlamlarına gelmektedir. Ancak, devlet yöneticilerinden farklı düşündüğü hâlde isyana teşebbüs etmeyen kimseye dokunulmaz. Çünkü “İtaat etmemek başkadır, isyan etmek daha başkadır.”

Başta Peygamber Efendimiz (s.a.v.) olmak üzere, bütün ehl-i sünnet âlimleri, devlete itaat edilmesi üzerinde ısrarla durmuş ve isyanı kesin olarak yasaklamışlardır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) adaletle hükmetmeyen devlet reislerine dahi isyan etmeyi yasaklamıştır. Devlet idarecilerine itaatin ehemmiyeti mükerreren teyit edilmiş, milletin birlik ve beraberliğini bozacak her türlü faaliyet İslam dininde men edilmiştir. Vatanın ve milletin muhafazası, namus ve iffetin hıfzı, mal ve canın emniyeti hep devletin varlığı ve devamı ile kaim olduğu için, Hz. Peygamber (s.a.v.) itaatin ehemmiyeti üzerinde ısrarla durmuş, Müslümanları her türlü isyan ve bozgunculuktan, nifak ve şikaktan şiddetle men etmiştir. İtaatteki hikmet ve maslahatı kavramayan nice milletler, Cenab-ı Hakk’ın en büyük ihsanlarından biri olan “devlet” nimetini ellerinden kaçırmışlar; birlik ve bütünlüklerini, istiklaliyetlerini muhafaza edememişlerdir. Tarih bunun acı misalleriyle doludur. Bunun içindir ki, Müslümanların birlik ve beraberliği yolunda, vatanın ve milletin bekası uğrunda feda-yı can eden, ittihad-ı İslam’ın öncüsü ve sevdalısı olan Yavuz Sultan Selim Han şöyle der: İhtilâf ü tefrika endişesi, Kûşe-i kabrimde hattâ bikarar eyler beni; İttihatken savlet-i a’dayı def'e çaremiz, İttihad etmezse millet, dağıdar eyler beni...”[8] Bugün bütün âlem-i İslam’ın kalbini derinden yaralayan ve vicdanlarını sızlatan Filistin, Suriye ve Mısır’da yaşanan elim hadiseler hep ihtilaf ve tefrikanın neticesidir. Peygamber Efendimiz (sav) müminlerin huzur ve sükûnuna, birlik ve beraberliğine büyük ehemmiyet vermiş, umumi asayişin devam etmesi için, devlet reislerinden gelebilecek zulüm ve baskılara karşı ümmetinin isyan etmeyip, tahammül göstermelerini tavsiye etmiştir. Hz. Huzeyfe’den nakledilen bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Benden sonra benim doğru yolumdan gitmeyen ve benim sünnetimle amel etmeyen hükümdarlar olacaktır.” buyurdular.

Bunun üzerine sahabeden biri: “Ben buna yetişirsem ne yapayım, ya Resulallah?” diye sordu.Allah Resulü (s.a.v.): “Dinler ve itaat edersin. Sırtın dövülse ve malın alınsa bile dinle ve itaat et”, diye buyurdular.”
Resulullah Efendimizin (s.a.v.) ümmetine, devleti idare edenlerden gelecek haksızlık ve zararlara sabırla mukabele tavsiyesi, onları zulme boyun eğmeye davet değil; bilakis isyan yoluyla, devlet ve milletin bütünlüğünü zedeleyecek daha büyük zulüm ve zararlardan kaçındırmak hikmetine mebnidir. Malumdur ki, Kur’an-ı Azimüşşan, değil zulüm yapmayı, zulme edna bir meyil ve rıza göstermeyi bile şiddetle yasaklamıştır. Bu bakımdan, Peygamber Efendimizin (s.a.v.), zalim idarecilere itaat emrini, zulme razı olmak değil, zulmün büyümesine mani olmak şeklinde anlamak lazımdır. Bu emir, zulmün def’ine çalışmamak şeklinde de telakki edilmemelidir. Zira, zulmü giderecek çeşitli fırsatlar ve uygun yollar itaat içinde de bulunabilir. Ancak bütün çabalara rağmen, meşru bir çare bulunmazsa cüz’i ve şahsi hukukunu umumun selametine, ammenin menfaatine feda etmek idrak sahibi her Müslüman’dan beklenen olgun bir davranıştır. İbn-i Abbas’dan (ra.) rivayet edilen başka bir hadis-i şerifte ise şöyle buyrulur:

“Bir kimse herhangi bir emirin yapmış olduğu zararlı bir şeyi görürse sabretsin (isyan etmesin). Çünkü her kim devlet başkanından (itaatten) bir arşın ayrılırsa cahiliyet ölümü ile ölür.” Hadis Profesörü Kâmil Miras bu hadisi şöyle açıklamaktadır: “Vahiy ile müeyyet olan Peygamberimiz (s.a.v.) amme velayetini taşıyan bir kısım amirlerin gayr-i meşru hareketlerde bulunacaklarını nübüvvet nuruyla görüyor ve biliyordu. Bu vaziyet karşısında Müslümanlara sabır ve sükûn ile hareket etmelerini ve bozgunculuktan kaçınmalarını vasiyet ediyordu.” Diğer bir hadis-i şerifte ise şöyle buyrulur: “Sizden her kim bir münkeri (kötülük) görürse onu eliyle düzeltsin. Eğer ona muktedir olamazsa diliyle, diliyle de yapamazsa ona kalbiyle (buğz etsin); bu da imanın en zayıf derecesidir.”

"BİR KÖTÜLÜĞÜ KUVVET KULLANARAK DEFETMEK DEVLETİN VAZİFESİDİR"
Bu hadis-i şerif Feteva-i Hindiye’de şöyle izah edilmiştir: Bir kötülüğü kuvvet kullanarak defetmek devletin vazifesidir. Zira kuvvet kullanmak salahiyeti ferdin değil, devletindir. Dil ile düzeltmek, yani tebliğ vazifesini yapıp insanları irşat etmek âlimlerin vazifesi, kalben buğz etmek de avam-ı nasın görevidir. İslâm dini, sultana, devlet reisine ve idarecilere itaati emretmekle beraber, bu itaati mutlak da bırakmamıştır. İtaat ancak “Allah’ın emirlerine isyanı gerektirmeyen konularda” söz konusudur. Bu hususta pek çok hadis-i şerif vardır. Bunlardan bazılarını takdim edelim: Übade bin Sâmit, Resulüllah’ın (s.a.v.) kendilerini davet ederek şu manada biat aldığını haber vermektedir: “Emirlerinize (idarecilerinize, kumandanlarınıza) hem neş’eli, hem de kederli zamanlarınızda, hatta emirleriniz kendi nefislerini sizin nefisleriniz üzerine tercih etseler dahi onları dinleyecek ve itaat edeceksiniz. Ancak emirlerinizin açık bir küfrünü görmeniz ve onların küfrü hakkında yanlarınızda Allah’ın kitabında kuvvetli delil olması hâlinde, onları dinlemeyeceksiniz” Nevevî bu hadisi şerh ederken şöyle der:“Yöneticilerle yönetim işleri hususunda münakaşa etmeyiniz. Ve onlara o konuda itiraz etmeyiniz. Ancak onlardan sarih küfür ve kesin bir münker görürseniz bunu inkâr ediniz. Yâni, kabul etmeyiniz ve hakkı, münasip bir dil ile söyleyiniz. Fasık ve zalim olsalar bile, onlara karşı ayaklanmak ve onlarla savaşmak tüm ulemanın icmaı ile haramdır.” Evet münkeri işleyen bir idareciye hakkı söylemek bir vazife olduğu gibi; onlara karşı ayaklanmamak da vatan ve millet namına en mühim bir vazifedir. Zira böyle bir isyan hareketinden ancak iç ve dış düşmanlar fayda görecekler, birçok masumların kanı dökülecektir.

Devletin Nizam ve İntizamı İtaate Bağlıdır. Mazide yaşanan elim hadiseler, istikbale ışık tutan parlak bir aynadır. Tarihte cereyan eden olaylardan milletlerin alacakları pek çok ibretli dersler vardır. Yarınlara hazırlanırken, geçmiş tecrübelerden mutlaka yararlanmak, geçmişte düşülen hataları yapmamaya çalışmak elzemdir. Nitekim bir ayette mealen şöyle buyurmaktadır: “De ki, yeryüzünde bir gezin de bakın, bundan öncekilerin sonu nasıl olmuş!.....” Cenab-ı Hak bu gibi ayetlerle geçmiş kavimlerin başına gelen elim hadiselerden ve tarihî olaylardan ders almamızı emretmektedir. Vatanperver her insan geçmişte yaşanan üzücü hadiselerden ders almalı, onları hiçbir zaman hatırından çıkarmamalı, Müslümanların birlik ve beraberliğine zarar verecek her türlü tutum ve davranışlardan hassasiyetle kaçınmalıdır. Evet, dünyanın nizam ve intizamı itaate bağlıdır. Zira itaat, nizam ve intizamın temelidir; feyiz ve bereketin, huzur ve sükûnun, birlik ve beraberliğin esasıdır.

Tarihe ibretle göz gezdirdiğimiz zaman, ecdadımızın birlik ve beraberlik içinde olduğu dönemlerde dünyanın en güçlü devletine sahip olduklarını, insanlığa ilim, medeniyet, fazilet dersi öğrettiklerini görürüz. Dâhilî kargaşa ve fitnelerin çıktığı, devlete isyan ve tuğyanların başladığı zamanlarda ise ülkenin kan gölüne döndüğünü, düşman istilasına maruz kaldığını, istiklaliyet ve hürriyetini kaybettiğini esefle müşahede ederiz. Acaba ne oldu da bir taraftan Viyana’ya, diğer taraftan Mısır ve Şam’a, diğer yandan Umman Denizi’ne, beri taraftan Hind’e kadar uzanan bu muhteşem saltanat yıkılmaktan kurtulamadı. Evet bunun sebebi ve kökü pek derindir. Cehalet, sefahat ve tefrika gibi içimizi kemiren, kanımızı cevelandan, dimağımızı hareketten alıkoyan ruhi ve manevi hastalıklardır. Bu tür hastalıklara duçar olan fert ve cemiyetlerin kendilerini toparlaması çok müşküldür. Bunlardan kurtulmanın yegâne çaresi İslam’ın ulvi hakikatlerini hayatımıza tatbik etmek, Müslümanlar arasındaki uhuvvet, muhabbet, samimiyet, birlik ve beraberliğin te’minini esas almak, tefrikayı netice verecek fitne ve fesadın, nifak ve şikakın kapısını kapamaktır.

"İSLAM ALİMLERİ İTAAT ETMEKLE İSYAN ETMEYİ BİRBİRİNDEN TAMAMEN AYRI MÜTALAA ETMİŞLERDİR"
Bütün müçtehitler, mücedditler ve diğer İslam âlimleri itaat etmemekle isyan etmeyi birbirinden tamamen ayrı mütalaa etmişler, Allah’ın emrine muhalif durumlarda hiç kimseye itaat etmemişlerdir. Bununla beraber katiyen isyana teşebbüs yahut teşvik de etmemişlerdir. Bilakis müminleri isyandan menetmek hususunda gayret ve himmetlerini esirgememiş ve bu vadide bütün Müslümanlara, hâlleriyle örnek olmuşlardır. İslam tarihi bunun misalleriyle doludur. Biz bunlardan sadece birkaç numune nakledeceğiz.

Mesela, İmam-ı Azam Hazretleri hem Emeviler hem de Abbasiler zamanında halifelerin kadılık tekliflerini reddetti. Bu reddin sebebi, onların zulümlerine destek olmakla Allah’a asi olma endişesiydi. Bu endişe için hayatı pahasına onların tekliflerini kabul etmedi. Ve Mansur zamanında zulmen atıldığı hapishanede şehit oldu. Kendisine yapılan bütün baskı ve işkencelere karşı hiçbir zaman Müslümanları devlete isyana teşvik etmedi, aksine onları teskin için büyük gayret gösterdi. Hâlbuki İmam-ı Azam dilese, bütün Müslümanları bir anda ayaklandırabilirdi Fakat o, bir masumun dahi olsa, kanının dökülmemesi için, bu işkencelere sabır ile katlandı. Bu mevzuda diğer bir ibret levhası da İmam Ahmed b. Hanbel Hazretleri’nin zamanın halifesi Mu’tasım Billah’a karşı davranışıdır. Halife, Ehl-i Sünnet itikadına muhalif olan Mutezile mezhebine mensuptu. Bu sapık mezhebin mensupları Kur’an’ın mahlûk olduğuna inanırlardı. Halife, İmam Ahmed b. Hanbel Hazretleri’ni Kur’an’ın mahlûk olduğuna inanmaya ve bu hususta fetva vermeye zorlamış, lakin o büyük imam, Halife’nin bu sözüne itaat etmeyerek teklifini reddetmişti. Sonunda kendisine vurulan sopalar neticesinde zulmen şehit edilmiştir.

O zaman onunla birlikte ehl-i sünnete mensup birçok âlim de şehit edilmiştir. Bununla beraber ne İmam Ahmed b. Hanbel Hazretleri, ne de ona tâbi olan âlimler, halkın üzerindeki büyük nüfuzlarına rağmen onları isyana teşvik edici hiçbir beyanda bulunmamışlardır. Hem mesela, ehl-i sünnet itikadının düşmanlarından olan Ekber Şah, İmam-ı Rabbani gibi bir müceddidi, senelerce hapsettirdiği hâlde, o büyük insan, Ekber Şaha karşı ayaklanma hazırlığı yapan oğlu Selim Şah’ın yardım talebini reddetmiş ve onu babasına karşı isyan etmekten vaz geçirmiştir. Bu konuda çok önemli bir örnek de Bediüzzaman hazretleridir. Senelerce akıl almaz zulüm ve işkencelere maruz kaldığı hâlde, daima müspet hareket metodunu uygulayıp, bedduayı bile menfi hareket sayan, hatta kendisine hapishanelerde yer hazırlayıp zulmedenlere bile hakkını helal eden ve talebelerine de sabrı ve müspet hareketi tavsiye eden asrın büyük müceddidi Bediüzzaman Hazretleri devlete itaat etmenin ehemmiyetini şu ifadesiyle ortaya koyar:

“Beni tevkif için gelen jandarmaya kemal-i itaatle ellerimi uzatır, önlerine düşer giderim.” Maruz kaldığı o kadar zulüm ve işkencelere rağmen, Bediüzzaman hiçbir zaman devlete zarar verecek en ufak bir harekette bulunmamış, menfi hareket düşüncesinde olanlara da her zaman karşı çıkmıştır. Bediüzzaman Hazretleri 1910 yılında Osmanlı Devleti’ne isyan etmek isteyen bazı aşiret reislerine hitaben şöyle diyordu: “Altı yüz seneden beri tevhid bayrağını umum âleme karşı yücelten ve millî âdetlerini terk ederek ihtiyarlanan bizim şanlı Türk pederlerimize, kuvvet ve cesaretimizi hediye edelim. Ona bedel, onların akıl ve ma’rifetinden istifade edeceğiz ve asaletimizi de göstereceğiz. Elhâsıl, Türkler bizim aklımız, biz onların kuvveti; hep beraber bir iyi insan oluruz. Dik başlılık etmeyeceğiz ve kendi başına hareket yapmayacağız. Bu azmimizle başka milletlere ibret dersi vereceğiz. İyi evlat böyle olur, itaatimizle göstereceğiz. İttifakta kuvvet var, ittihâdda hayat var, uhuvvette saadet var, hükümete itaatte selâmet var. İttihâdın sağlam ipine ve muhabbet şeridine sarılmak zaruridir.” Bediüzzaman Hazretleri 31 Mart hadisesinde (1909) de devlete isyan eden askerlere karşı yaptığı konuşmada huzur ve saadetin, birlik ve beraberliğin ancak itaat ile olabileceğini şöyle ifade etmişlerdir:

“Şeriatla, Kur’ânla, hadisle, hikmetle, tecrübeyle sâbittir ki: Sağlam, dindar, hakperest ulûlemre itaat farzdır. Sizin ulûlemriniz, üstadınız; zabitlerinizdir. Nasıl ki mahir mühendis, hâzık tabib; bir cihette günahkâr olsalar, tıp ve hendeselerine zarar vermez. Kezalik, münevver-ül-efkâr ve fenn-i harbe âşina, mektepli, hamiyetli, mü’min zabitlerinizin bir cüz’î nâmeşrû hareketi için itaatinize hâlel vermekle, Osmanlılara, İslamlara zulmetmeyiniz! Zira itaatsizlik, yalnız bir zulüm değil, milyonlarca nüfusun hakkına bir nevi tecavüz demektir. Bilirsiniz ki; bu zamanda bayrak-ı tevhid-i İlâhî, sizin yed-i şecaatinizdedir. O yedin kuvveti de, itaat ve intizamdır.” Bediüzzaman Hazretleri bu harika konuşmasıyla sekiz tabur askeri isyandan vazgeçirip, itaate getirmiştir.

1925 yılında devlete karşı ayaklanan Şeyh Said, Van’daki Erek Dağı’nda bulunan Bediüzzaman Hazretlerine bir mektup yazar ve Kör Hüseyin Paşa ile gönderir. Mektubunda; “Efendim! Sizin nüfuzunuz kuvvetlidir. Bu hareketimize iştirak buyurur, yardım ederseniz galip oluruz.” diyen Şeyh Said’e, Bediüzzaman Hazretleri şu cevabî mektubu yazmıştır. “Türk milleti asırlardan beri İslamiyet’in bayraktarlığını yapmıştır. Çok veliler yetiştirmiş ve şehitler vermiştir. Böyle bir milletin torunlarına kılıç çekilmez. Biz Müslümanız, onlarla kardaşız. Kardaşı kardaşla çarptıramayız. Bu şer’an caiz değildir. Kılıç harici düşmana çekilir. Dahilde kılıç çekilmez. Bu zamanda yegâne kurtuluş çaremiz Kur’an, iman hakikatleriyle, tenvir ve irşad etmektir. En büyük düşmanımız olan cehli izale etmektir. Teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Zira akim kalır. Birkaç canî yüzünden binlerce masum kadın ve erkekler telef olur.” Kör Hüseyin Paşa, birkaç gün sonra tekrar Bediüzzaman Hazretleri’nin yanına gelmiş; “Üstadım bu bir fırsattır. Bu fırsatı kaçırmayalım.”demiş, Üstad Hazretleri, ihtilalin zararlarını ve devlete isyan etmenin büyük mesuliyet olduğunu uzunca anlatmış ve onu da devlete karşı güç kullanmaktan ve ihtilalden vazgeçirmiştir. Bediüzzaman Hazretleri Şeyh Said’in hareketinin yanlış olduğunu ifade edip, birlikte hareket edelim teklifini reddettiği gibi, Doğu’daki aşiret reislerini Van’daki Nurşin Camii’nde toplamış, onlara meseleyi anlatmış ve onların da hadiseye karışmasına mani olmuştur. Daha sonra onlar; “Bizi ihtilale karışmaktan alıkoyan Bediüzzaman Hazretleri oldu. Allah ondan razı olsun.” diyerek onu her zaman hayırla yâd etmişlerdir.

"İDARE VE ASAYİŞİ MUHAFAZA EDİYORLAR"
Bediüzzaman Hazretleri’nin irşat metodu, hadiseler karşısındaki tutum ve davranışları geçmiş asırlardaki kutupların, gavsların, mürşit ve mücedditlerin görüş ve davranışlarıyla aynıdır. Üstad Bediüzzaman kendisine zulmedenlere afv ile mukabele etti. O, yalnız Allah’ın rızasına talip oldu. Allah için yaşadı, Allah için sevdi, Allah için buğz etti ve Allah için manevi cihad etti, kendine zulmedenleri bile affetti. “Benim ve Risale-i Nur'un mesleğinin esası ve otuz seneden beri bir düstur-u hayatım olan şefkat itibarıyla; bir masuma zarar gelmemek için, bana zulmeden canilere değil ilişmek, belki beddua ile de mukabele edemiyorum. Hatta en şiddetli bir garaz ile bana zulmeden bazı fasık belki dinsiz zalimlere hiddet ettiğim hâlde, değil maddi belki beddua ile de mukabeleden beni o şefkat menediyor. Çünkü o zalim gaddarın, ya peder ve validesi gibi ihtiyar biçarelere veya evladı gibi masumlara maddi zarar gelmemek için, o dört-beş masumların hatırına binaen o zalim gaddara ilişmiyorum. Bazan da hakkımı helal ediyorum. İşte bu sırr-ı şefkat içindir ki; idare ve asayişe kat'iyyen ilişmediğim gibi, bütün arkadaşlarıma o derece tavsiye etmişim ki, üç vilayetin insaflı zabıtalarının bir kısmı itiraf etmişler ki: "Bu Nur şakirtleri manevi bir zabıtadır; idare ve asayişi muhafaza ediyorlar."

Hem ilimde, hem de fikirde misli az bulunan ve bu asrın bütün âlimlerinin itimadına mazhar olan büyük müfessir Elmalılı Hamdi Efendi itaat ve isyan mevzuunu şöyle beyan etmektedir: “Müminlerden olmayan ululemirlere itaat dinen vacip kılınmamıştır. Bu hususta itaat değil, varsa bir ahde riayet mevzubahis olacaktır. Fakat taatin vacip olmayışından isyanın vacip olması gerekmediğinden, itaat mecburiyetinin bulunmamakla isyan mecburiyetinde bulunmak arasında fark vardır. Hakk-ı isyan başka, vazife-i isyan yine başkadır. Binaenaleyh buradan gayr-i mümin bir muhitte bulunan müminlerin şuna buna karşı isyankâr bir ihtilalci vaziyetinde telakki edilmemeleri, belki müminlerin her nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah’a ve Resulüne karşı masiyetten içtinap ve aynı zamanda kendilerinden olan ululemre itaat etmeleri ve tağutlara boyun eğmemeleri lüzumunu anlamak lazım gelir.” Bu ifadelerden anlaşıldığına göre, gayr-ı müslim muhitte yaşayan Müslümanların kendilerinden olmayan ululemre itaatleri vacip değildir. Ancak müminlerin o devlete verdikleri ahde uymaları söz konusudur. Bununla beraber onlara itaatin vacip olmayışını, isyanın vacip olması lazım geldiği şeklinde anlamamak icap eder. Onların Allah’a isyanı gerektiren emirlerine uymamak o müminlerin hakkıdır. Lakin isyankâr bir ihtilalci olmakla da vazifeli değillerdir. Müslümanlar her nerede bulunurlarsa bulunsunlar Allah’a ve Resulüne karşı masiyetten (günahlardan) kaçınmakla, kendilerinden olan ululemre itaat etmekle ve Allah’a isyana zorlandıkları takdirde boyun eğmemekle mükelleftirler. Görüldüğü gibi, Hamdi Efendi de itaat etmemekle isyan etmeyi birbirinden ayrı tutmuş, gayrımüslimlerin idaresi altında yaşayan Müslümanların bile devlete isyan etmelerinin vacip olmadığını beyan etmiştir".

MEHMET KIRKINCI HOCA KİMDİR?
1928 yılında, Erzurum merkeze bağlı Güllüce köyünde dünyaya geldi. Uzun yıllar ilim tahsilinde bulundu. 1955 yılında Bediüzzaman Said Nursi ile Isparta'da tanıştı. Daha sonra Said Nursi'nin evlerinizi medrese yapın tavsiyesiyle Karanlık Kümbetin yanındaki evini medreseye çevirdi. 1956 yılında ise Fethullah Gülen, Mehmet Kırkıncı vasıtasıyla nur cemaatiyle tanıştı. Erzurum’da Risale-i Nur ve Arapça dersleri verdi. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra 4 Nisan 1982'de Kenan Evren'e bir mektup yazdı. İçerik olarak dine ve ahlaka önem verilmesi, okullarda zorunlu din dersi okutulmasını tavsiye etti. Erzurum'da sürdürdüğü Risale-i Nur derslerinin yanında İslami ilimlerle ilgili dersler de vermektedir. Birçok "Nur talebesi"nin yetişmesine vesile olmuştur. Eserleri arasında 'Kader Nedir' adlı eseri Kader mefhumuna getirdiği güçlü ve muteber açıklama ile ilim çevrelerince takdir toplamış ve okurları büyük teveccüh göstermiştir. Halen Erzurum’daki evinde dersler vermeye devam etmektedir.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Ordu Ordu’da yaşayan 45 kişi ‘akıllı saat’ ile güvende Ordu Büyükşehir Belediyesi tarafından 65 yaş üstü yalnız yaşayanlar için hayata geçirilen ücretsiz ‘akıllı saat’ uygulaması vatandaşları güvende hissettiriyor. Özellikle Alzheimer hastalarının yakınları tarafından tercih edilen saat, Ordu’da 45 kişi tarafından kullanılıyor. Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Mehmet Hilmi Güler’in öncülüğünde sosyal belediyecilikte örnek projeler hayata geçiriliyor. Bu projelerden biri olan akıllı saat uygulaması da vatandaşlardan oldukça takdir topluyor. Bu kapsamda Ordu’da devam eden uygulamadan ailesinden uzak, yalnız yaşayan vatandaşlar yararlanıyor. Çeşitli özellikleriyle donatılmış olan saat, bireylerin yakınları arasında kolay ve sağlıklı iletişim kurmasını sağlıyor. Anlık konumlarının görüntülenebilmesi, düşme sensoru ile tehlikeyi bildirmesi, ilaç hatırlatma ile nabız ve kalp atışlarını ölçebilme, fotoğraflı rehber ve hareketsizlik hatırlatıcısı özellikleriyle donatılmış olan akıllı saat, daha çok Alzheimer hastaları için ailelerin tercihi oluyor. Böylelikle aile, büyüğünü bu cihaz ile kolayca takip edebiliyor. Daha öncesinde Ordu’da yaşayan Alzheimer hastası Suzan Rüzgar, Fatma Pelit ve Gülbeyaz Keskin’in kaybolması ve bulunduktan sonra aileleri tarafından Ordu Büyükşehir Belediyesinden talep edilmesi üzerine akıllı saat tesliminde bulunulmuştu. Alzheimer hastaları başta olmak üzere Ordu’da toplamda 45 kişi bu saatten faydalanıyor. Yalnız kalan ya da bakıma muhtaç olan vatandaşların kendilerinin ve yakınlarının daha güvende hissetmelerine yardımcı olacak olan akıllı saate başvuruda bulunmak isteyenler, Ordu Büyükşehir Belediyesinin resmi internet sitesi üzerinden ‘hizmetlerimiz’ butonundan, ‘Sosyal Yardım Online Başvuru’ya tıklayıp projeye talepte bulunabiliyorlar. Akıllı saat tamamen ücretsiz bir şekilde vatandaşa teslim ediliyor.
Antalya ‘Yaşlı Adam ve Deniz’ Adanalı tiyatroseverlerle buluştu Alanya Belediye Tiyatrosu (ABT), Adana Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu tarafından düzenlenen 9. Şehir Tiyatroları Festivali’ne katıldı. Adana’da 14 Ekim-5 Kasım tarihleri arasında düzenlenen festivalde, Alanya Belediye Tiyatrosu, ‘Yaşlı Adam ve Deniz’ oyununu sanatseverler için sahneledi. 2 Kasım Cumartesi günü sahne alan oyun, 550 kişilik solonu dolduran izleyicilerden büyük beğeni aldı ve ayakta alkışlandı. Adana Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Seyfettin Süha Erol ve Şube Müdürü Hüseyin Şapkalı tarafından Alanya Belediye Tiyatrosu oyuncularına plaket ve çiçek takdim edildi. “Oyunumuz büyük beğeni topladı” Belediye Tiyatro Müdürü Hüseyin Çinal, hem yurt içinde hem yurt dışında Alanya’yı temsil etmeye devam ettiklerini belirterek, "Adana turnesine her yıl davet ediliyoruz. 17 şehir tiyatrosu arasında yer almak bizleri onurlandırdı. Oyunumuz ve oyuncularımızın performansı Adana seyircisi tarafından da çok beğenildi. 9 Kasım’da da Kazakistan’da düzenlenen 9. Uluslararası Orta Asya Ülkeleri Tiyatro Festivali’ne katılacağız. Kentimizi en iyi şekilde temsil etmek için çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Belediye Başkanımız Sayın Osman Tarık Özçelik’e, sanata ve bizlere verdikleri destekten dolayı tüm sanatseverler adına teşekkür ediyorum” dedi. Kazakistan’da Alanya temsil edilecek Alanya Belediye Tiyatrosu, Adana’nın ardından Kazakistan’ın Çimkent şehrinde 6-11 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek 9. Uluslararası Orta Asya Ülkeleri Tiyatro Festivali’ne katılacak. Uluslararası Orta Asya Ülkeleri Tiyatro Festivali’nde, “Yaşlı Adam ve Deniz” oyunu sahnelenecek.
Kastamonu Kastamonu Üniversitesinde tekno-girişimcilik eğitimleri verildi Kastamonu Üniversitesi’nde genç araştırmacılara yönelik tekno-girişimcilik eğitimlerinin dördüncüsü düzenlendi. TÜBİTAK 2237-A Bilimsel Eğitim Etkinlikleri Desteği çerçevesinde desteklenen ve proje yürütücülüğünü Kastamonu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi (İİBF) Öğretim Üyesi Doç. Dr. Erol Tekin’in yaptığı “Genç Araştırmacıların Ar-Ge Kültürünün Tekno-Girişimcilik Dikeyinde Geliştirilmesi” programının dördüncüsü, Kastamonu Üniversitesi’nin ev sahipliğinde gerçekleştirildi. Kastamonu Üniversitesi’nin ev sahipliğinde düzenlenen etkinlikte Ar-Ge kültürünün tekno-girişimcilik özelinde geliştirilmesinin, dünyada ve özellikle de Türkiye’de milli teknoloji hamlesi ışığında teknolojik girişimciliğin nasıl bir gelişim gösterdiğinin anlaşılmasının, dijital dönüşüm konusunun öneminin farkına varılmasının ve eğitimlere katılan kursiyerlerin orta vadede bireysel ya da Teknokent’ler vasıtasıyla girişimci faaliyette bulunmasının teşvik edilmesine yönelik farkındalık oluşturulması amaçlandı. Etkinliğe Türkiye’deki farklı üniversitelerde lisans öğrenimi gören 20 kursiyer katıldı. Ayrıca başta Kastamonu Üniversitesi olmak üzere Ankara Üniversitesi, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Sinop Üniversitesi, Çankırı Karatekin Üniversitesi ve Hitit Üniversitesi’nden eğiticilerin yanı sıra; KOSGEB Kastamonu İl Müdürü Nevzat Erol; Batı Karadeniz Bölgesi’nin en büyük yapı marketinin sahibi Hasan Bülent Eynihan ve Black & White Software Desing firma sahibi Muhammed Serdar Akmanoğlu etkinlikte konuşmacı olarak yer aldı. Alanlarında seçkin akademisyenler ile buluşma fırsatını yakalayan farklı disiplinlerden genç girişimci adaylarına öncelikle; girişimciliğin temelleri, girişimci psikolojisi, Teknokent yapılanması, iş fikri geliştirme, temel pazarlama, pazar araştırması, dijital pazarlama, fikri sınai mülkiyet hakları, finansal okuryazarlık, finansal destek mekanizmaları ve dijital dönüşüm teknolojileri konularında teorik eğitimler verildi. Ardından uygulamalı iş modeli kanvası hazırlama çalışmaları gerçekleştirildi. Hazırlanan iş modeli kanvasları çerçevesinde kursiyerler iş fikirlerini jüri önünde sundu. Etkinliğin son gününde yapılan iş fikri sunumları ile program başarılı bir şekilde sona erdi. Katılımcılar girişimcilik ekosistemi içerisine girmek adına fırsat sunan böyle bir etkinlikte yer aldıkları için mutlu oldukları ifade ederken, bu imkânı kendilerine sunan Kastamonu Üniversitesi’ne ve emeği geçen tüm personele teşekkür etti. Etkinliğin beşincinin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Kastamonu Üniversitesi’nin ev sahipliğinde “Kadın Girişimciliği” teması ile yapılması da planlandı.
Antalya Kepez’de 38 projeden ilkinin temeli atılıyor Kepez Belediye Başkanı Mesut Kocagöz’ün, Kasım ayı meclis toplantısında müjdesini verdiği 38 projeden ilkinin yapımı başlıyor. Teomanpaşa Mahallesi Semt Evi’nin temeli, 7 Ekim Perşembe günü saat 10.00’da törenle atılıyor. Kepez Belediye Başkanı Mesut Kocagöz, içerisinde çok amaçlı salonun bulunduğu semt evi projesini ilçeye kazandırıyor. Mahalle sakinlerinin taziye dileklerini kabul edebileceği, sosyal etkinliklerini yapabileceği semt evi, ilk kapsamda Teomanpaşa, Düdenbaşı ve Baraj mahallelerine yapılıyor. Mahalle sakinlerinin kapalı etkinlik alanı ihtiyacını karşılayacak olan semt evi, hayırsever desteği ile ilçeye kazandırılıyor. 38 proje, her hafta bir temel atma töreni Kepez Belediyesi Meclisinin, geçtiğimiz cuma yapılan kasım ayı toplantısında, hayırseverlerin belediyeye ait taşınmazlar üzerine semt evi yapmasıyla ilgili öneri oy birliğiyle kabul edildi. Başkan Mesut Kocagöz de oylamanın ardından, "38 hayırseverimiz sayesinde Kepez’e eserler kazandıracağız. Her hafta 1 tane temel atma töreni yapacağız" açıklamasını yapmıştı. İlk temel atma Teomanpaşa’da Kepez’de temel atma törenleri, Teomanpaşa Mahallesi Semt Evi ile başlıyor. İş insanı Cemil Zamur tarafından Osman Yüksel Serdengeçti Caddesi’ndeki park alanına yapılacak tesisin temel atma töreni perşembe günü düzenleniyor. Semt evi, Teomanpaşa ile Mehmet Akif Ersoy mahallelerinin sınır noktasına yakın bir bölgeye inşa ediliyor. Bu nedenle tesis, Mehmet Akif Ersoy Mahallesi’ne de hizmet verecek. Geleneksel Türk evi mimarisindeki tek katlı yapının 202 metrekare kullanım alanı olacak. Tesiste 19 metrekare mutfak alanı, 100 kişi kapasiteli 118 metrekare salon ile lavabo bulunuyor.
Adıyaman Samsat’ta narlar ihracat için paketlenerek depolanıyor Adıyaman’ın Samsat ilçesinde üretilen narlar ihracat için paketlenerek depolanıyor. Samsat ilçesinde en fazla nar ekilişi bulunan Göltarla Köyü’nde yapılan nar hasadının ardından toplanan ihraçlık ürünler önce temizlenerek kasalarda paketleniyor ve soğuk hava depolarında muhafaza ediliyor. Bu ürünler kış aylarında başta Avrupa ülkeleri olmak üzere, dünyanın değişik ülkelerine ihraç ediliyor. Göltarla Köyünde bulunan soğuk hava depolarında çalışmaları yerinde inceleyen Samsat Kaymakamı Yaşar Artar, yetkililerden bilgiler alarak, depolarda incelemelerde bulundu. Köy Muhtarı Şevket Albayrak, Samsat İlçe Özel İdare Müdürü Haşim Uçar ve Köylere Hizmet Götürme Birliği Müdürü Fahrettin Çelik ile birlikte tesislerde incelemelerde bulunan Kaymakam Artar, Samsat ilçesinde böylesi kaliteli nar yetiştirilmesi ve dünya pazarına sunulmasından dolayı duyduğu memnuniyeti ifade etti. Kaymakam Artar, "Samsatlı çiftçilerimiz ve modern tarımda öncü olan önder girişimcilerimizi kutluyorum. Market, manav ve pazarlarda aranan, övgü ile bahsedilen Samsat narının dünya pazarında da yerini alması memnuniyet verici. Samsat’ta üretilen yaklaşık 15 bin ton narın 2 bin tonu depolarda muhafaza edilerek kış aylarında ihraç edilecek. Böylece daha fazla kazanma imkanı olacaktır. Üreticilerimize ve çiftçilerimize bereketli olmasını diliyorum" diye konuştu.
İstanbul Oyuncu İlyas Salman’a ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ suçundan 4 yıl 8 aya kadar hapis talebi Sinema oyuncusu İlyas Salman’ın Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiği iddiasıyla yargılandığı davada mütalaa açıklandı. Savcılık, Salman’ın ‘Cumhurbaşkanına alenen hakaret’ suçundan 4 yıl 8 aya kadar hapis cezasına çarptırılmasını talep etti. Sinema oyuncusu İlyas Salman’ın ‘Cumhurbaşkanına alenen hakaret’ suçundan 1 yıl 2 aydan 4 yıl 8 aya kadar hapis talebiyle yargılanmasına devam edildi. İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada tutuksuz sanık İlyas Salman’ın avukatı ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın avukatı hazır bulundu. Mütalaa açıklandı Duruşmada esasa ilişkin mütalaasını açıklayan Cumhuriyet Savcısı, 1 Ağustos 2022 tarihinde bir gazetede yer alan ‘Erdoğan’ı o koltuğa layık görmüyorum’ başlıklı haberdeki sözleriyle Cumhurbaşkanı’nı aşağılayıcı şekilde hakaret ettiği belirtildi. 4 yıl 8 aya kadar hapis talebi Açıklanan mütalaada, sanık İlyas Salman’ın ‘Cumhurbaşkanına alenen hakaret’ suçundan 1 yıl 2 aydan 4 yıl 8 aya kadar hapis cezasına çarptırılması talep edildi. Duruşmada sanık avukatı, açıklanan mütalaaya karşı savunma yapabilmek için mahkemeden süre talep etti. Müşteki avukatı ise mütalaaya katıldığını belirterek sanık Salman’ın cezalandırılmasını istedi. Duruşma ertelendi Ara kararını açıklayan mahkeme, sanık avukatına mütalaaya karşı hazırlanabilmesi için süre verilmesine hükmederek duruşmayı erteledi.