POLİTİKA - 22 Eylül 2020 Salı 17:16

Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM Genel Kurulu'nda dünyaya seslendi

A
A
A
Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM Genel Kurulu'nda dünyaya seslendi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Salgının başlarında, ülkelerin kendi hallerine terk edildiği bir manzara ortaya çıktı. Böylece, yıllardan beri bu kürsüden ısrarla dile getirdiğim ‘Dünya Beşten Büyüktür’ tezinin haklılığını bir kez daha görmüş olduk. İnsanlığın kaderi sınırlı sayıdaki ülkenin keyfine bırakılamaz” dedi.

75. BM Genel Kurul genel görüşmeleri kapsamında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, BM ülkelerine seslendi. Mutat olarak ilk sıradaki Brezilya ve ev sahibi ülke ABD’nin ardından Genel Kurul Başkanlığını yürüten ülkenin heyet başkanı olarak üçüncü sırada konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Genel Kurul Başkanlığını devralan Büyükelçi Volkan Bozkır’ı tebrik etti. Erdoğan, “Büyükelçi Bozkır’ın ülkelerin ezici çoğunluğunun desteğiyle bu göreve seçilmesi, tecrübeli bir diplomat ve siyasetçi olarak şahsi meziyetlerinin yanı sıra, Türkiye’ye duyulan güvenin de işaretidir. Birleşmiş Milletler sistemindeki en üst düzeyli görevi üstlenen ilk Türk vatandaşı olarak Büyükelçi Bozkır’ın, uluslararası toplumun sesi ve vicdanı olacağına inanıyorum. Kendisinin görevini adil ve şeffaf bir şekilde yürüteceğinden şüphe duymuyorum. Birleşmiş Milletlerin kuruluşunun 75’inci yıldönümü gibi anlamlı bir tarihte üstlendiği görevinde, Sayın Bozkır’a başarılar diliyorum” diye konuştu.

“Israrla dile getirdiğim ‘Dünya Beşten Büyüktür’ tezinin haklılığını bir kez daha görmüş olduk”

Genel Kurul’un “Kovid-19’la mücadele ve çok taraflılık” temasıyla düzenlenmesini isabetli bulduğunun altını çizen Erdoğan, “Türkiye olarak bu konudaki taahhütlerimize bağlıyız ve Kovid-19’la mücadeleye destek vermekte kararlıyız. Salgın, dünyayı çeşitli sınamalarla baş etmekte zorlandığı bir dönemde yakaladı. Zaten tartışılan küreselleşme, kurallara dayalı uluslararası sistem ve çok taraflılık, salgının etkisiyle şimdi daha da çok sorgulanıyor. Karşımızdaki fotoğrafa bakarak, bardağın dolu ve boş taraflarını doğru ve samimi bir şekilde değerlendirmemiz gerekiyor. Bardağın boş kısmında, Birleşmiş Milletler başta olmak üzere çok taraflı örgütlerin reform ihtiyacı bulunuyor. Mevcut küresel mekanizmaların bu krizde ne kadar etkisiz kaldığını gördük. Öyle ki, Birleşmiş Milletlerin en temel karar alma organı olan Güvenlik Konseyi’nin salgını gündemine alması haftalar, hatta aylar sürdü.

Salgının başlarında, ülkelerin kendi hallerine terk edildiği bir manzara ortaya çıktı. Böylece, yıllardan beri bu kürsüden ısrarla dile getirdiğim ‘Dünya Beşten Büyüktür’ tezinin haklılığını bir kez daha görmüş olduk. İnsanlığın kaderi sınırlı sayıdaki ülkenin keyfine bırakılamaz. Uluslararası örgütlerdeki itibar kaybının önüne geçmek için öncelikle zihniyetimizi, kurumlarımızı ve kurallarımızı gözden geçirmeliyiz. Etkin çok taraflılık, etkin çok taraflı kurumların varlığını gerektirir. Güvenlik Konseyi’nin yeniden yapılandırılmasından başlayarak, kapsamlı ve anlamlı reformları süratle uygulamaya sokmalıyız. Konseyi daha etkin, demokratik, şeffaf, hesap verebilir bir yapıya ve işleyişe kavuşturmalıyız. Aynı şekilde, uluslararası toplumun ortak vicdanını yansıtan Genel Kurul’u da güçlendirmeliyiz. Bardağın dolu tarafında ise, Birleşmiş Milletlerin insanlığın barış, adalet ve refah arayışında bir dönüm noktası olma potansiyelini sürdürmesi bulunuyor. Henüz salgın krizinin üstesinden gelemediğimizi de göz önünde bulundurarak, çok taraflı işbirliği için elimizdeki kurumları ve mekanizmaları en etkin şekilde kullanmaya çalışmalıyız” diye konuştu.

“Kullanıma hazır hale getirilecek aşılar, insanlığın ortak istifadesine sunulmalıdır”

Sorunların küresel olduğu durumlarda, yerel çözümlerin ancak günü kurtarabileceğini söyleyen Erdoğan, “Uzun vadeli çözümler için uluslararası dayanışma şarttır. Türkiye olarak, salgın krizinin ilk günlerinden itibaren, tüm uluslararası platformlarda işbirliği çağrısında bulunduk. G-20’de, Türk Konseyi’nde, MİKTA’da, İslam İşbirliği Teşkilatı’nda ve diğer platformlarda salgınla mücadele amaçlı çalışmaların en önünde yer aldık. ‘Dost kara günde belli olur’ anlayışıyla, tıbbi malzeme yardımı talep eden 146 ülkeye ve 7 uluslararası kuruluşa elimizi uzattık. Yürüttüğümüz tahliye operasyonlarıyla, 141 ülkedeki 100 binden fazla vatandaşımızın evlerine dönüşünü sağladık. Aynı seferlerle 67 ülkeden 5 bin 500’den fazla yabancıyı da vatanlarına kavuşturduk. Tüm bunları ‘Korona virüs diplomasisi’ niyetiyle yapmadık. Yardım ve tahliye çalışmalarımız için kimseden herhangi bir karşılık beklemedik, beklemiyoruz. Mağdurların ve mazlumların yanında olmak, milletimizin mayasında ve girişimci ve insani dış politikamızın özünde vardır. Buradan bir kez daha, tıbbi malzeme ve ilaç tedariki ile aşı geliştirme çalışmalarının rekabet konusu yapılmaması çağrısında bulunuyorum. Hangi ülkede üretilirse üretilsin, kullanıma hazır hale getirilecek aşılar, insanlığın ortak istifadesine sunulmalıdır. Salgınla birlikte, devlet kapasitesi, etkin yönetişim ve dayanıklılık gibi unsurların ne kadar hayati role sahip olduğunu hep birlikte bir kez daha tecrübe ettik. Türkiye’nin başarı hikâyesinin arkasında, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle birlikte tesis ettiğimiz etkin yönetişim mekanizmaları, sağlık alanındaki altyapı yatırımlarımızın geliştirdiği yüksek kapasite ve yetişmiş insan kaynağı vardır” şeklinde konuştu.

“Suriye’ye güvenli ve gönüllü geri dönüşlerin temin edilmesi şarttır”

Salgının dünya genelindeki çatışma dinamiklerini olumsuz etkilediğini ve kırılganlıkları artırdığını söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin, bizim de desteklediğimiz, küresel insani ateşkes çağrısının somut sonuçlar doğurmamış olmasından üzüntü duyuyoruz. Türkiye olarak, ülkemize ve insanlığa yönelen tehditleri, gerektiğinde her türlü inisiyatifi alarak, bertaraf etmenin yollarını arıyoruz. Suriye’de onuncu yılına giren ihtilaf, bölgemizin güvenlik ve istikrarı için tehdit oluşturmaya devam ediyor. Bölgede DEAŞ’a karşı ilk ve en ciddi darbeyi vuran ülke olarak, PKK-YPG terör örgütüyle de mücadeleyi sürdürüyoruz. Uluslararası toplum olarak, tüm terör örgütlerine karşı aynı ilkeli tutumu takınmadan ve kararlı duruşu göstermeden, Suriye meselesine kalıcı çözüm bulamayız. Bu yaklaşım, Suriye’ye güvenli ve gönüllü geri dönüşlerin temin edilmesi için de şarttır.

Suriye’de terör örgütlerinden kurtardığımız bölgelere 411 binin üzerinde Suriyeli kardeşimizin dönmesi bunun en açık göstergesidir. Aynı şekilde, güvenli hale getirdiğimiz bölgeler sayesinde, İdlib başta olmak üzere, ülkenin çeşitli yerlerinden milyonlarca Suriyelinin de vatanlarından ayrılmalarının önüne geçtik. Türkiye yıllardır, 4 milyona yakın Suriyeli sığınmacıyı, tüm ihtiyaçlarını karşılayarak kendi topraklarında barındırıyor. Bir o kadar Suriyelinin ihtiyaçlarını da, sınırımıza yakın yerler başta olmak üzere, kontrol altında tuttuğumuz bölgelerde, yerinde karşılıyoruz. Son olarak bu kardeşlerimiz için İdlib’te ve diğer yerlerde onbinlerce briket konut inşa ediyoruz. Bütün bu faaliyetleri, uluslararası toplumdan ve uluslararası kuruluşlardan kayda değer bir destek almadan, kendi imkanlarımızla ve halkımızın desteğiyle yürütüyoruz. Suriye’deki ihtilafın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı Kararı’ndaki yol haritası temelinde çözülmesi, hepimizin önceliği olmalıdır. Bunun için Birleşmiş Milletlerin himayesinde başlatılan, Suriyeliler tarafından da sahiplenilen ve yönlendirilen siyasi sürecin başarıyla sonuçlandırılması gerekiyor. Suriye’nin, toprak bütünlüğü ve siyasi birliği korunmuş olarak kalıcı bir barışa ulaşabilmesi, ancak bu şekilde mümkündür. Bu hedef gerçekleşene kadar, Suriye’nin siyasi birliği ve toprak bütünlüğü ile milli güvenliğimize kasteden terör örgütlerini engellemekte kararlıyız. Bugün dünyada en çok sığınmacıya ev sahipliği yapan Türkiye gibi ülkeler, yaptıkları fedakârlıkla tüm insanlığın onurunu kurtarıyor. Buna karşılık, aralarında bazı Avrupa ülkelerinin de yer aldığı kimi devletler, maalesef, sığınmacıların ve göçmenlerin haklarını ihlal ediyor. Cenevre Sözleşmesi’ni ve uluslararası insan hakları sistemini aşındıran bu ihlaller karşısında Birleşmiş Milletlerin güçlü bir tavır almasının vakti gelmiştir. Libya’da, darbecilerin geçen yıl meşru Milli Mutabakat Hükümeti’ni devirmek için başlattığı saldırılar, bu ülkeye sadece acı ve yıkım getirmiştir. Uluslararası toplum, yapılan katliamların, insan hakları ihlallerinin ve özellikle Tarhuna şehrinde bulunan toplu mezarların hesabını ne darbecilerden, ne de destekçilerinden sorabilmiştir.
Libya’nın meşru hükümetinin yardım çağrısına somut cevap veren ve destek sağlayan tek ülke Türkiye olmuştur. Libya’da kalıcı siyasi çözümün, Libyalılar tarafından yürütülecek kapsayıcı ve kapsamlı diyalog yoluyla tesis edilebileceğine inanıyoruz. Yemen’de beş yılı aşkın süredir akan kanın durdurulması ve insani krizin önüne geçilmesi de, uluslararası toplumun sorumluluğundadır. Bölgede nüfuz kazanma niyetiyle, Yemen’in egemenliğine, siyasi birliğine ve toprak bütünlüğüne göz dikenleri ve Yemenlilerin ıstırabının sürmesine göz yumanları tarih affetmeyecektir. Irak’ın dış güçlerin çatışma sahasına dönüşmemesi, bölgemiz için istikrar ve refah üreten bir konuma gelmesi samimi arzumuzdur. Komşumuz Irak’a her alanda destek olurken, özellikle terörle mücadelede daha yakın işbirliği yapmak istiyoruz. Tıpkı DEAŞ gibi, Irak’ta yuvalanan PKK terör örgütünün kökünü kazıma konusunda, uluslararası toplumdan ve bu ülkeden samimi işbirliği bekliyoruz. Bölgenin terör örgütlerinden temizlenmesi, insanlığın en kadim coğrafyasına evsahipliği yapan Irak’ın geleceğinin aydınlanmasına katkı sağlayacaktır. İran’ın nükleer programıyla ilgili hususların uluslararası hukuk dikkate alınarak, diplomasi ve diyalog yoluyla çözülmesinden yanayız. Tüm tarafların, bölgesel ve küresel güvenliğe ciddi katkılar sağlayan Kapsamlı Ortak Eylem Planındaki yükümlülüklerine riayet etmeleri çağrımızı tekrarlıyorum. İnsanlığın kanayan yarası olan Filistin’deki işgal ve zulüm düzeni, vicdanları acıtmaya devam ediyor. Üç büyük dinin kutsallarına ev sahipliği yapan Kudüs’ün mahremiyetine uzanan kirli el, cüretini giderek artırıyor. Filistin halkı, İsrail’in tüm baskı, şiddet ve yıldırma politikalarına yarım asırdan uzun bir süredir göğüs geriyor. ‘Asrın Anlaşması’ adı altında Filistin tarafına dayatılmaya çalışılan teslimiyet belgesi reddedilince, İsrail bu kez işbirlikçilerinin yardımıyla ‘kaleyi içeriden fethetme’ girişimlerine hız vermiştir. Türkiye olarak, Filistin halkının rıza göstermediği hiçbir plana destek vermeyeceğiz. Kimi bölge ülkelerinin bu oyuna ortak olması, İsrail’in temel uluslararası parametreleri aşındırma çabalarına hizmet etmenin ötesinde anlam taşımıyor.

Birleşmiş Milletler kararları ve uluslararası hukukun hilafına Kudüs’te büyükelçilik açma niyetini beyan eden ülkeler, bu tavırlarıyla sadece ihtilafın daha da çetrefil hale gelmesine hizmet ediyor. Filistin meselesi ancak, 1967 sınırları temelinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız, egemen ve coğrafi devamlılık içinde bir Filistin Devleti’nin kurulmasıyla çözülebilir. Bunun dışındaki çözüm arayışları beyhudedir, tek taraflıdır, adaletsizdir. Temmuz ayında Azerbaycan topraklarına saldıran Ermenistan, Güney Kafkasya’da kalıcı barış ve istikrarın önündeki en büyük engel olduğunu bir kez daha ispatlamıştır. Yukarı Karabağ sorunu başta olmak üzere bölgedeki ihtilafların Azerbaycan ve Gürcistan’ın toprak bütünlüğü ve egemenliği ile Birleşmiş Milletler ve AGİT kararları doğrultusunda bir an evvel çözülmesinden yanayız. Güney Asya’nın istikrar ve barışı için de kilit önem taşıyan Keşmir sorunu halen çözüm bekliyor. Cammu-Keşmir’in özel statüsünün ilgasının ardından atılan adımlar sorunu daha da karmaşıklaştırdı. Bu meselenin, diyalog yoluyla, Birleşmiş Milletler kararları çerçevesinde ve özellikle Keşmir halkının beklentileri doğrultusunda çözülmesinden yanayız” ifadelerini kullandı.

“Bölgesel bir konferans düzenlenmesini teklif ediyoruz”

Doğu Akdeniz’de bir süredir yaşanan gerilimin gerisinde, “kazanan hepsini alır” anlayışıyla hareket eden ülkeler bulunduğunun altını çizen Erdoğan, “Ülkemizi dışlama amaçlı nafile adımların başarı şansı kesinlikle yoktur. Bizim ne Doğu Akdeniz’de, ne de başka bir bölgede, kimsenin hakkında, hukukunda, meşru çıkarlarında gözümüz bulunmuyor. Ancak, ülkemizin ve Kıbrıs Türklerinin haklarının çiğnenmesine, çıkarlarının yok sayılmasına da göz yumamayız. Bölgede bugün yaşanan sıkıntıların sebebi, Yunanistan ile Kıbrıs Rum kesiminin 2003’ten beri maksimalist taleplerle attıkları tek yanlı adımlardır. Türkiye, Doğu Akdeniz’deki her türlü olumsuz gelişmenin yükünü tek başına omuzlamak durumunda bırakılan bir ülkedir. Buna karşılık, bölgedeki doğal kaynaklar sözkonusu olduğunda ülkemizin yok sayılması ne akıl ve vicdanla, ne de uluslararası hukukla izah edilebilir.

Anlaşmazlıkların samimi bir diyalogla, uluslararası hukuk temelinde, hakkaniyete uygun biçimde çözümü öncelikli tercihimizdir. Ancak, aksi yöndeki hiçbir dayatmaya, tacize, saldırıya asla müsamaha göstermeyeceğimizi de açıkça ifade etmek istiyorum. Doğu Akdeniz’deki kıyıdaş ülkeler arasında diyalog ve işbirliğini tesis etmeye yönelik çağrımızı burada tekrarlamak istiyorum. Bu amaçla, tüm bölge ülkelerinin hak ve çıkarlarının göz önünde bulundurulduğu, içinde Kıbrıs Türklerinin de yer aldığı bölgesel bir konferans düzenlenmesini teklif ediyoruz. Bölgedeki krizin sebeplerinden biri de, 1968 yılından bu yana aralıklarla devam eden müzakerelerde Kıbrıs meselesine adil, kapsamlı ve kalıcı bir çözüm bulunamamasıdır. Çözümün önündeki yegâne engel, Rum tarafının uzlaşmaz, hak tanımaz, şımarık yaklaşımıdır. Uluslararası anlaşmaları hiçe sayan Rum tarafı, Kıbrıs Türklerini kendi yurtlarında azınlık yapmayı, hatta tümüyle adadan tasfiye etmeyi amaçlıyor. Garantör ülke sıfatıyla, Kıbrıs Türk halkını haklı davasında hiçbir zaman yalnız bırakmadık, bundan sonra da bırakmayacağız. Kıbrıs meselesinde çözüm, ancak Kıbrıs Türk halkının Ada’nın ortak sahibi olduğu gerçeğinin kabul edilmesiyle mümkündür. Kıbrıs Türk halkının güvenliğini ile Ada’daki tarihsel ve siyasi haklarını kalıcı biçimde teminat altına alacak her çözümü destekleyeceğiz” dedi.

“Uluslararası toplumun kitle imha silahlarının tamamını ortadan kaldırması gerekiyor”

Bu sene, Hiroşima ve Nagasaki’ye atom bombası atılmasının 75’inci yıldönümü olduğunu hatırlatan Erdoğan, “Silahsızlanma, küresel barış ve güvenliğin sağlanması bakımından hayati öneme sahip. Buna karşılık silahların kontrolü mimarisi, son yıllarda önemli hasarlar aldı. Uluslararası toplumun bu konuda eşitlik ve adalet temelinde ilerleyerek, kitle imha silahlarının tamamını ortadan kaldırması gerekiyor. Hep birlikte hareket etme mecburiyetimizin bulunduğu bir diğer önemli konu iklim değişikliğidir. İnsanoğlunun tabiatın dengelerine müdahale etmesinin nasıl ağır bedellere yol açabileceğini görüyoruz. Bu kötü gidişatı durdurmak ve tersine çevirmek mecburiyetindeyiz. Türkiye olarak, gelinen noktadaki tarihi mesuliyetimiz yok denecek kadar az olmasına rağmen, bu mücadeleye samimiyetle destek veriyor ve yükümlülüklerimizi yerine getiriyoruz. Yakın geçmişte, Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi Taraflar Konferansı’na evsahipliği yaptık. Afrika başta olmak üzere pek çok bölge ve ülkeyle verimli bir işbirliği yürüttük. Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin 2022’de yapılacak 16’ncı Taraflar Konferansının da ev sahipliğini üstlendik. Şimdi de, insanlığı tehdit eden ancak nedense görünmez sayılan bir soruna dikkatinizi çekmek istiyorum. Irkçılık, yabancı karşıtlığı, İslam düşmanlığı ve nefret söylemi vahim boyutlara ulaştı. Salgın sürecinde, yabancı düşmanlığı ve ırkçılık iyice artarken, göçmenler ve sığınmacılar başta olmak üzere, savunmasız kişilere yönelik şiddet eylemleri hız kazandı. Önyargılardan ve cehaletten beslenen bu tehlikeli eğilimlere en çok da Müslümanlar maruz kalıyor. Bu tehlikeli gidişin en önemli sorumluları, oy uğruna popülist söylemlere yönelen siyasetçiler ile ifade özgürlüğünü suiistimal ederek nefret söylemini meşrulaştıran marjinal kesimlerdir. Tüm uluslararası kuruluşları acilen bu zihniyete karşı mücadelede daha somut adımlar atmaya davet ediyorum. Yeni Zelanda’da Müslümanlara yönelik terör saldırısının yıldönümü olan 15 Mart tarihinin, Birleşmiş Milletler tarafından “İslam Düşmanlığına Karşı Uluslararası Dayanışma Günü” olarak ilan edilmesi çağrımı tekrarlıyorum. Birleşmiş Milletlerden sonra en büyük ikinci uluslararası kuruluş olan İslam İşbirliği Teşkilatı, bu günü resmen kabul etmiştir” diye konuştu.

“Dijitalleşmenin dönüştürücü gücünden yararlanmalıyız”

Salgın ve onunla bağlantılı olarak tırmanan ekonomik krizin sürdürülebilir kalkınma ve 2030 hedefleri bakımından da olumsuz etkilere yol açtığının altını çizen Erdoğan, konuşmasını şu sözlerle tamamladı:
“Gelişmekte olan ülkeler ile düşük gelir düzeyine sahip ülkeler, bu krizden daha fazla etkileniyorlar. Esasen, salgın döneminde yaşananlar bize, sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin her türlü küresel krizle mücadelede önemli bir yol gösterici olabileceğini gösterdi. Krizden çıkışın ekonomik reçetelerini tasarlarken, dijitalleşmenin dönüştürücü gücünden de yararlanmalıyız. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin Dijital İşbirliği Haritasını destekliyoruz. Küresel ve bölgesel meseleleri ele almak üzere tasarladığımız ilk ‘Antalya Diplomasi Forumu’nun temasını da, dijital çağda diplomasi olarak belirledik. Ayrıca, en az gelişmiş ülkeler için Birleşmiş Milletler Teknoloji Bankası’na da evsahipliği yapıyoruz. En doğudaki Avrupalı ve en batıdaki Asyalı olmak, her alanda Türkiye’nin özgül ağırlığını artırıyor. Tarihin sarkacının yeniden Asya’ya doğru kaydığı bu dönemde, ‘Yeniden Asya’ girişimimizle, ilişkilerimize yeni bir dinamizm kazandıracağız. Coğrafi yakınlığımızı perçinleyen beşeri ve tarihi bağlara sahip olduğumuz Afrika ile ilişkilerimizde de ciddi ivme yakaladık. Önümüzdeki yıl Türkiye’de düzenlemek istediğimiz Türkiye-Afrika Birliği Ortaklık Zirvesi’nin üçüncüsünde, Afrika’nın kapasitesini güçlendirmeyi amaçlayan projeleri hayata geçirmeyi planlıyoruz. Sözlerime son verirken, içinden geçtiğimiz bu hassas dönemde çok taraflılığa verdiğimiz güçlü desteğin süreceğini belirtmek istiyorum. Salgına karşı elbette mesafeyi korumalıyız, ancak, uluslararası toplumu tehdit eden tüm imtihanlara karşı ortaklaşa mücadele ve işbirliğinde safları sıkılaştırmak mecburiyetindeyiz. Tarih boyunca dünyanın en gözde şehirlerinden olan İstanbul’un, Birleşmiş Milletler merkezi haline gelmesi yönündeki gayretlerimizi sürdüreceğiz.”

Derya Yetim
 

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde milli teknoloji atölyesi kurulacak Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) Bilim ve Toplum Başkanı (BİTO) Ömer Kökçam, Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Hacımüftüoğlu’nu ziyaret ederek Milli Teknoloji Atölyesi kurulması planına dair iş birliği sürecini başlattı. Ziyarette BİTO Başkan Yardımcısı Cengiz Helvacı, BİTO Atölyeler Müdürü Eda Aşılı, Erzurum Büyükşehir Belediyesi (EBB) Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanı Ergün Engin ve EBB Bilim Merkezi Müdürü Yakup Koçak da hazır bulundu. TÜBİTAK’ın ülke genelinde yürüttüğü “Milli Teknoloji Hamlesi” projesi kapsamında, 81 ilde Milli Teknoloji Atölyelerinin kurulması hedeflenirken, bu atölyelerden birinin Atatürk Üniversitesi bünyesinde yer alması planlanıyor. TÜBİTAK ve Atatürk Üniversitesi iş birliğinde gerçekleşecek olan bu proje, gençlere hayallerindeki projeleri hayata geçirme, bilim ve teknoloji yarışmalarına hazırlanma imkânı sunacak. Milli Teknoloji Hamlesi Erzurum’a Uzanıyor BİTO Başkanı Ömer Kökçam, Erzurumlu olarak Atatürk Üniversitesinin bölge için taşıdığı değeri yakından bildiğini belirtti ve TÜBİTAK’ın 81 ilde gençlerin teknoloji alanında projeler geliştirmelerini desteklemek amacıyla başlattığı Milli Teknoloji Atölyeleri projesini tanıttı. Kökçam, bu atölyelerin gençlerin milli teknoloji alanında gelişim göstermelerine katkı sağlarken yerli ve milli sanayi için nitelikli insan kaynağı yetiştirilmesine de destek olacağını vurguladı. “Üniversitelerimizde ve TÜBİTAK destekli bilim merkezlerinde kuracağımız atölyelerle gençlerimize, ulusal ve uluslararası bilim ve teknoloji yarışmalarına katılım fırsatları sunacağız. Bu sayede, milli teknolojiler geliştirecek gençlerimizi destekleyerek girişimci ruhlarını güçlendirmeyi amaçlıyoruz” ifadelerini kullanan Başkan Kökçam ayrıca, 200 metrekarelik alanlarda kurulacak atölyeler için “Atölye Kurulum Projesi” ve uzun süreli projeler için “Sürdürülebilirlik ve Kapasite Artırımı Projesi” gibi destek programlarının sunulacağı bilgisini paylaştı. Üniversite-Sanayi İş Birlikleri ile Destek Sağlanacak Milli Teknoloji Atölyeleri kapsamında yalnızca bilimsel altyapı değil, aynı zamanda sanayi iş birlikleri de desteklenecek. Kökçam, atölye çalışmalarında gençlerin projelerine teknik ve mesleki eğitim süreçleri ile katkı sağlanacağını belirterek: “Takımlarımıza makine, teçhizat ve sarf malzeme desteği sunacağız. Yarışma süreçlerinde takımlarımıza uzmanlarla buluşma fırsatları yaratacak, proje başvurularına danışmanlık sağlayacağız. Eğitim programları ve tanıtım etkinlikleri ile takımlarımızın gelişimini destekleyeceğiz” diye konuştu. Kökçam ayrıca, Türkiye genelindeki öğrenci kulüplerine yönelik kurulacak Milli Teknoloji Kulüplerinin faaliyetlerine destek verileceğini müjdeledi. Türkiye genelinde ortalama 12.500 öğrenci kulübü olduğunu belirten Kökçam, teknoloji kulüplerinin bu destekler sayesinde daha etkin çalışmalar yürütebileceğini kaydetti. Rektör Hacımüftüoğlu: “Fiziksel ve Fikirsel Gerekli Tüm Desteği Vermeye Hazırız” Ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getiren Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Hacımüftüoğlu, üniversite olarak gençlerin bilimle buluşmasına ve onların projelerle gelişim göstermelerine büyük önem verdiklerini vurguladı. Bu atölyenin üniversite bünyesinde kurulmasının heyecan verici olduğunu ifade eden Rektör Hacımüftüoğlu: “Oldukça geniş bir kampüse ve olanaklara sahibiz. Gençlerimizi bilimle buluşturacak bu atölyenin üniversitemizde kurulacak olması bizi ziyadesiyle mutlu eder. Rektörlük olarak gerek fiziksel gerekse fikirsel bağlamda gerekli tüm desteği vermeye hazırız. Kurulacak bu atölyenin çocuklarımızı bilimsel aktivitelerle buluşturup geleceğin Aziz Sancar’ı, Selçuk Bayraktar’ı olarak yetişmelerine vesile olacağına inanıyorum” şeklinde konuştu. Rektör Hacımüftüoğlu: “Ülkemizin milli teknoloji hamlesine katkı sunan böyle bir projeyi Erzurum’da hayata geçirmek, gençlerimizin bilimsel çalışmalarla donanmış bireyler olarak yetişmesine katkı sağlayacaktır. Bu bağlamda, BİTO Başkanı Ömer Kökçam ve TÜBİTAK ailesine sundukları bu değerli fırsatlar için teşekkür ediyorum” dedi. Ziyaret, Biyoçeşitlilik Bilim Müzesi ile Devam Etti Ziyaret sonunda BİTO Başkanı Ömer Kökçam ve beraberindeki heyet, Atatürk Üniversitesi Biyoçeşitlilik Bilim Müzesini gezerek Müze Müdürü Prof. Dr. Levent Gültekin’den yürütülen çalışmalar hakkında bilgi aldı. Erzurum ve bölge için önemli bilimsel projelerin değerlendirildiği ziyaret, Atatürk Üniversitesinin bilim ve teknoloji alanında milli hedeflere yönelik olarak sunduğu katkının güçlü bir iş birliği ile devam edeceğinin göstergesi oldu. Atatürk Üniversitesi ve TÜBİTAK iş birliğinde yürütülecek Milli Teknoloji Atölyesi projesi, Erzurum’da gençlerin teknolojiye erişimini güçlendirecek ve milli sanayiye yönelik nitelikli insan kaynağı yetiştirilmesine katkı sunacak önemli bir adım olarak değerlendiriliyor.
Bursa İnegöl Belediyesi 8. Kitap Fuarı başladı İnegöl Belediyesi’nin bu yıl 8’incisini düzenlediği kitap fuarı başladı. 9 gün sürecek etkinlikte 100’ün üzerinde yazar ve yayınevi ile 1 milyonu aşkın kitap kitapseverlerle buluşacak. İlk günden vatandaşların akın ettiği organizasyonda her gün farklı yazarların imza ve söyleşi programları yer alıyor. İnegöl Belediyesi tarafından bu yıl 8’incisi düzenlenen “İnegöl Kitap Günleri Fuarı” bugün düzenlenen coşkulu törenle kapılarını açtı. MODEF Fuar Alanında düzenlenen ve 23 Kasım-01 Aralık tarihleri arasında 9 gün boyunca açık kalacak olan İnegöl Kitap Fuarında 100’ü aşkın yayınevi eserlerini sunuyor. Organizasyon kapsamında 35 yerel yazar ile 100’ü aşkın konuk yazar, 1 milyon kitap, konferanslar, söyleşiler ve imza günleri ile İnegöl’de dolu dolu bir kitap fuarı yaşanacak. İlk günden ziyaretçi akını Sadece İnegöl değil, çevre il ve ilçelerden de misafir ağırlayan etkinlik ilk günden yoğun bir ziyaretçi akınıyla karşılaştı. Bu 9 günlük sürede her gün aralarında pek çok sevilen yazarın yer aldığı güçlü kalemler ve sevilen yazarlar ‘Yazar Buluşmaları’ kapsamında vatandaşlarla bir araya gelecek. Kitap fuarı hafta içi 09.00-19.00 hafta sonu ise 10.00-20.00 saatleri arasında açık olacak. İnegöl Kitap Günlerinin açılış töreni bugün 12.00’da gerçekleştirildi. Açılışa; Kaymakam Eren Arslan, AK Parti Bursa Milletvekili Ayhan Salman, İnegöl Belediye Başkanı Alper Taban, siyasi parti temsilcileri, kurum temsilcileri ile öğrenciler, vatandaşlar ve davetliler katıldı. Açılışta fuarın onur konuğu olan yazar Alişan Kapaklıkaya da hazır bulundu. İlk günkü gibi heyecanlıyız Törende davetlilere yönelik konuşan Belediye Başkanı Alper Taban, “8’inci Kitap Fuarımızın açılışını gerçekleştirdik. Artık bu organizasyon İnegöl’ümüzde geleneksel bir hale geldi. 100’ün üzerinde yayınevi, yine aynı şekilde çok seçkin yazarlarımız ile 1 milyonun üzerinde kitap burada kitapseverlerimizle buluşuyor olacak. Ben tüm kitapseverleri Kültürpark içerisinde bulunan fuar alanımıza davet ediyorum. Belediyeler altyapı yapar, üstyapı yapar, şehri imar eden ama insana yapılan yatırım hepsinin üzerinde. Bugün burada ilk günkü gibi heyecanlı olduğumuzu ifade etmek istiyorum. Bizler şehrimizdeki tüm bireylerin burada kitaplarla buluşmasını arzu ediyoruz. Kitaplar yaşamlarının bir parçası olsun istiyoruz. Burada başka neler olacak? Söyleşiler, imza günleri olacak” dedi. İnegöl’ün yazarları artıyor Kitap fuarlarının İnegöl’e kattığı değerden de bahseden Başkan Taban, “Kitap fuarımızı ilk yaptığımız 2017 yılında 9 tane yerel yazarımız vardı. Bugün 8’inci Kitap Fuarımızda en küçüğü 7 yaşında olmak üzere 35 yerel yazarımız var. Bu da şehrimiz adına sevindirici bir durum” diye konuştu. “Kitap fuarları insanların kurumuş ruhlarını iyileştirir” Konuk yazar Alişan Kapaklıkaya ise “Hani kurumuş topraklar olur ya içerisine tohum ekersin bir şey çıkmaz. Sonra o toprağın üzerine bir yağmur yağar, toprağın tüm güzelliklerini dışına çıkarır. Toprağa bir tohum atarsın 30 kat çıkar, çekirdek atarsın ağaç olur. İşte kitap fuarları da insanların kurumuş ruhlarında dokunduğu zaman insanların içindeki tüm kapasiteyi açığa çıkaran bir etkinlik. İnegöl’de bu güzel etkinliğin oluşmasında emeği geçen Belediye Başkanımız Alper beye, emek verenlere, katılan herkese çok teşekkür ediyorum” ifadelerinde bulundu. Gençlerin kitaba olan ilgisi bizi mutlu ediyor AK Parti Bursa Milletvekili Ayhan Salman, 8. Kitap Fuarının hayırlı olmasını dileyerek; “Gençlerimiz görüyoruz ki kitapla çok ilgililer. Geçmişte gençlerin kitaplarla ilgilenmediği yönünde şehir efsaneleri vardı. Ama bugün bakıyoruz kütüphanelerimiz, kitap fuarlarımız gayet güzel ilgi görüyor. Bu da bizleri mutlu ediyor. Özellikle AK Parti belediyeciliği ile birlikte de yerel yönetimler sadece şehre yatırım yapan değil insanlara da yatırım yapan kurumlar haline geldi” şeklinde konuştu. Kasım ayı İNEGÖL’DE kitap mevsimi Son olarak konuşma yapan Kaymakam Eren Arslan da “Şehrimizde gurur duyduğumuz işler ortaya konuluyor. Belediye Başkanımıza teşekkür ediyorum. İnegöl genç ve dinamik bir şehir. 75 bin öğrencisi olan, bünyesindeki sanayi kuruluşlarıyla aktif çalışan nüfusu barındıran, kabuğuna sığmayan bir şehir. Bizler de bu dinamizme uygun faaliyetler ortaya koymaya gayet ediyoruz. 8 yıldır yapılan bu organizasyonla da Kasım ayı İnegöl’de kitap mevsimi haline gelmiş durumda” dedi. Ziyaretçiler fuara hayran kaldı Konuşmaların ardından kurdele kesilerek 8. İnegöl Kitap Günleri Fuarının açılışı gerçekleştirildi. Ardından protokol üyeleri tek tek stantları gezip kitapları inceledi. Fuara gelen vatandaşlar da memnuniyetlerini dile getirdiler. Bir vatandaş burada çok güzel kitaplarla tanıştıklarını ifade ederek “Çok güzel eserler var. Keyif aldığım bir ortam oldu” dedi. İnegöl Kitap Fuarına ilk 4 yılında öğretmen olarak katıldığını kaydeden bir yazar ise, “Bu yıl birlikte son 4 fuarda ise bir yazar olarak kendi kitabımı imzalamak için buradayım” şeklinde konuştu. Fuara oğluyla beraber gelen bir baba ise “Katılımın da çok olduğunu görmek bizleri ayrıca mutlu etti. Herkese mutlaka İnegöl Belediyesi 8. Kitap Fuarına gelmeli. Bir kitapsever olarak emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz” dedi.
Uşak Uşak Üniversitesi Spor Tesisleri tam donanımlı bir yapıya dönüşüyor UŞAK (İHA) – Uşak’ta 5 bin kişilik seyirci kapasiteli Spor Bilimleri Fakültesi ve Sentetik Atletizm Pistli Futbol Sahası, Uşak Üniversitesi ve Spor Toto Teşkilat Başkanlığı arasında yapılan reklam sözleşmesi protokolü ile tam donanımlı bir yapıya dönüşüyor. Uşak Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi ve Sentetik Atletizm Pistli Futbol Sahası’nın eksiklikleri, Spor Toto ile yapılan reklam sözleşmesi protokolü kapsamında sağlanan bütçe ile tamamlanacak. Rektör Prof. Dr. Ekrem Savaş, fiziki yapıların tamamlanması ve eksikliklerin giderilmesi noktasında önemli bir adım daha attıklarını belirtti. Öğrencilerin bilimsel, sosyal, kültürel ve sportif ihtiyaçlarının karşılanması için yoğun bir şekilde çalıştıklarını ifade eden Prof. Dr. Savaş, şu bilgileri verdi: “İhale süreçleri tamamlanan Spor Bilimleri Fakültesi ve Sentetik Atletizm Pistli Futbol Sahası ikmal işi kapsamında spor tesisimiz, FIFA standartlarında, 5000 seyirci kapasiteli tribünü ve modern saha aydınlatmalarıyla dikkat çekecek. Ayrıca, tribün altlarında judo, güreş, okçuluk ve basketbol branşlarına uygun modern salonlar ile tırmanma duvarı gibi alanlar yer alacak. Spor tesisimiz tamamlandığında modern altyapısı ve geniş imkanlarıyla öğrencilerimize ve Uşak’a hizmet verecek’’ Rektör Savaş, Uşak Üniversitesi’nin, gençliğe yatırımın geleceğe yatırım olduğu bilinciyle çalışmalarına devam ettiğini sözlerine ekleyerek desteklerinden dolayı Gençlik ve Spor Bakanı Dr. Osman Aşkın Bak’a, Spor Toto Teşkilat Başkanlığı’na ve emeği geçen herkese teşekkür etti ve bu yatırımların gençlerin spora olan ilgisini artıracağını vurguladı.