GÜNDEM - 14 Nisan 2014 Pazartesi 10:29

Bilinçsiz sulama yeraltı sularını kurutuyor

A
A
A
Bilinçsiz sulama yeraltı sularını kurutuyor

Uzmanlar, çözüm süreci ile birlikte rahat bir nefes almaya hazırlanan Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin, bu kez kimsenin henüz farkına varamadığı sinsi bir tehlike ile karşı karşıya bulunduğunu söyledi

İnşaat yüksek mühendisleri elektriği kaçak ve bir o kadar israf ederek kullanan yöre çiftçisinin, yer altı sularını kuruttuğunu kaydetti. Önceki yıllarda, tarlasını sulayabilmek için 70-80 metrede yeraltı suyuna ulaşabilen çiftçi, şimdilerde su bulabilmek için 10 kat daha derine inmek zorunda kalırken, gereğinden fazla çıkarılan altın değerindeki yeraltı suları ile oluşan dereler, ardında ‘ekolojik felaket’ bırakarak Suriye’ye akıyor.

Güneydoğu Anadolu’daki Dicle Elektrik Bölgesi’ni oluşturan Diyarbakır, Şanlıurfa, Mardin, Batman, Siirt ve Şırnak’taki tüm abonelerin yüzde 2’sini oluşturan 26 bin 200 tarımsal sulama abonesinin, kaçak elektrik kullanarak yeraltı sularını, tarlalarını sulamak için bilinçsizce kullanması sonucunda, yeraltı kaynakları kurumaya başladı. Bunun doğal sonucu olarak da Güneydoğu’da tam anlamıyla ekolojik felaketlerin kapıda olabileceği tahmin edilyor. Tarımsal sulama aboneleri, bölgedeki tüm abonelerin yüzde 2’sini dahi oluşturmazken, kaçağın verdiği ‘hovardalık’ ile toplam elektriğin dörtte birini tüketiyorlar. Üstelik, kullandıkları elektriğin sadece yüzde 2’sinin parasını ödeyen tarımsal sulama abonelerinin, bilinçsizce yeraltı sularını kullanarak yaptığı sulama nedeniyle, Güneydoğu’da ‘ekolojik felaketin’ hissedilmeye başlandığı düşünülüyor. Önceleri 70-80 metre derinden su çıkarken, yeraltı suları azalmaya başladıkça kaçak olarak kullanılan veya parası ödenmeyen elektrik nedeniyle, tarımsal sulama aboneleri her seferinde daha büyük sondaj makineleri kullanarak daha derine inmeye başladı.

"KAÇAK ELEKTRİKTEN KAYNAKLI BİLİNÇSİZ KULLANMA YER ALTI SULARINI KURUTTU"

Yıllarca kaçak elektrik ile yeraltı sularını bilinçsizce, gereğinden çok daha fazla çekerek kullanan yöre çiftçisinin, bölgedeki ekolojik dengeyi bilmeden de olsa alt üst ettiğini dile getiren uzmanlar, kaçak elektrikten kaynaklı bilinçsiz kullanmanın yer altı sularını kuruttuğunu söyledi. Daha önceleri 70-80 metreden su çıkan bölgede artık 700-800 metreden ancak su çıktığını ifade eden uzmanlar, bunun da suyun kurumaya yüz tuttuğunu gösteren en önemli delil olduğunu dile getirdi. Bazı yerlerde 800 metreden de derine inildiğine tanıklık edildiğini ifade eden uzmanlar, üstelik o kadar derinden çekilen suyun aşırı soğuk olması sebebiyle, yine kaçak elektrik sayesinde ısıtılarak tarlaya akıtıldığını ve bunun da israfı bir kat daha arttırdığını kaydetti. Bölgede yağmurlu havada dahi yeraltından çekilen su ile tarlalarını sulamayı sürdüren tarımsal sulama abonelerinin, israf ettiği altın değerindeki bu suların bir kısmı tarlaları sularken, büyük bir kısmı ise boşa akıtıyor. Mardin yöresinde gereğinden fazla çekilen yeraltı suları küçük göletler oluştururken, Şanlıurfa’da ise, bu suların da karıştığı sulama sularının oluşturduğu derede, her gün binlerce metreküp alüvyonlu su, ardında ekolojik felaket bırakarak Suriye topraklarına akıyor. Bu şekilde, tarımsal değeri çok yüksek toprakların da yaşanan erozyon ile Suriye’ye taşındığı savunuluyor.

“YER ALTI KAYNAKLARININ LİMİTİ VAR”

Bu arada bilim insanları, yeraltı su kaynaklarının bu denli hızlı azalmasının doğuracağı felaketlere dikkat çekti. Bu durumun, bölgede önümüzdeki yıllarda kuraaklığın yanı sıra, afetlere yol açabilecek yeraltı hareketlerine ve geniş alanlarda çökmelere yol açabileceğine dikkat çekti. Dicle Üniversitesi öğretim görevlilerinden inşaat yüksek mühendisi Yrd. Doç. Dr. Recep Çelik ise, yer altı sularının önemli bir rezervuar olduğuna değinerek, bu suların insanlığın geleceğindeki en önemli alternatif su kaynaklarından biri olduğunu söyledi. Yrd. Doç. Dr. Çelik, “Dünya nüfusunun hızla arttığını tarım alanlarının hızla azaldığını ve su ihtiyacının modernleşme ile beraber arttığını düşündüğümüz zaman, alternatif su kaynaklarına olan ihtiyaç daha çok artmaktadır. Yer altı suları her zaman kendini besleyen belli bir kapasitenin üzerinde elde edebildiğimiz bir kaynak değildir. Eğer biz yer altı sularını düzgün kullanamaz isek, ileride hızla yer altı su kaynaklarından da mahrum kalmış olacağız. Bismil ve Çınar gibi Dicle Nehri’nden pompajla su alınamayan tarımsal bölgelerde, yer altı suları köylüler için en önemli alternatif kaynak oldu. Burada bilinçsiz kullanım, bilinçsiz kuyu açımları, özellikle yağışların olmadığı yerlerde çok yoğun tüketim, yer altı sularında hızla değişim yapmaktadır” dedi.

Yrd. Doç. Dr. Çelik, “Yeraltı su seviyesi Bismil'de 40, Çınar’da ise 20 metreden fazla düşmüş durumda. Bizim bu yer altı su bütçesinde yağan yağış miktarı kadar suyu kullanmamız hayati değerdedir. Bunu da köylüler tespit edemez. İlgili kurumların bunu bir an önce tespit etmesi lazım. Yer altı sularının kötü bir özelliği var, bunu bir enerji ile elde etmeniz gerekiyor. Bu da büyük bir milli servet kaybıdır. Bunu da görmek lazım” diye konuştu.

ABDULKERİM KANTARCIOĞLU - SERVAN ALACABEY

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
İstanbul Villaya silahlı saldırı İstanbul’da bir iş adamının villasına silahlı saldırı gerçekleştirildi, zanlılardan birinin hem ateş edip hem o anları telefonla görüntülemesi güvenlik kamerasına yansıdı. İş adamının avukatı Adem Ay, "Önce tel örgüleri demir makasla kesiyor sonra evi tespit edip önündeki araçlara zarar veriyorlar. Müvekkil, ailesi, misafirleri zarar görme ihtimaliyle karşı karşıya kaldı. Bir şahıs hedef gözetmeksizin hem eve hem araçlara gelebilecek şekilde bir elinde telefon bir elinde silah eylemi gerçekleştiriyor. Çektiği video kaydını kimlere gönderdiği noktasında sorgulanması gerektiği kanaatindeyiz" dedi. İstanbul’un Sarıyer ilçesinde yaşayan bir iş adamının villasına 7 Aralık tarihinde sabah saatlerinde iddiaya göre ailesinin, çalışanlarının ve misafirlerinin bulunduğu sırada henüz bilinmeyen bir nedenle silahlı saldırı düzenlendi. Villanın çevresindeki demir tellerin kesilerek alana girildiği belirtilirken 2 zanlının çevreye ateş açtığı anlar güvenlik kamerasına saniye saniye yansıdı. Görüntülerde zanlılardan birinin hem ateş edip hem de yaşananları telefonla çektiği görüldü. Saldırı sonrası Sarıyer İlçe Emniyet Müdürlüğü olayla ilgili geniş çaplı inceleme başlatırken iş adamının Avukatı Adem Ay, saldırının öncesi ve sonrasına ilişkin konuştu. "Büyük bir zarar görme tehlikesi altında kaldı" Olaya ilişkin konuşan Avukat Adem Ay, "Öncesinde müvekkil İzmir’de alışveriş yapmak üzere şehir merkezine ulaştı. Alışverişini gerçekleştirirken ne yazık ki aracına bir saldırı yapıldı. Bu saldırıda plaka zarar görmesi ve aracın belli başlı yerlerinde ezikler mevcut. İstanbul ilindeki Sarıyer ilçesine bağlı olan bir semtte oturmakta. Buradaki saldırı çerçevesinde malına zarar veriliyor. Kendisinin evde bulunması, çocuğu ve ailesiyle evde ikamet etmesi sebebiyle büyük bir zarar görme tehlikesi altında kaldığını açıkça belirtmek isteriz. Biri misafir aracı olmak üzere toplamda 2 araç zarar görüyor ve bir kurşunlama olayı olarak gerçekleşiyor" şeklinde konuştu. "Bir elinde telefon bir elinde silah olmak üzere eylemi gerçekleştiriyor" Sözlerini sürdüren Avukat Ay, "Güvenlikli bir site olmasına rağmen sitenin içerisine giren şahıslar önce tel örgüleri demir makasla kesiyor. Kestikten sonra içeri kolay bir şekilde girip, evi tespit edip önündeki araçlara zarar veriyorlar. Müvekkil, orada bulunan ailesi ya da yurt dışından gelen misafirleri de zarar görme ihtimaliyle karşı karşıya kaldı. Sarıyer Emniyet Müdürlüğü’müze de teşekkür etmek isteriz çünkü desteklerinin yanımızda olduğunu her zaman hissettik. Olay, İzmir’deki olaydan hemen hemen 1 ay sonra gerçekleşti. Hem devletimize hem emniyet güçlerimize sonsuz bir inancımız var. Kişiler, edindiğimiz bilgiye göre şu anlık yakalanmadı. Ne yazık ki 2 şahıs birlikte hareket ederek 1 şahıs yukarı doğru çıkıyor, yan komşunun bahçesinden, yukarıdan araçları hedef alıyor. Diğer şahıs ise hedef gözetmeksizin hem eve hem araçlara gelebilecek şekilde bir elinde telefon bir elinde silah olmak üzere eylemi gerçekleştiriyor. O çektiği video kaydını kimlere gönderdiği noktasında sorgulanması gerektiği kanaatindeyiz" dedi.
Bitlis Van Gölü yüzeyinde ilginç görüntü şaşırttı Türkiye’nin en büyük gölü olan Van Gölü yüzeyinde oluşan köpüklenme ilginç görüntüler oluşturdu. Bitlis’in Tatvan ilçesine bağlı Adabağ köyünün Van Gölü açıklarında görünen köpüklenme böyle görüntülendi. Alkali karaktere sahip olduğu için köpüklenmeye yatkın olan Van Gölü yüzeyinde oluşan kilometrelerce uzunluğundaki beyaz köpüklenme akademisyen ve fotoğraf sanatçısı Veysel Akşahin tarafından görüntülendi. Van Yüzüncü Yıl Üniversite (YYÜ) Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Mustafa Akkuş, rüzgârların yoğun olduğu bu dönemde rüzgârlarla beraber yüzey suları ile dip suları, dip sularının kıyıya yakın yerlerde yer değiştirdiğini belirtti. Gölün altındaki karbonatça zengin suyun yüzeye doğru hareket ettiğini ifade eden Akkuş, rüzgarın etkisiyle köpürmeler oluştuğunu söyledi. Akkuş, "Van Gölü 3 bin 712 kilometre karelik yüzey alanı ile beraber ülkemizin en büyük gölü ve sahip olmuş olduğu su kalite kriterleri olaraktan özel bir ekosistem. Yani pH seviyesi 9.2’lerde, tuzluluk ise binde 21’lerde. pH seviyesinin yüksek oluşuyla beraber aynı zamanda dünyanın en büyük sodalı gölünü oluşturuyor. Alkali karaktere sahip olan Van Gölü’nün son günlerde Tatvan tarafında kıyıya yakın bölgelerinde köpüklenme olduğunu gösteren görüntüler görüyoruz. Yani adeta gölün yüzeyi kar yağmış gibi köpük öbeklerinden oluşuyor. Öncelikle alkali karakterdeki göller köpürmeye daha yatkın konumda bulunuyorlar. Özellikle rüzgârların yoğun olduğu bu dönemde rüzgârlarla beraber yüzey suları ile dip suları, dip suları kıyıya yakın yerlerde yer değiştiriyor. Yani alttaki karbonatça zengin su yüzeye doğru hareket ediyor. Yüzey daha planktonlarca yoğun, organik madde yüzeye geliyor ve Van Gölü’nün yüzeyinde biz köpürmeler olduğunu görüyoruz. Bu tip durumları hemen kirlilikle veya olumsuz bir durumla bağdaştırmak aslında doğru değil. Bu durum aslında Van Gölü’nün bize ne kadar özel bir ekosistem olduğunu gösteriyor. Alkali karakteriyle beraber Van Gölü adeta kıyıdaki insanlara görsel bir şölen oluşturuyor. Rüzgarla beraber dalgalar ortaya çıkıyor ve su köpürmeye başlıyor. Köpüren su ana akıntı hatlarıyla beraber hepsi birden bir alana toplanıyor ve akıntı yönünde harekete başlıyor. Bu elbette ki fotoğrafçılar ya da dron çekimi yapan insanlar için bulunmaz fırsatlardan birisi. İşte bu Van Gölü’nün ne kadar özel bir ekosistem olduğunun göstergelerinden birisi" dedi. (ÖO-MSA-Y
Eskişehir Eskişehir’de ‘Ortak Kimliğimiz ve Medeniyet Hafızamız’ başlıklı program Eskişehir’de Dünya Türk Dili Ailesi Günü anısına düzenlenen "Ortak Kimliğimiz ve Medeniyet Hafızamız" başlıklı program, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Taciser Tüfekçi Sivas Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi ve ilgi gördü. Türk dilinin tarihi derinliği, Türkoloji çalışmaları ve çağdaş dünyadaki yeri çok yönlü sunumlarla ele alındı. Programın sunuculuğunu diksiyon ve tiyatro eğitimcisi Şeker Aybala üstlendi. Etkinlikte günün anlam ve önemine ilişkin konuşmayı Anadolu Rektör Yardımcısı Erkan Erdemir yaptı. Açılış konuşmasını ise Edebiyat Fakültesi Dekanı Fuat Güllüpınar gerçekleştirdi. Program kapsamında Prof. Dr. Mehmet Mahur Tulum, Türk Dilinin ve Türkolojinin Tarihî Gelişimi üzerine kapsamlı bir sunum yaparak alanın akademik birikimini dinleyicilerle paylaştı. Ardından Prof. Dr. Zülfikar Bayraktar, ‘Rusya’da Türkler ve Türkoloji’ başlıklı sunumunda, Rusya Federasyonu’nda yaşayan Türk boylarının dil, kültür ve din politikalarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Bayraktar, ‘’Rusya’da Türkçeye ve Türk kültürüne artan ilgiye dikkat çekerek Türkçenin ‘Bir Dilden Fazlası, Bir Dostluğun Dili’ olduğunu’’ söyledi. Bayraktar konuşmasında, "Türkiye ve Rusya dostluğuna Türk dili ve kültürünün derin bir katkısı söz konusu. Türkçe, Rusya’da artık yalnızca kelimelerden ibaret bir dil değil; sıcaklık, empatî ve anlayışın ifadesi haline gelmiştir. Türkçeyi her yeni öğrenen, kültürel bağların bir temsilcisidir. Bu sürecin kazananı sadece dost iki ülke değil; ortak bir kültürel geleceği inşa eden genç kuşaklardır’’ dedi. Programın son bölümünde Doç. Dr. Ferdi Bozkurt, ‘Türk Dili için bireyler olarak neler yapabiliriz?’ sorusunu merkeze alan sunumunda, ‘’Dilin korunması ve yaşatılmasının yalnızca akademik çevrelerin değil, toplumun tüm kesimlerinin ortak sorumluluğu olduğuna dikkat çekti. Günlük hayatta Türkçenin doğru, özenli ve bilinçli kullanımının önemine değindi. Özellikle sosyal medya, dijital platformlar ve kamusal alanlarda dil hassasiyetinin artırılması gerektiğini’’ ifade etti. Program; akademisyenler, öğrenciler ve davetlilerin yoğun ilgisi ve katılımıyla tamamlandı. Etkinlik sonunda katılımcılar, ‘’Türk dilinin tarihi, kültürel ve toplumsal boyutlarını farklı perspektiflerden ele alan sunumların bilgilendirici ve ufuk açıcı oldu. Benzer programlar, Türk dili ve kültürü bilincinin güçlenmesine önemli katkılar sundu. Bu yönüyle program, ortak kimlik ve medeniyet hafızasının canlı tutulmasına yönelik anlamlı bir akademik ve kültürel buluşma olarak hafızalarda yer aldı’’ dediler.