TEKNOLOJİ - 26 Mart 2024 Salı 10:47

Türkiye’deki 38 farklı kazıdan toplanan 6 bin iskelet öğrencilerin ve bilimin hizmetinde

A
A
A
Türkiye’deki 38 farklı kazıdan toplanan 6 bin iskelet öğrencilerin ve bilimin hizmetinde

2013 yılından itibaren yaptıkları çalışmalar ile Türkiye’nin farklı bölgelerinde yapılan 38 kazıdan toplanan 6 binin üzerinde insan iskeleti arşivi ile MAKÜ Antropoloji Bölümü öğrencileri, tarihi görerek öğreniyor. Yapılan kazılarda elde edilen kemikler ve fosiller üzerinde yapılan çalışmalarda eski zamanlarda yaşanan bir cinayet ve kanserli hasta tespit edilirken bu bölgede yaşayan bir file ait tek örnek olan diş fosili ortaya çıkarıldı.



Geçmişten günümüze kadar birçok medeniyete ev sahipliği yapan ve binlerce antik kenti içinde barındıran Anadolu coğrafyası antropologlar için büyük bir çalışma ortamı oluşturuyor. Türkiye’deki birçok üniversite de Kültür ve Turizm Bakanlığı ile birlikte bu antik kentlerde çalışmalar yaparak tarihi gün yüzüne çıkarıyor. Yapılan bu çalışmalar sonucunda tarihe olan ilginin artmasıyla birlikte birçok üniversite de açılan Antropoloji bölümü, öğrencilerine teorik derslerin yanında kazı alanlarından toplanan farklı dönemlere ait kemiklerden oluşan arşivleriyle uygulamalı eğitimler veriyor.



Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversite Fen Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü Fiziki Antropoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Ahmet İhsan Aytek ve Doç. Dr. Alper Yener Yavuz da öğrencilerin antropoloji derslerini uygulayarak öğrenmeleri açısından üniversiteye büyük bir kemik arşivi oluşturmuş durumda. 2013 yılında başlayan Antalya Doğu Garajı kazısıyla birlikte birçok kazıda görev alan ve farklı medeniyetleri inceleme fırsatı bulan akademisyenler üniversite arşivine yaklaşık 38 kazıdan 6 bin bireyin üzerinde insan iskeleti kazandırdı. Bu iskeletler üzerinde öğrenciler ile birlikte yapılan incelemelerde çok önemli bulgular da elde eden akademisyenler Anadolu tarihine ışık tutmaya devam ediyorlar.



Yapılan çalışmalar ve oluşturulan arşiv hakkında bilgi veren Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Antropoloji Bölümü Fiziki Antropoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Ahmet İhsan Aytek; “Buradaki çalışmalarımız 2013 yılında başladı. Kars’tan Antalya’ya, Çorum’dan İzmir’e kadar Türkiye’nin birçok yerinde 30’dan fazla antik kentte çalışmalarımız devam ediyor. Bu antik kentlerden çıkan insan ve hayvan iskeletlerinin birçoğunu laboratuvarlarımızda çalışıyoruz. Bazılarını direkt antik kentlerde, bazılarını buraya getirip buradaki laboratuvarlarımızda çalışıyoruz. Şu anda yaklaşık 6 binin üzerinde bireye ait iskeletimiz var ve yine bu 2024 yılı içerisinde izinlerini beklediğimiz, buraya gelecek bireylerle bu yıl sonunda muhtemelen 7 bin bireyi geçeceğiz ki bu sayı da muhtemelen Türkiye’deki en büyük iskelet koleksiyonu haline getiriyor laboratuvarımızı. Elimizde Neolitik dönemden Bizans dönemine kadar çok farklı zaman aralıklarından hem insan hem hayvan iskeletleri var. İnsan iskeletlerinde yaş, cinsiyet gibi temel demografik verileri belirledikten sonra bireyler nasıl bir yaşam sürmüş, hangi çevre şartlarında yaşamış ve bazı durumlarda da bireylerin mesleğine kadar fikirler yürütebiliyoruz. Bireyle hangi hastalıkları yaşamış, ölüm sebepleri ne gibi yine önemli bilgileri de hem bireysel bazda hem de toplumsal bazda elde edebiliyoruz. Yine ilerleyen teknoloji ile beraber DNA çalışmaları gibi birçok önemli çalışmaları da gerçekleştirerek toplumlar hakkında çok önemli verilere ulaşabiliyoruz. Elimizdeki iskelet yoğunluğu genel itibari ile Muğla ve Antalya bölgesinden olmakla beraber Türkiye’nin birçok yerinden de farklı iskelet grupları üzerinde birçok çalışma gerçekleştiriyoruz. İnsan haricinde hayvan iskeletleri üzerinde de yine birçok çalışma gerçekleştiriyoruz. Böylelikle o kentlerde ne tür hayvanlar tüketilmiş, insan hayvan ilişkileri ne durumda, vahşi ya da evcilleştirilmiş hayvanların tüketimleri ile ilgili yine önemli bilgileri ortaya çıkarıyoruz.” dedi.



“En büyük iskelet nüfusu bizim üniversitemizde”


Yaptıkları çalışmalar sonrası elde ettikleri iskelet arşivi ile en büyük arşivin kendilerinde olduğunu dile getiren Doç. Dr. Aytek; “Türkiye’deki antropolojinin kurucu üniversitelerine baktığımızda Ankara Hacettepe ve İstanbul öne çıkan köklü üniversiteler. En geniş iskelet ağlarının buralarda olduğunu söyleyebiliriz. Ancak özellikle bizim burada son 4-5 yıl içerisinde hızlı gelişen iskelet sayımızın bu üniversiteleri de geçtiğini düşünüyoruz. Çünkü bu üniversitelerdeki hocalarla da genelde irtibat halindeyiz. Zaten küçük bir camia, birbirimizi tanıyoruz. Dolayısıyla şu anki insan iskelet bireyi açısından tabii ki her üniversiteyi tek tek sayamayız ama en kalabalık iskelet koleksiyonunun bizde olduğunu düşünüyoruz. 6 bin çok büyük bir sayı. Ankara’daki üniversitelerde dahi bu sayının olduğunu düşünmüyoruz. Genel olarak söyleyebiliriz ki en büyük iskelet nüfusu bizim üniversitemizdeki laboratuvarda mevcuttur.” şeklinde konuştu.



“Türkiye’nin önemli birçok kazı alanlarında çalışıyoruz”


Türkiye’deki farklı birçok kazı alanında çalıştıkları da söyleyen Doç. Dr. Aytek; “ Biz çalışmalarımızın büyük çoğunluğunu Muğla, Burdur ve Antalya’da ki antik kentlerde yapıyoruz. Örneğin Antalya’da Patara, Side, Aspendos gibi Türkiye’nin çok önemli kazalarında çalışıyoruz. Yine yakın zamanda Alanya Kalesi ve Syedra Antik Kenti’nde çalışmalar yaptık. Burdur’da kazı çalışmaları üniversitemizdeki hocalarımız tarafından yürütülen Kibyra Antik Kenti’nin iskeletleri de bizde. Muğla’ya baktığımızda yine Muğla tabii arkeolojik anlamda Türkiye’nin en zengin kenti. Yine çok önemli antik kentler olan Stratonikeia, Kaunos, Pedesa, Myndos gibi birçok antik kentin de antopolojik çalışmalarını biz yürütüyoruz. Ama tabi alanımız sadece bununla sınırlı değil. Karaman Ermenek’ten yine önemli iskeletlerimiz var, Çorum’daki yine Türkiye’nin en eski antik kentlerinden biri olan Alacahöyük’te çalışmalar gerçekleştiriyoruz.” açıklamasında bulundu.



“Geçen sene bir kanser türü ve bir cinayet tespit ettik”


İnsan kemikleri üzerinde yaptıkları çalışmalarda bir cinayeti ve kanser türünü bulduklarını belirten Doç. Dr. Ahmet İhsan Aytek; “İnsan ya da hayvan iskeletleri üzerinde yapılan çalışmalarda çok önemli bir grubu da patolojik çalışmalar oluşturuyor. Nasıl ki günümüzde birçok hastalık geçiyorsak ve bunlar bizim vücudumuza nasıl yansıyorsa insan iskeletleri üzerine de bazı hastalıklar yansımakta. Elimizde yine çok geniş bir patolojik seri var. Bununla ilgili çok önemli çalışmalar yaptık. Örneğin geçen sene Muğla ilinde bulunan bir bireyde bir kanser türü tespit ettik ve antik dönem için kayıt olarak bunu yayınladık. Bu da hem Muğla için hem de Türkiye antropolojisi için çok önemli bir yayındı. Uluslararası bir ekiple beraber dünyanın patoloji anlamdaki en iyi dergisinde yayınladık. Yine onun dışında birçok farklı patolojiye ait örnekler var. Yine Muğla’da Stratonikeia Antik Kenti’nde cinayete kurban gitmiş bir bireyin kafa tasındaki büyük bir kesi yine önemli bir dergide yayınladı. Bu tip patolojilerde antropolojik çalışmaların çok önemli bir bölümünü oluşturuyor.” sözlerini dile getirdi.



“Anadolu’da yaşayan bir fil türünün ilk örneğini bulduk”


Yapılan çalışmalar esnasında keşfedilen hayvan fosilleri arasında Anadolu’da yaşayan bir fil türünün ilk örneğini keşfettiklerini de söyleyen Doç. Dr. Aytek; “Antropolojik çalışmalarda iskeletlerin yanı sıra fosiller de yine çalışmalarımızın çok önemli bir bölümünü oluşturuyor. Türkiye’de Kültür ve Turizm Bakanlığı izniyle yapılan paleontolojik çalışmalar için antropologlar yetkilendirilmiş, yani bizler bu çalışmaları yürütüyoruz. Biz Denizli’de 2017-2020 yılları arasında beş yıllık yüzey araştırması gerçekleştirdik ve birçok farklı alanda önemli fosiller tespit ettik. Bunlardan en önemlisi de Tavas ilçesindeki Kayaca Fosil Lokalitesi’ydi. 2022 ve 2023 yılında da Denizli Müze Müdürlüğü başkanlığında yine bizimle beraber farklı disiplinlerden hocalarımızın bilimsel sorumluluğunda iki senedir orada kazı çalışmaları gerçekleştiriyoruz. Burada yaklaşık yedi ile dokuz milyon yıl arasında tarihlendirilen döneme ait birçok hayvana ait önemli fosiller bulduk. Bazıları Anadolu’da çok nadir fosiller. Hatta Beyağaç’ta bir file ait diş bulduk. Bu fil türünün Türkiye’deki ilk örneğini bulduk ve geçen sene 2023 yılında yine dünyanın en önemli dergilerinden birinde bu fili de yayınladık. Onun dışında alanda 30’a yakın farklı hayvan fosilleri bulduk. Bunlarla ilgili bilimsel çalışmalarımız devam ediyor.” dedi.


Laboratuvarda yaptıkları çalışmalar hakkında bilgi veren Doç. Dr. Alper Yener Yavuz ise; “Burada aslında yapılan çalışmaları üç ayrı disipline ayırabiliriz. Bunlar Zooarkeolojik çalışmalar, Paleontolojik çalışmalar ve Paleoantropolojik çalışmalardır. Paleoantropolojik çalışmalar kapsamında pek çok arkeolojik kazı ile birlikte çalışıyoruz. Çalıştığımız kazılardaki insan ve hayvan kemiklerini laboratuvarımıza ve depolarımıza getiriyoruz. Depolarımıza getirdikten sonra insan iskeletleri ve hayvan iskeletleri üzerinde antropolojik çalışmalarımızı yapıyoruz. Bunlarla ilgili bilimsel çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bunun yanı sıra yine kendi kazımız olan Denizli’deki Kayaca Fosil Lokalitesi’nden çıkan fosilleri de yine laboratuvarımızda çalışıyoruz.” diye konuştu.



“Anadolu’nun farklı yerlerinden yaklaşık 38 farklı kazıdan iskelet arşivimiz var”


Bir gazete başlığı ile başladıkları kazı çalışmalarından günümüze kadar 38 farklı kazıdan arşiv elde ettiklerini dile getiren Doç. Dr. Alper Yener Yavuz; “2009 yılında bir gazete haberinde gördüğümüz Antalya Doğu Garajı’nda yapılan “Arkeolojik Çalışmalar Başladı” başlıklı bir haberden sonra iletişime geçtik biz Antalya Müzesi ile. İlk başta kendimiz de kazıya dahil olduk, oraya gittik ve Doğu Garajı’nın gerçekten çok büyük bir nekropol alanı olduğunu gördük. Zaten müzesi de açılmak üzere ya da açıldı. Doğu Garajı ile birlikte birikmeye başlayan iskelet koleksiyonumuz şimdi 37 -38 farklı kazıya ulaşmış durumda. Bu kazılardan hem hayvan hem de insan iskeletlerimiz mevcut. Aslında biraz Doğu Garajı’ndan bahsetmek lazım burada. Çünkü Doğu Garajı belki de Türkiye’deki uzun süreli mezarlık olarak kullanılan en önemli yerlerinden bir tanesi. Yaklaşık olarak 2 bin 500 yıl Doğu Garajı bir metropol olarak kullanılmış. Yaklaşık 12-13 çeşit farklı mezar tipi ile karşılaşıyoruz. Hatta hala da Doğu Garajı’nın arka tarafı günümüzde de Geç Osmanlı Dönemi’nde de mezarlık olarak kullanılmış. Dolayısıyla oradan çok sayıda iskeletimiz var. Yine bunun yanı sıra da Anadolu’nun farklı yerlerinden yaklaşık 38 farklı kazıdan depolarımızda ve laboratuvarımızda çeşitli iskeletler var.” dedi.



Öğrenciler bu arşiv sayesinde birinci sınıftan itibaren iskeletler ile tanışmış oluyor”


Elde edilen arşiv sayesinde öğrencilerin birinci sınıftan itibaren iskeletler ile tanışıp uygulayarak öğrendiklerini söyleyen Doç. Dr. Yavuz; “Öğrenciler birinci sınıftan başlayan Osteoloji dersi ile birlikte iskeletler ile tanışmış oluyorlar, iskeletleri tanımış oluyorlar ve sadece insan iskeletlerinin değil bunun yanı sıra hayvan iskeletlerinin de olması sayesinde insan kemikleri ile hayvan kemiklerinin arasındaki farkları da çok erken dönemlerde öğrenmeye başlıyorlar. Dolayısıyla aslında şuradan bakmak lazım, birçok şeyi görselden görmekle elle ellemek arasında elle temasla öğrenmek arasında çok önemli bir fark var dolayısıyla birinci sınıfta öğrenciler bunun sonucuna varabiliyorlar. Bu da onlara büyük bir katkı sağlıyor” diyerek bu arşivin öğrenciler üzerindeki olumlu etkilerinden bahsetti.



Antropoloji bölümü için oluşturulan bu arşivin öğrenciler üzerindeki olumlu etkileri ilerleyen dönemlerde yapılacak kazılarda görev alacak olan geleceğin akademisyenlerinin artmasında büyük fayda sağlayacağı ön görülüyor.




Türkiye’deki 38 farklı kazıdan toplanan 6 bin iskelet öğrencilerin ve bilimin hizmetinde

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Ankara TZOB Başkanı Bayraktar: “Buğdayın maliyeti geçen yıla göre yüzde 62 arttı” Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, “Kuru şartlarda üretimi yapılan buğdayın ortalama maliyeti geçen yıla göre yüzde 62 oranında artarak kilogramı 10 lira 87 kuruş olarak tespit edildi” dedi. Türkiye Ziraat Odaları Birliği Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, buğday üretiminde hasat döneminin yaklaşmasını değerlendirdiği ve üreticilerin sorunlarını dile getirdiği bir basın açıklaması yaptı. “Ülkemizin hemen hemen her ilinde üretimi yapılan, tarımsal üretimin ve gıda sanayinin vazgeçilmez ham maddesi buğdayda hasada sayılı günler kaldı. Her yıl olduğu gibi bu yıl da çiftçilerimiz artan maliyet karşısında ürettiği üründen hak ettiği geliri elde etmeyi bekliyor” diyen Bayraktar, açıklamasını şöyle sürdürdü: “Buğdayda kültürel işlemlerin yoğun olduğu Ekim-Mart döneminde mazot fiyatı ortalama 23 lira iken bu yıl aynı dönemde yüzde 76 artışla ortalama 40 liranın üzerine çıktı. Mazot fiyatı son bir yılda ise yüzde 105 oranında artış gösterdi. Taban gübresinin yoğun olarak kullanıldığı Ekim-Kasım-Aralık aylarında ise DAP gübresinin ortalama fiyatı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 16, 20.20.0 gübresinin fiyat ise yüzde 22 oranında artış gösterdi. Şubat ve Mart ayında kullanılan ÜRE gübresinin fiyatı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 36 oranında arttı.” Ziraat odalarından aldıkları bilgiyi paylaşan Bayraktar, Türkiye genelinde geçen yıla göre arazi kira ücretlerinde yüzde 64, işçilik ücretlerinde ise yüzde 75’e varan oranlarda artış yaşandığını söyledi. “Buğdayın maliyeti geçen yıla göre yüzde 62 arttı” Bu yıl iklim değişikliğinin etkisiyle kış uykusundan erken uyanan tarla farelerinin birçok ilde ekili hububat alanlarını istila ettiğini belirten Bayraktar, “Bu durum zirai ilaç maliyetini geçtiğimiz yıla göre yüzde 52 oranında artırdı. Çiftçilerimizin buğday tohumunu attığı günden hasada kadar yapacağı harcamalar dikkate alınarak yapılan maliyet hesabında, kuru şartlarda üretimi yapılan buğdayın ortalama maliyeti geçen yıla göre yüzde 62 oranında artarak kilogramı 10 lira 87 kuruş olarak tespit edildi” diye konuştu. “Geçtiğimiz yıl Toprak Mahsulleri Ofisi üzerine düşen görevi yaparak çoğunluğu buğday olmak üzere 12 milyon tonun üzerinde hububat alımı gerçekleştirdi. Haliyle Toprak Mahsulleri Ofisi’nin depoları doldu. Son günlerde Toprak Mahsulleri Ofisi depolarının doluluğuna ve dünya buğday fiyatlarının düştüğüne yönelik açıklamalar çiftçilerimizi tedirgin ediyor. Bu doğrultuda Toprak Mahsulleri Ofisi’nin sorumluluğu geçmiş yıllara nazaran bu yıl daha da arttı” ifadelerini kullanan Bayraktar, Toprak Mahsulleri Ofisi’nin çiftçileri rahatlatacak buğday fiyatını bir an önce açıklaması gerektiğini aktardı. Değişen iklim şartlarının tarımsal üretimi her geçen yıl zorlaştırdığına dikkati çeken Bayraktar, şunları kaydetti: “Çiftçilerimiz her üretim döneminde önceden tahmin edemediği risklerle karşılaşıyor. Bu yıl üretim döneminin başladığı Ekim ayından itibaren toplam yağışlar ülke genelinde normalin üzerinde gerçekleşirken, artan sıcaklıklar farklı sorunları beraberinde getirdi. Bazı bölgelerde yağış ve beraberinde gerçekleşen aşırı sıcak hava artan nemle beraber buğdayda pas hastalığını artırırken, yine kış aylarının sıcak geçmesiyle artan fare popülasyonu çiftçilerimizi zora soktu.” Buğday üretiminin olduğu illeri sıralayan Bayraktar, “Buğday üretiminin yüzde 27,1’ini Afyonkarahisar, Çorum, Çankırı, Yozgat, Kırıkkale, Konya, Karaman, Samsun, Kastamonu, Karabük, Isparta, Uşak, Bilecik, Aydın ve Antalya oluşturuyor. 15 ilde yağışların yetersiz olması ve Nisan ayında 30 dereceyi geçen hava sıcaklıkları zarar riskini artırıyor. Bahar yağışlarının oldukça önemli olduğu buğdayda özellikle bu 15 ilde beklenen yağışların gerçekleşmemesi durumunda kuraklık bekleniyor” ifadelerini kullandı. “Tarımsal üretim tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de destekleniyor. Bu çerçevede buğday üreticisine de gübre mazot ve prim desteği başta olmak üzere destekleme ödemeleri yapılıyor. Ancak, ülkemizde destekler zamanında açıklanmıyor ve genel olarak çiftçilerimizin yoğun masraf yaptığı dönemde ödenmiyor” diyen Bayraktar, çiftçilerin buğday hasadından geçen yıl ki pirimi henüz alamadığını belirtti. 2022 yılında 19 milyon 750 bin ton buğday üretiminin 2023 yılında yüzde 11,4 artışla 22 milyon tona yükseldiğini hatırlatan Bayraktar, şu ifadelere yer verdi: “Bu üretim artışına rağmen ithalatımızda artış gösterdi. 2022 yılında 8 milyon 822 bin ton olan buğday ithalatımız üretimimizdeki artışın üzerinde yüzde 35 artışla yaklaşık 11 milyon 700 bin ton seviyesine yükseldi. Ülkemiz 2023 yılında yapmış olduğu buğday ithalatının yüzde 75’ini Rusya, yüzde 22’sini Ukrayna’dan gerçekleştirdi.” Türkiye’de artan nüfusa pareler olarak buğday talebinin de arttığını kaydeden Bayraktar, şöyle konuştu: “Buğdayda yurt içi ihtiyacımız dikkate alındığında buğday tüketimimiz 19,4 milyon ton seviyelerindedir. Dolayısıyla dünya genelinde ve ülkemizde buğday üretiminde azalma olduğunda ekmek fiyatları başta olmak üzere unlu mamuller fiyatlarındaki artış, tüm kesimleri etkiliyor. Buğday üretiminde sürdürülebilirliği sağlamak, ithalata olan bağımlılığı azaltmak gerekiyor. Bu nedenle üreticilerimizi her koşulda üretime teşvik etmek amacıyla gerekli tedbirler zamanında alınmalıdır.”
Ankara TZOB Başkanı Bayraktar: “Buğdayın maliyeti geçen yıla göre yüzde 62 arttı” Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, “Kuru şartlarda üretimi yapılan buğdayın ortalama maliyeti geçen yıla göre yüzde 62 oranında artarak kilogramı 10 lira 87 kuruş olarak tespit edildi” dedi. Türkiye Ziraat Odaları Birliği Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, buğday üretiminde hasat döneminin yaklaşmasını değerlendirdiği ve üreticilerin sorunlarını dile getirdiği bir basın açıklaması yaptı. “Ülkemizin hemen hemen her ilinde üretimi yapılan, tarımsal üretimin ve gıda sanayinin vazgeçilmez ham maddesi buğdayda hasada sayılı günler kaldı. Her yıl olduğu gibi bu yıl da çiftçilerimiz artan maliyet karşısında ürettiği üründen hak ettiği geliri elde etmeyi bekliyor” diyen Bayraktar, açıklamasını şöyle sürdürdü: “Buğdayda kültürel işlemlerin yoğun olduğu Ekim-Mart döneminde mazot fiyatı ortalama 23 lira iken bu yıl aynı dönemde yüzde 76 artışla ortalama 40 liranın üzerine çıktı. Mazot fiyatı son bir yılda ise yüzde 105 oranında artış gösterdi. Taban gübresinin yoğun olarak kullanıldığı Ekim-Kasım-Aralık aylarında ise DAP gübresinin ortalama fiyatı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 16, 20.20.0 gübresinin fiyat ise yüzde 22 oranında artış gösterdi. Şubat ve Mart ayında kullanılan ÜRE gübresinin fiyatı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 36 oranında arttı.” Ziraat odalarından aldıkları bilgiyi paylaşan Bayraktar, Türkiye genelinde geçen yıla göre arazi kira ücretlerinde yüzde 64, işçilik ücretlerinde ise yüzde 75’e varan oranlarda artış yaşandığını söyledi. “Buğdayın maliyeti geçen yıla göre yüzde 62 arttı” Bu yıl iklim değişikliğinin etkisiyle kış uykusundan erken uyanan tarla farelerinin birçok ilde ekili hububat alanlarını istila ettiğini belirten Bayraktar, “Bu durum zirai ilaç maliyetini geçtiğimiz yıla göre yüzde 52 oranında artırdı. Çiftçilerimizin buğday tohumunu attığı günden hasada kadar yapacağı harcamalar dikkate alınarak yapılan maliyet hesabında, kuru şartlarda üretimi yapılan buğdayın ortalama maliyeti geçen yıla göre yüzde 62 oranında artarak kilogramı 10 lira 87 kuruş olarak tespit edildi” diye konuştu. “Geçtiğimiz yıl Toprak Mahsulleri Ofisi üzerine düşen görevi yaparak çoğunluğu buğday olmak üzere 12 milyon tonun üzerinde hububat alımı gerçekleştirdi. Haliyle Toprak Mahsulleri Ofisi’nin depoları doldu. Son günlerde Toprak Mahsulleri Ofisi depolarının doluluğuna ve dünya buğday fiyatlarının düştüğüne yönelik açıklamalar çiftçilerimizi tedirgin ediyor. Bu doğrultuda Toprak Mahsulleri Ofisi’nin sorumluluğu geçmiş yıllara nazaran bu yıl daha da arttı” ifadelerini kullanan Bayraktar, Toprak Mahsulleri Ofisi’nin çiftçileri rahatlatacak buğday fiyatını bir an önce açıklaması gerektiğini aktardı. Değişen iklim koşullarının tarımsal üretimi her geçen yıl zorlaştırdığına dikkati çeken Bayraktar, şunları kaydetti: “Çiftçilerimiz her üretim döneminde önceden tahmin edemediği risklerle karşılaşıyor. Bu yıl üretim döneminin başladığı Ekim ayından itibaren toplam yağışlar ülke genelinde normalin üzerinde gerçekleşirken, artan sıcaklıklar farklı sorunları beraberinde getirdi. Bazı bölgelerde yağış ve beraberinde gerçekleşen aşırı sıcak hava artan nemle beraber buğdayda pas hastalığını artırırken, yine kış aylarının sıcak geçmesiyle artan fare popülasyonu çiftçilerimizi zora soktu.” Buğday üretiminin olduğu illeri sıralayan Bayraktar, “Buğday üretiminin yüzde 27,1’ini Afyonkarahisar, Çorum, Çankırı, Yozgat, Kırıkkale, Konya, Karaman, Samsun, Kastamonu, Karabük, Isparta, Uşak, Bilecik, Aydın ve Antalya oluşturuyor. 15 ilde yağışların yetersiz olması ve Nisan ayında 30 dereceyi geçen hava sıcaklıkları zarar riskini artırıyor. Bahar yağışlarının oldukça önemli olduğu buğdayda özellikle bu 15 ilde beklenen yağışların gerçekleşmemesi durumunda kuraklık bekleniyor” ifadelerini kullandı. “Tarımsal üretim tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de destekleniyor. Bu çerçevede buğday üreticisine de gübre mazot ve prim desteği başta olmak üzere destekleme ödemeleri yapılıyor. Ancak, ülkemizde destekler zamanında açıklanmıyor ve genel olarak çiftçilerimizin yoğun masraf yaptığı dönemde ödenmiyor” diyen Bayraktar, çiftçilerin buğday hasadından geçen yıl ki pirimi henüz alamadığını belirtti. 2022 yılında 19 milyon 750 bin ton buğday üretiminin 2023 yılında yüzde 11,4 artışla 22 milyon tona yükseldiğini hatırlatan Bayraktar, şu ifadelere yer verdi: “Bu üretim artışına rağmen ithalatımızda artış gösterdi. 2022 yılında 8 milyon 822 bin ton olan buğday ithalatımız üretimimizdeki artışın üzerinde yüzde 35 artışla yaklaşık 11 milyon 700 bin ton seviyesine yükseldi. Ülkemiz 2023 yılında yapmış olduğu buğday ithalatının yüzde 75’ini Rusya, yüzde 22’sini Ukrayna’dan gerçekleştirdi.” Türkiye’de artan nüfusa pareler olarak buğday talebinin de arttığını kaydeden Bayraktar, şöyle konuştu: “Buğdayda yurt içi ihtiyacımız dikkate alındığında buğday tüketimimiz 19,4 milyon ton seviyelerindedir. Dolayısıyla dünya genelinde ve ülkemizde buğday üretiminde azalma olduğunda ekmek fiyatları başta olmak üzere unlu mamuller fiyatlarındaki artış, tüm kesimleri etkiliyor. Buğday üretiminde sürdürülebilirliği sağlamak, ithalata olan bağımlılığı azaltmak gerekiyor. Bu nedenle üreticilerimizi her koşulda üretime teşvik etmek amacıyla gerekli tedbirler zamanında alınmalıdır.”
Bursa Yıllardır hurdadaydı, 1938 model otobüsün son hali göz kamaştırdı Bursa’da yaşayan Akman ailesi, kendi kurdukları işletmesinde 50 yıldır otobüs tamir ediyor. Müşterilerinin talebi üzerine hurdalıktan çıkan otobüsleri restore eden aile ilk günkü ihtişamına geri döndürüyor. İşletmeye ilk geldiğinde ‘tavuk kümesini andıran 1938 model Berner Alpenwagen marka otobüs, restore edilerek orijinal görünümüne kavuşturuldu. Bursa’da 50 yıldır kendi kurdukları işletmelerinde otobüs tamir eden Akman ailesi, antika otobüsleri restore ederek ilk günkü haline kavuşturuyor. Üretildiği günden bu yana tasarımlarıyla herkesin dikkatini çeken otobüsler, tepeden tırnağa yenilenerek görenlerin gözlerini kamaştırıyor. Uzun yıllar önce üretimi durdurulan otobüslerin eksik veya kullanılamaz hale gelen parçaları yeniden kalıp dökülerek orijinal halini bozmadan tamamlanıyor. Bir müşterilerinin talebi üzerine yurt dışından getirilen 1938 model Berner Alpenwagen marka otobüs yaklaşık 1 yıl süren emekle ilk günkü ihtişamına kavuştu. İlk geldiğinde kullanılamaz halde olan otobüsün bazı parçaları yurt dışından gelirken, birçok parça da orijinalliği bozulmadan aynısı üretildi. Yolcu taşıma kısmı tamamen ahşaptan oluşan otobüsün karoseri sökülerek orijinal tasarımındaki gibi yeniden ahşaptan üretildi. Ayrıca 22 yolcu taşıma kapasiteli otobüsün çalışamaz durumdaki motor ve mekanik aksamları için yurtdışından parça getirilerek ilk günkü haline dönüştürüldü. Yolcu kısmı tamamen ahşaptan oluşuyor Mercedes’ten lisans alınarak yapılan otobüsün yolcu taşıma kısmının tamamen ahşap üretim olduğunu belirten işletme sorumlusu Celal Akman, “Otobüs üzerinde inceleme yaptığımızda 1928 model olduğunu tespit ettik. Otobüsün evraklarında 1938 model Berner marka bir araç. Mercedes’ten lisans alınarak yapılan benzinli bir araç. O dönemlerde yapıldığına bakarsak mükemmel bir otobüs. Orijinal motorunu revize ederek tekrar çalıştırdık ve yürür hale getirdik. Bütün aksamlarını tamamen orijinale en yakın şekilde fabrikadan çıktığı gibi yapmaya çalıştık. Şoför ve yolcu bölümünden oluşuyor. O dönemlerde yolcu taşımak için bir otobüs yapılmamış, yolcu bölümü ve şoför bölümü ayrı. Şoförle cam aralığından görüşülebiliyor. Arkadaki yolcu bölümü tamamıyla ağaçtan yapıldı. Tavanı ve tabanı ağaçtan oluyor. Yan camları safari tipi” dedi . Eksik parçalar yeniden üretildi Otobüsün bazı parçalarının yurt dışından temin edildiğini ve birçok eksik parçanın da yeniden üretildiğini ifade eden Akman, “Bizim hem tecrübemiz hem de kalitemiz var. Bazı ürünleri elde yapabiliyoruz ya da yaptırabiliyoruz. O dönemlerde bütün araçlar tamamıyla metal değildi. Alüminyum daha kolay işlenebildiği için alüminyum parçalar da var. Bazı aksamları ağaç olan yerler var. Zamanında alüminyum çıtalar kullanılmamış ağaç mobilya çıtalar kullanılmış. Bizde ona göre yapıyoruz. Aslına uygun olarak yapmaya çalışıyoruz. Bizim yaptığımız araçlar ekspertize gidiyor. Yüzde 90 oranında aynı orijinalliği yapmaya çalışıyoruz. Eski zamanlar yıldız başlı değil düz başlı vida kullanılmış. Cıvatalarına kadar özel yaptırıyoruz. Bunlar maliyetler doğru orantılı. Biz orijinalliğe dikkat ettiğimiz için her şeyi en ince ayrıntısına dikkat ederek yapıyoruz” ifadelerini kullandı. “Otobüs ilk geldiğinde tavuk kümesi gibiydi” 84 yıllık otobüsün ilk geldiği gün tavuk kümesini andırdığını söyleyen Akman, “Otobüs ilk geldiğinde tabiri caizse tavuk kümesi gibiydi. Arka tarafı neredeyse hiç yoktu. Ön tarafta ağır deformasyonlar vardı. Arka tarafında yolcu döşemeleri hiç yoktu. Bu araçlara meraklı olan insanlar gördüklerinde onlar bile gıptayla bakıyor. Bizde yaptığımız ürünlerin taktir edilmesiyle mutlu oluyoruz. Yapım aşaması bayağı uzun sürdü. Motor ve mekanik aksamları çalışamaz durumdaydı. O parçaları yurtdışından getirtmek zorunda kaldık. Restorasyonu ortalama 1 yılı buldu. Bizim diğer yaptığımız araçlarda bu kadar uzun bir süreç yok. Bu araçta yaşadığımız parça sıkıntısından dolayı bu süreç uzadı” şeklinde konuştu. (AB-
Mersin Otizmli genç, geçen yıl da doğum gününde darbedilmiş Mersin’de özel bir engelli bakım merkezinde darbedilen 20 yaşındaki otizmli gencin annesi Muazzez Ünal, "Efe’nin ilginç tarafı geçen yıl da doğum gününde dövülmesiydi, bu yıl da doğum gününde dövüldü" dedi. Anne Muazzez Ünal gazetecilere yaptığı açıklamada, 24 Ocak’ta gerçekleşen olayı tesadüfen öğrendiklerini söyledi. Merkezde kalan oğlu ile haftada bir kez telefonla görüntülü görüşme hakları olduğunu belirten Ünal, "O sırada gördük; Efe baygın halde ve gözü şişmişti. Bunun üzerine karakola gideceğimizi bildirdik. Kurum sahipleri çok sinirlendi. ’Karakola gittiğiniz anda çocuğunuzu buradan almak zorunda kalırsınız’ gibi söylemlerde bulundular" diye konuştu. "Olay rapora ’basit yaralama’ olarak girmiş" Buna rağmen karakola gittiklerini ve hastaneden rapor aldıklarını ifade eden Ünal, olayla ilgili şöyle konuştu: "Olay rapora ’basit yaralama’ olarak girmiş. Akabinde de çok kısa sürede mahkeme süreci oldu. Mahkeme bir haftada bitti zaten. Verilen ceza onca eziyete rağmen; Efe’nin göğsüne sürekli oturması ki otizmli bir bireye dokunmak onu çok çıldırtır ama Efe’ye dakikalarca dokunuyor, küfürler ediyor, üzerinde git geller yapıyor. Efe daha da çok sinirleniyor. Göğüs kafesinde daralmalar oluyor, nefesi daralıyor. Ama hala Ali ısrarla hareketlerine devam ediyor. Sonra ’gözüm patladı’ diyor. İyi mi oldu falan o sözler var küfürlerin arasında. İşte en sonunda sonra bırakıyor Ali. Pes ettikten sonra da çok normal bir şeymiş gibi git elini yüzünü yıka, ağzını çalkala gel diyor. Arkasından gidiyor lavaboya, ağzını hemen çalkalıyor geliyor. Onlar için yani diğer engelli bireyler de öyle bakıyor. Biri de hatta anahtarı alıp kapıyı açıyor. Onlar için bu normal bir şiddet. Ali’nin çok profesyonelce dövmesi de çok ilginç. Yani bu iş sürekli, istikrarlı bir şekilde yapılmış diye düşünüyoruz. Çünkü çocuklar da hiç tepki vermiyorlar." Geçen yıl da doğum gününde dövülmüş Oğlunun bu yıl 24 Ocak olan doğum gününde darbedildiğini belirten anne Ünal, "Ama Efe’nin ilginç tarafı geçen yıl da doğum gününde dövülmesiydi, bu yıl da doğum gününde dövülmesi. Geçen yıl örtbas etmişlerdi; kolumuz çarptı falan diye. Aynı şey bu yıl da oldu. Hep doğum günlerinde oluyor. Çünkü video kayıtları var elimizde. Doğum günü pastasını götürdüğümüzde gözü yine aynı şişmişti. O zaman şikayetçi olmadık, dirseği çarptı diye. Ama bu defa şikayet etmek zorunda kaldık" diye konuştu. "Onca eziyete rağmen 12 ay çok az" Mahkemede sanık Ali K.’ye ’beden ve ruh bakımından kendisini savunamayacak kişiye karşı basit yaralama suçu’ndan 8 ay hapis cezası verilmesi, suçun, yüzde 94 engelli kişiye karşı işlenmesi nedeniyle cezanın 12 aya yükseltilmesini de değerlendiren anne Ünal, "Onca eziyete rağmen 12 ay çok az. Zaten 2 ayını yattı kapalı cezaevinde, 10 ayda açık cezaevinde yatacak. Yani telefonla ailesiyle de görüşecek, dışarıya da çıkacak. Normal bir insan gibi diğer bireylerinin yanında normal yaşantısına devam edecek" ifadelerini kullandı. "Hayatımız hep dramaydı bizim" Olayla ilgili görüntüleri izlediği andaki düşüncelerini sorulması üzerine anne Ünal, "Orada zaten bitiyorsunuz. Hayatımız hep dramaydı bizim. Ben bedensel engelli bir bireyin kızıydım. Sonra da zihinsel engelli bir çocuğun annesi oldum. Hayatımızda hep travmalar vardı. Ama bir travma geçirdik yani. Enteresan taraflarından biri de olay sonrası Efe hiç psikologla görüştürülmemiş. Bizimle de hiç iletişime geçilmedi. Bu her şey normal sürecinde devam etti. Tabii istinafa müracaat edeceğiz. Hatta işlemler başlatıldı" dedi. "Bakımevleri çoğaldıkça bu tip problemler de daha fazla olacak" Yetkililere de çağrıda bulunan Ünal, "Her 36 çocuktan biri maalesef otizmli. Artık bir yapılandırma istiyoruz. Adı üstünde bunlar özel çocuklar. 20 yaşında ama hala beyin olarak 5 yaş, 3 yaş çocuğu. Kanunlarda bir değişiklik istiyoruz. Çünkü bakım evleri çoğaldıkça bu tip problemler de daha fazla olacak" diye konuştu. Oğlu halen aynı engelli bakım merkezinde kalan Ünal, merkezin yetkilileri ile telefonda görüştüklerini ve "Bir an önce çocuğunuzu buradan alın istemiyoruz" dediklerini sözlerine ekledi. Sanığa 12 ay ceza verilmişti Mersin 18. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmada, başka suçtan tutuklu sanık Ali K.’ye hakim ’beden ve ruh bakımından kendisini savunamayacak kişiye karşı basit yaralama suçu’ndan 8 ay hapis cezası verilmiş, suçun yüzde 94 engelli kişiye karşı işlenmesi nedeniyle ceza 12 aya yükseltilmişti. Engelli bakım merkezinde yaşanan şiddet olayı, merkezin güvenlik kameralarına saniye saniye yansımış, görüntülerde; bakımevi görevlisinin, yaklaşık 8 dakika boyunca engelli gence şiddet uyguladığı anlar yer almıştı.
Zonguldak Hüseyin usta tezgahın başında mesleğin son ustalığını sergiliyor Zonguldak’ın Devrek ilçesinde kalaycı ustası Hüseyin Macit Çekeneci, mesleğini teknolojiye rağmen sürdürüyor. Devrek tarihini yansıtan ve bakır, kap-kacak, ibrik, tas, tabak, kazan gibi bakır mutfak eşyalarını kullanırken insanı zehirlememesi için yapılan kalay işlemini 68 yaşındaki Hüseyin Macit Çekeneci sürdürüyor. İlçede kalaycılık mesleğini seyyar ve yerleşik olarak yapan esnaf sayısı 1960’larda 23 iken şimdilerde son iki ustayla sürdürülüyor. 68 yaşındaki Hüseyin Macit Çekeneci 48 yıldır bu mesleği yaparak zamana direnen son iki ustadan birisi oldu. Kalaycı ustası Çekeneci; geçmiş zamanda Devrek’te sayılarının seyyar ve dükkan olmak üzere 23 olduğunu, kalaycıların olduğu sokağa girildiğinde çekiş seslerinden geçilmediğini hatırlattı. "Bizden sonra devam ettirecek çırak yok" Babasından devraldığı işyerinde 85 yıldır mesleğin yaşatılmaya çalışıldığını ifade Çekeneci, "Ben bu mesleği 1973 yılında 17 yaşımda liseden ayrıldıktan sonra babamın yanında başladığım zamandan beri yapıyorum. Askerden sonra da bu mesleği bırakmayarak devam ettim. Bu sokakta 12 belki de daha fazla kalaycı dükkanı vardı. Sokağa girdiğiniz zaman alışkın değilseniz çekiç seslerinden duramazdınız. İnsanların zamanla bakır mutfak eşyası kullanmayı bırakmasıyla birlikte sokağı inleten çekiç sesleri de zamanla azaldı. Şimdi bu mesleği yapan iki kişi kaldık. Bizlerde bırakırsak bu meslek ölmüş olacak. Bu meslek çok güzel bir meslek bu bakırlarda pişen yemeğin tadını hiçbir alüminyum, çelik vermez. Bir kalaycı ustası en az 7-8 defa kalay atacağı ürünü elden geçirir. Kalay için gelen bir bakır önce kostik asit daha sonra tuz ruhu ile sürtme işini yaparak parlatıp dogrultarak kalaya hazır hale getirip meslegi devam ettirmekteyiz. Bizler artık bu mesleğin son dönemlerindeyiz bizlerde bıraktıktan sonra bir çırak yok. Artık bu meslek Türkiye’de azalıyor” dedi.