SAĞLIK
29 Kasım 2024 Cuma - 15:50 ERÜ Hastanelerinde, “Sizce Tıbbi Hata Var mı? Olgu Örnekleriyle” Konulu Konferans Erciyes Üniversitesi (ERÜ) Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı tarafından düzenlenen “Sizce Tıbbi Hata Var mı? Olgu Örnekleriyle” konulu konferans düzenlendi. Gevher Nesibe Hastanesi Başhekimlik Toplantı Salonunda düzenlenen konferansa davetli olarak Üsküdar Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Uzman Bilir Kişi Prof. Dr. Halil Koyuncu sunumuyla “Sizce Tıbbi Hata Var mı? Olgu Örnekleriyle” konulu konferans verildi. Konferansa Tıp Fakültesi öğretim üyeleri ile araştırma görevlileri katıldı. ERÜ Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. İsa Cüce’nin giriş konuşmalarının ardından, Prof. Dr. Halil Koyuncu’nun sunumuna geçildi. Prof. Dr. Halil Koyuncu, Tıbbi hataların neler olabileceğine değinerek; hekimin hastaya müdahalesi, hastada meydana gelen zarar, hastada meydana gelen zararda hekimin hata-kusuru, yetersiz tetkik, aydınlatma-bilgilendirme ve yönlendirme ile konsültasyon eksiklikleri, kayıtların düzgün olmaması ile zarar ve kusurlu eylem arasındaki illiyet bağı hakkında bilgiler verdi. Tıbbi uygulamada tarafların kimler olduğunu, tarafların özelliklerini, tıbbi uygulama hatası (malpraktis) ile sonuçları hakkında bilgi veren Prof. Dr. Halil Koyuncu, tıbbi uygulama hatalarının en çok hangi uzmanlık alanlarında dağıldığını, sağlık çalışanlarının kusur nedenlerinin dağılımları ile tıbbi hataların diğer hastalık ölümlerindeki sıralamalarına da değindi. Prof. Dr. Halil Koyuncu, son söz olarak; hekimin öncelikle hastaya zarar vermeden, tıbbi müdahale süreçlerini iyi yönetmesi, yapılan her müdahalenin hukuka ve tıbba uygun olması, her yazılanın yapılması her yapılanın da yazılması, akıl almaktan kaçınılmaması gerektiği ile görev, yetki ve sorumlulukların bilincinde olunması gerektiğini söyledi.
29 Kasım 2024 Cuma - 15:29 Van’da gebe okulunda anne adaylarına eğitim Van Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Sağlık Bakanlığı tarafından başlatılan “Normal Doğumu Teşvik” programı kapsamında açılan gebe okulunda anne adaylarına yönelik eğitimler düzenliyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın öncülüğünde yürütülen proje çerçevesinde gebelik süreci, doğum ve lohusalık dönemi hakkında bilgi sahibi olmak isteyen anne adayları, hastanede verilen eğitimlere yoğun ilgi gösteriyor. Gebe okulu, uzman doktorlar ve eğitim hemşireleri eşliğinde anne adaylarına sağlıklı bir gebelik süreci geçirmeleri için ihtiyaç duydukları bilgileri sunuyor. Eğitimlerde ayrıca normal doğumun avantajları ve önemi vurgulanıyor. Konuya ilişkin konuşan Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Mert Cenker Güney, normal doğumun anne ve bebek sağlığı açısından birçok avantaj sunduğunu belirtti. Dr. Güney, “Bizim için gebelerin takibinde doğum şekli açısından önemli olan anne ve bebek sağlığı açısından hızlı iyileşmeyi sağlayan ve anne bebek arasındaki bağı güçlendiren doğum şekli normal doğumdur. Elbette her gebenin durumuna göre değişebilmektedir. Öncesinde herhangi bir operasyon olup olmamasına veya annenin riskli gebelik durumlarına bağlı olarak doğum şekli değişebilmektedir. Ancak şartlar mümkünse ve herhangi bir engel yoksa biz doktorların anne bebek sağlığı için öncelikli olarak olmasını istediğimiz ve desteklediğimiz yöntem vajinal doğum olarak gerçekleşmektedir” dedi. Sezaryen doğumun zorunlu durumlarda tercih edildiğini, normal doğumun ise bebekte akciğer gelişimini desteklediğini dile getiren Güney, “Normal doğumda akciğer motivasyonu gelişmiş bir bebek, anne kanalından belli bir strese girerek çıkabiliyor ve böylece yeni doğan yatış oranında azalma görülebiliyor. Bunun dışında normal doğum yapan bir anne, 24 saat içerisinde taburcu edilebiliyor. Sezaryen doğumda bu oran 48 saate çıkabiliyor. Bireyin sezaryen olması gereken durumlar da olabiliyor. Örneğin preeklampsi dediğimiz halk arasında ‘gebelik zehirlenmesi’ diye bilinen durumlarda veya bebeğin ters geldiği, ikiz gebelik gibi durumlarda sezaryen yapma ihtimalimiz annenin sağlığı ve bebeğin de hayatını tehlikeye atmamak adına daha önemli. Ancak normal doğumda şartlar elverişli ise, bebek çok büyük değilse, annenin herhangi bir ek hastalığı yoksa, sıkıntı oluşturabilecek bir süreç değilse, bebeğin doğumhanedeki takibi normal bir seyirde devam edebiliyorsa bizim önerdiğimiz doğum şekli normal doğum oluyor” diye konuştu.
29 Kasım 2024 Cuma - 15:16 ESOGÜ Hastanesi’nde Dünya AIDS Günü etkinliği düzenlendi Eskişehir Osmangazi Üniversitesi (ESOGÜ) Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesi’nde farkındalık oluşturma amaçlı ‘Dünya AIDS Günü’ etkinliği gerçekleştirildi. Etkinliğe ESOGÜ Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Elif Doyuk Kartal, Hastane Başhekim Yardımcısı Prof. Dr. Pınar Yıldız, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı öğretim üyeleri Prof. Dr. Nurettin Erben ve Dr. Öğr. Üyesi Hasip Kahraman katılım sağladı. Etkinlikte Tıp Fakültesi öğrencileri hastalar ve hasta yakınlarına bilgilendirici broşürler dağıtırken, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Elif Doyuk Kartal açıklama yaptı. Kartal, yaptığı açıklamada, “Bu yıl 1 Aralık Dünya AIDS Günü, UNAIDS öncülüğünde ‘Doğru yolu seç: Sağlığım, hakkım!’ temasıyla anılıyor. Herkesin insan haklarını korumak, evrensel HIV bakımına ulaşmak ve erişim engellerini ortadan kaldırmak HIV enfeksiyonunun sonlandırılmasında çok önemlidir. UNADIS 2024 küresel verilerine göre dünyada 2023 yılı itibarı ile 39,9 milyon insan HIV ile yaşamakta olup, 2023 yılında 1,3 milyon yeni enfeksiyon tanımlanmış, yaklaşık 630 bin kişi HIV bağlantılı nedenlerle ölmüştür. 2023 yılında HIV’e yakalanan insanların neredeyse yarısının Doğu ve Güney Afrika ile Batı ve Orta Afrika’da yaşamakta olduğu rapor edilmiştir. 2025 yılı için yeni HIV enfeksiyonları 370 bin olarak öngörülmüş, yıllık HIV ilişkili ölümlerin ise 250 binin altına düşürülmesi hedeflenmiştir. Ülkemizde Sağlık Bakanlığı resmi verilerine göre 8 Kasım 2023 itibariyle bin 728 olgu raporlanmıştır. 17 olgu vefat etmiştir. Olguların yüzde 84,2’si erkektir. En fazla 25-29 ve 30-34 yaş gruplarında görülmektedir. Bulaşma yolu bildirilen vakalar içerisinde cinsel yolla bulaşma yüzde 95,6 oranındadır. Dünya çapında, yetişkin nüfus arasındaki ortalama HIV yaygınlığı yüzde 0,7’dir. Ancak riskli gruplar arasında daha yüksektir. Seks işçilerinde yüzde 2,5, eşcinsel erkekler ve erkeklerle seks yapan diğer erkeklerde yüzde 7,5, damar içi uyuşturucu kullananlarda yüzde 5,0, trans bireylerde yüzde 10,3, cezaevlerindeki kişilerde yüzde 1,4’ tür. Dünyada 2023 itibariyle HIV ile yaşayan bireylerin yüzde 86’sı durumundan haberdar olup bunların yüzde 89’u tedaviye erişebilmektedir. Tedaviye erişenlerin yüzde 93’ünde viral baskılanma sağlanmaktadır. 2023 yılı itibariyle 9,3 milyon hastanın ise hala tedaviye erişimi mümkün olamamıştır. Küresel çapta maalesef tedaviye erişimde eşitsizlikler mevcuttur. Günümüzde HIV enfeksiyonu artık hizmetlere yeterli erişim olduğu sürece etkili bir şekilde yönetilebilen kronik bir hastalık haline gelmiştir. Ancak yaşam boyu tedavi, hem HIV ile yaşayan bir kişi hem de sağlık sistemleri için bir yüktür. Aşısı olmadığı için tedavi hala bir önceliktir. Mevcut tedaviler ve elbette tedaviye uyum ile viral yükü baskılamanın sürdürülmesi ile hem hastalığın kontrolü hem de yeni bulaşları engellemek mümkün hale gelmiştir. İlaç tedavisi altında virüs kanda belirlenemez hale geldiğinde ve bu durum sürdürülebildiğinde cinsel eşlerine HIV bulaştırma riski sıfır olduğu kabul edilmektedir. Dünya genelinde yeni HIV vaka sayısı giderek azalmaktadır. Ülkemizde yapılan bir analiz çalışmasında en fazla artış hızı yaşa göre 15 ila 24 yaş arası gençlerde, cinsiyete göre ise kadınlarda bulunmuştur. Bu nedenle özellikle genç yaş grubunda bulaş yolları konusunda bilgilendirmek, farkındalığı artırmak ve korunmak öncelikli bir konu olarak ele alınmalıdır. Riskli gruplarda düzenli taramalar yapılmalıdır. Sağlık kurumlarımızda HIV tanısı özel hayatın gizliliği gözetilerek ücretsiz olarak yapılmaktadır. HIV durumunu bilenlerin tedaviye erişimi de bir o kadar kolay ve ücretsizdir” dedi.
Okul öncesi disleksi belirtilerine dikkat
08 Kasım 2024 Cuma - 13:39 Okul öncesi disleksi belirtilerine dikkat Özgül öğrenme güçlüğü olarak da anılan disleksi, çocuğun akademik başarısını etkilerken sosyal ilişkilerde zorluklar yaşamasına neden olabiliyor. Disleksinin erken dönemde anlaşılması halinde olumsuz etkilerinin azaltılabileceğini belirten Dr. Öğretim Üyesi Hale A. Kahyaoğlu Çakmakcı, okul öncesindeki dönemde çocuğun iyi gözlemlenmesi gerektiğini söyledi. Çakmakcı; konuşmada gecikme, konuşurken yakın hecelerle seslerin karıştırılması, yön-zaman kavramlarının karıştırılması ve baskın eli seçmede zorluk gibi sorunların mutlaka dikkate alınması gerektiğini vurguladı. İstanbul Atlas Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Psikoloji Bölümü’nden Dr. Öğretim Üyesi Hale A. Kahyaoğlu Çakmakcı, disleksiye ilişkin değerlendirmede bulundu. Okuma, yazma ve dil becerilerinde zorlanma yaşanır Disleksinin nörogelişimsel öğrenme bozukluğu olduğunu belirten Kahyaoğlu Çakmakcı, “Diğer adıyla özgül öğrenme güçlüğü, seslerle harflerin arasındaki bağlantıyı işlemedeki güçlük nedeniyle ortaya çıkan bir öğrenme bozukluğudur. Disleksili bireylerde görme ve işitme ile ilgili organik patolojiler olmaksızın okuma, yazma ve dil becerilerinde zorlanma yaşanmaktadır” dedi. 20 kişilik sınıfta en az 1 çocukta disleksi görülüyor Toplumda bilinenin aksine özgül öğrenme güçlüğüyle zeka (normal, üstün, sınır) arasında herhangi bir ilişki bulunamadığını vurgulayan Kahyaoğlu Çakmakcı, “Disleksi ülkemizde ortalama yüzde 5 ile yüzde 7 oranlarında görülmektedir. Yani ender olarak görülen bir bozukluk değildir. 20 kişilik bir sınıfta en az 1 kişide disleksi var demektir” şeklinde konuştu. Dislekside belirtiler okula başlamayla netleşiyor Disleksinin gelişimsel evrelere göre değişen belirtileri olduğunu ifade eden Kahyaoğlu Çakmakcı, “Ailelerin sık sık okumalar yapıp çocuklarındaki gelişimsel çizelgeleri takip etmeleri gerekmektedir. Disleksili çocuklar çok erken dönemde belirtiler göstermeye başlayabilirler ancak okula başlamalarıyla birlikte belirtiler netlik kazanır” dedi. Okul öncesi dönemdeki belirtilere dikkat Disleksinin okul öncesi dönemdeki belirtilerine dikkat çeken Kahyaoğlu Çakmakcı, “Okul öncesi dönemde konuşmada gecikme, konuşurken yakın hecelerle seslerin karıştırılması, yön-zaman kavramlarının karıştırılması ve baskın eli seçmede zorluk gibi sorunlar yaşayabilirler” uyarısında bulundu. Okuma ve yazmada zorluklar ortaya çıkabiliyor Okul dönemindeki belirtilerin okuma ve yazmada ortaya çıktığını kaydeden Kahyaoğlu Çakmakcı, “Okul döneminde çocukların geç, hatalı ve yavaş okuma; harfleri karıştırma, okuduğunu anlamada zorluk; geç, yavaş, ters, hatalı, aralıklı-çok bitişik yazma ve matematiksel işlemleri öğrenmede ve yapmada zorlukları vardır. Okul döneminde yabancı dili öğrenmede, okuduğu kitabı ya da hikayeyi özetlemede ve yeni kelimeler öğrenmede zorluk yaşarlar” diye konuştu. Çevresel faktörler de etkili oluyor Dislekside genetik faktörlerin yanı sıra çevresel faktörlerin de etkili olduğunu belirten Kahyaoğlu Çakmakcı şunları söyledi: “Yapılan son çalışmalar, disleksinin genetik bir altyapısının olduğunu belirtse de çevresel faktörlerin de önemi yadsınamaz. Gebelikte sigara, alkol veya maddeye maruziyet, erken doğum, doğum sırasında oksijensiz kalma gibi faktörlerin yanı sıra malnütrisyon (yetersiz beslenme), ebeveynlerin olumsuz iletişim yöntemleri ve bilişsel becerileri olumsuz etkileyecek yaşam olayları risk faktörleri olarak sayılabilir.” Okula devamda ve sosyal alanda güçlük yaşayabilirler Disleksinin erken dönemde anlaşılması halinde olumsuz etkilerinin azaltılabileceğini belirten Kahyaoğlu Çakmakcı, “Disleksi çocuklarda uzun süre fark edilmezse, derslerinin açık ara gerisinde kalarak okula devam etmede güçlük yaşarlar. Bunların yanı sıra geride kaldığı için sosyal alanda da arkadaşları tarafından kabul görmede sorunlar başlar” dedi. Çocuğa ve aileye multidisipliner yaklaşım önemli Özgül öğrenme güçlüğünün özel bir çalışma ve özel bir uzmanlık gerektirdiğini vurgulayan Kahyaoğlu Çakmakcı, şu açıklamalarda bulundu: “Özgül öğrenme güçlüğünü anlamaya yönelik gerekli psikolojik testler ve ölçümler yapılıp değerlendirildikten sonra aileye psikoeğitim verilirken çocuğa da özel eğitim yöntemleriyle programlar başlanılır. Yaşıtlarıyla aynı hızda okuyamadıkları ve öğrenemedikleri için ve yine daha fazla çaba sarf etmek durumunda oldukları için özgüven kaybı yaşamaya başlayabilirler. Dolayısıyla özgül öğrenme güçlüğü olan çocuklara hem psikolojik hem eğitsel hem de aileye yönelik multidisipliner bir yaklaşımla çalışılması önemlidir. Özgül öğrenme güçlüğüne eşlik eden sorunların olup olmadığının da belirlenmesi kritik önem taşır.” Disleksiye başka sorunlar da eşlik edebilir Disleksisi olan çocuk ya da yetişkin bireylerde depresyon, anksiyete bozuklukları, DEHB ve zeka sorunlarının eşlik edebileceği uyarısında bulunan Kahyaoğlu Çakmakcı, eşlik eden soruna göre uzmanların uygulayacakları müdahalelerin değişiklik gösterdiğini söyledi. Aileler bu önerilere kulak vermeli Disleksili çocuğa ailenin yaklaşımının önemli olduğunu vurgulayan Dr. Öğretim Üyesi Hale A. Kahyaoğlu Çakmakcı, ebeveynlere şu tavsiyelerde bulundu: “Aileler çocuklarına güvende, huzurlu ve her koşulda kabul göreceklerini hissettirmeli. Aileler bu süreçte çok sabırlı olmalı ve çocuktan kendi gidiş hızından fazlasını beklememelidir. Disleksili bireylerin normal bireylere göre en ufak bir öğrenme deneyimi bile çok zorlayıcı ve zaman alıcı olabilir. ‘Nasıl bu kadar basit bir şey için bile bu kadar çok düşünürsün’ gibi cümleler çocuğun özgüvenini ve durumun üstesinden gelme gücünü olumsuz etkileyecektir. Aileler çocuğu başkasıyla kıyaslamamalı ve baskı altında hissettirmemelidir. ‘Hala ödevlerini bitiremedin mi? Bak arkadaşların çoktan hepsini bitirdi, yine yapamadın, beceremedin’ şeklindeki ifadelerden kaçınılmalıdır. Aileler öğretmenlerle iş birliği yaparak çocuğun gösterdiği olumlu gelişmeleri bolca dillendirmeli ve takdir etmelidir. Aileler olumlu örneklerle modellemeler yapabilir. Yani daha önce benzer sorunları yaşayıp üstesinden gelen kişilerin biyografilerini okuyup çocuklarıyla bu örnekler üzerinden konuşabilir. Bunların yanı sıra çok çaba gösterip çok çabalayan ailelere ‘yetersizlik’ duyguları, hayal kırıklıkları, korku ve endişeleri ile başa çıkmayı öğrenmek için bir uzmana danışmalarını öneririm.”
Osmaniye’de ilk defa yapılan göz kapağı kaldırma ameliyatı ile sağlığına kavuştu
08 Kasım 2024 Cuma - 13:34 Osmaniye’de ilk defa yapılan göz kapağı kaldırma ameliyatı ile sağlığına kavuştu Osmaniye’de doğuştan sol göz kapağında düşüklük sorunu bulunan 5 yaşındaki Suriyeli Muhammed Elmevla’ya, göz kapağı kaldırma ameliyatı yapıldı. Osmaniye’de yaşayan 5 yaşındaki Suriyeli Muhammed Elmevla, doğuştan sol göz kapağında düşüklük sorunu nedeniyle ailesi tarafından Osmaniye Devlet Hastanesine götürüldü. Göz Hastalıkları Kliniğinde yapılan tetkik ve tedavilerinin ardından nadir görülen Konjenital Ptosisi için ameliyat kararı verildi. Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Eren Hüzmeli ve ekibi tarafından hastaya Osmaniye Devlet Hastanesinde ilk ve bölgede nadir görülen frontal askılama cerrahisi uygulandı. Osmaniye’de bu hastalıktan mustarip hastalarımız artık çevre illere gitmelerine gerek kalmayacağını söyleyen Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Eren Hüzmeli," Osmaniye Devlet Hastanesi’nde göz hastalıkları ekibi olarak çok çeşitli ameliyatlar yapmaktayız. Bugün de ameliyat çeşitlerimize doğuştan göz kapağı düşüklüğü olan hastamızda frontal askılama cerrahisinde da ekleyeceğiz. Osmaniye Devlet Hastanesi’nde ve bu bölgede bir ilk olacak ameliyatımız. Konjenital ptosisin göz kapağının düşmesi hastalığıdır, ptosisin bir sürü çeşidi olmakla birlikte bugün yapılan konjenital doğuştan göz kapağı düşüklüğü yani konjenital ptosis hastalığıdır. Ptosis hastalığında çok çeşitli cerrahi teknikler olmakla birlikte bunların arasında doğuştan kapak düşüklüğü olanlarda ve görme aksını kapatanlarda göz tembelliğini engellemek için erken müdahale etmemiz ve frontal askılama dediğimiz bir cerrahi yöntemi yapmamız gerekir. Osmaniye’de bu tür bir ameliyatın ilk defa gerçekleştirilmesinin bir parçası olmaktan ekip olarak mutluyuz. Hastanemiz sağlık alanındaki yenilikçi yaklaşımlarımızla, her bir hastamıza daha iyi bir gelecek sunmak için var gücümüzle çalışıyoruz. Osmaniye’de bu hastalıktan mustarip hastalarımız artık çevre illere gitmelerine gerek kalmadı. Hastanemizde de başarılı bir şekilde uyguluyoruz" diye konuştu.
Medical Point Hastanesinde tüp bebekte hatasız süreç yönetimi
08 Kasım 2024 Cuma - 12:51 Medical Point Hastanesinde tüp bebekte hatasız süreç yönetimi Doğal yollarla çocuk sahibi olamayan çiftler için tüp bebek tedavisi sunduğu avantajlarla öne çıkıyor. Bu süreçte güvenlik ve doğruluk kritik öneme sahip. Dolayısıyla gelişen teknolojiyle birlikte tüp bebek merkezleri de bu alandaki yenilikleri yakından takip ediyor. Tüp bebek tedavisinde öne çıkan yeniliklerden biri olan ve 2005 yılından bu yana başarıyla kullanılan RI Witness yani "Elektronik Tanıklık Sistemi" laboratuvarlarda gerçekleştirilen tüm işlemlerin hem denetlenmesini hem de kayıt altına alınmasını sağlıyor. İEÜ Medical Point Hastanesi Tüp Bebek ve İnfertilite Merkezinde RI Witness sisteminin uzun zamandır kullanıldığını belirten Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Doç. Dr. Funda Göde, teknoloji hakkında bilgi aktardı. RI Witness sisteminin tüp bebek tedavisinde kullanılan ve tedavi güvenliğini maksimize eden bir teknoloji olduğunu belirten Doç. Dr. Funda Göde, şu açıklamaları yaptı: "RI Witness, tüp bebek laboratuvarlarında kullanılan gelişmiş bir güvenlik sistemidir ve radyo frekanslı tanımlama (RFID) teknolojisi ile çalışır. Bu sistem tedavi sürecinde çiftlere ait yumurta, sperm ve embriyo gibi biyolojik örneklerin doğruluğunu ve güvenliğini sağlamak için özel olarak geliştirilmiştir. Her çifte tedavinin başında özel bir RFID etiketi tanımlanır. Tanımlanan etiket çiftlerimizin biyolojik örneklerinin bulunduğu tüm kaplara eklenir. Bu sayede laboratuvarımızda yapılan her işlemde kullanılan örneklerin doğru kişilere ait olup olmadığı RFID okuyucular sayesinde otomatik olarak kontrol edilir. RFID okuyucular işlem aşamalarının her birinde biyolojik örnekleri doğrular ve hastaya ait bilgileri kontrol eder. Bu sayede sistem yanlış örneklerin kullanılması veya yanlış eşleşmelerin yapılması durumunda anında uyarı verir." Tedavinin her aşaması kontrol altında Elektronik Tanıklık Sistemi sayesinde çiftlerin endişelerinin azalmasının birçok nedeni olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Funda Göde; sistem sayesinde tedavinin her aşamasının kaydedildiğini, kontrol altına alındığını ve hatta işlemleri gerçekleştiren sağlık çalışanlarının da bilgisine erişilebildiğini aktarırken, şu detayları paylaştı: "RI Witness, tüm işlem aşamalarını dijital olarak kaydederek tedavi sürecinde tam bir izlenebilirlik sağlar. RFID etiketleri, laboratuvarda gerçekleşen işlemlerin tarihini, zamanını ve aşamasını kaydeder. Böylece hem laboratuvar personeli hem de hastalar tedavi sürecinin geçmişine dair detaylı kayıtlara ve rapora sahip olur. Sistemin izlenebilirlik avantajı, sürecin şeffaflığını artırır ve gerektiğinde hangi işlemin ne zaman, kim tarafından yapıldığının bilinmesini sağlar. Böylelikle hasta hakları korunur ve herhangi bir aşamada işlem geçmişine ulaşılması sağlanır." Çalışanların stresi de azalıyor Doç. Dr. Funda Göde, "Tabii bu teknolojinin sağlık çalışanlarına sunduğu spesifik faydalara da değinmek önemli. RI Witness, laboratuvar personelinin iş yükünü azaltan ve işlem süreçlerini kolaylaştıran bir sistem olma özelliğine de sahiptir. Manuel doğrulama ihtiyacını ortadan kaldırarak örneklerin doğruluğunu otomatik olarak kontrol eder. Otomatikleşen sistem laboratuvar çalışanlarının manuel takip veya çift kontrol gibi işlemlerle zaman kaybetmeden süreci devam ettirmesini mümkün kılar. İş akışı hızlanırken çalışanların hata riski de minimize edilmiş olur. Sistem hatalı bir işlem yapılması durumunda otomatik uyarı verdiği için işlem güvenliğini artırır ve çalışanların yükünü hafifletir." dedi.
Normal doğum bebekler için avantajlı
08 Kasım 2024 Cuma - 12:48 Normal doğum bebekler için avantajlı Niğde Ömer Halisdemir Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Hastalıkları ve Sağlığı Uzmanı Dr. Sıla Tarkan normal doğumun bebek için sağladığı avantajların neler olduğunu açıkladı. Normal doğum, bebeğin ve annenin doğal fizyolojik süreçlerine dayandığını ifade eden Çocuk Hastalıkları ve Sağlığı Uzmanı Dr. Sıla Tarkan, bebeğin doğal yolla dünyaya gelmesinin doğal bir bağ kurmayı ve duygusal bağlantıyı güçlendirebileceğini belirtti. Tarkan; “Normal doğum, bebeğin doğal adaptasyon sürecini destekler. Doğum kanalından geçerek doğan bebekler, doğum sürecinde sıkışma ve basınca maruz kalarak akciğerlerinin sıvıyı temizlemesine ve solunum sistemlerinin düzenlenmesine yardımcı olur. Normal doğum, anne sütüyle beslenmeyi destekler. Normal doğum, anne ve bebeğin deri temasını artırarak emzirme sürecini kolaylaştırabilir. Bebek, doğumdan hemen sonra anneye yapışabilir ve emzirme bağlantısı güçlenebilir. Ayrıca, normal doğumun bebeğin akciğerlerinizi olgunlaştırma, bağışıklık sistemini güçlendirme ve sindirim sistemini düzenleme gibi faydaları da olabilir" dedi. "Doğal olan normal doğumdur" Normal doğum, bebeğin ve annenin doğal sürecine dayanan bir doğum yöntemi olduğunu aktaran Uzman Doktor Sıla Tarkan her gebeliğin farklı olduğuna da dikkat çekerek; "Her gebelik farklıdır ve bazı durumlarda normal doğum mümkün olmayabilir. Gebelik öncesi, doktorla birlikte doğum planlaması yapmak ve doğum seçenekleri hakkında bilgi almak önemlidir. Her durumda, doğum sürecinin en güvenli ve en uygun şekilde yönetilmesi amacıyla sağlık uzmanlarının yönlendirmesi ve takibi önemlidir. Mümkün olan her durumda normal doğumu tavsiye ediyoruz, çünkü doğal olan yöntem bu yöntemdir" şeklinde konuştu.
Normal doğum bebekler için avantajlı
08 Kasım 2024 Cuma - 12:46 Normal doğum bebekler için avantajlı Niğde Ömer Halisdemir Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Hastalıkları ve Sağlığı Uzmanı Dr. Sıla Tarkan normal doğumun bebek için sağladığı avantajların neler olduğunu açıkladı. Normal doğum, bebeğin ve annenin doğal fizyolojik süreçlerine dayandığını ifade eden Çocuk Hastalıkları ve Sağlığı Uzmanı Dr. Sıla Tarkan, bebeğin doğal yolla dünyaya gelmesinin doğal bir bağ kurmayı ve duygusal bağlantıyı güçlendirebileceğini belirtti. Tarkan; “Normal doğum, bebeğin doğal adaptasyon sürecini destekler. Doğum kanalından geçerek doğan bebekler, doğum sürecinde sıkışma ve basınca maruz kalarak akciğerlerinin sıvıyı temizlemesine ve solunum sistemlerinin düzenlenmesine yardımcı olur. Normal doğum, anne sütüyle beslenmeyi destekler. Normal doğum, anne ve bebeğin deri temasını artırarak emzirme sürecini kolaylaştırabilir. Bebek, doğumdan hemen sonra anneye yapışabilir ve emzirme bağlantısı güçlenebilir. Ayrıca, normal doğumun bebeğin akciğerlerinizi olgunlaştırma, bağışıklık sistemini güçlendirme ve sindirim sistemini düzenleme gibi faydaları da olabilir" dedi. "Doğal olan normal doğumdur" Normal doğum, bebeğin ve annenin doğal sürecine dayanan bir doğum yöntemi olduğunu aktaran Uzman Doktor Sıla Tarkan her gebeliğin farklı olduğuna da dikkat çekerek; "Her gebelik farklıdır ve bazı durumlarda normal doğum mümkün olmayabilir. Gebelik öncesi, doktorla birlikte doğum planlaması yapmak ve doğum seçenekleri hakkında bilgi almak önemlidir. Her durumda, doğum sürecinin en güvenli ve en uygun şekilde yönetilmesi amacıyla sağlık uzmanlarının yönlendirmesi ve takibi önemlidir. Mümkün olan her durumda normal doğumu tavsiye ediyoruz, çünkü doğal olan yöntem bu yöntemdir" şeklinde konuştu. (AG-
Mevsim geçişlerinde orta kulak iltihabına dikkat
08 Kasım 2024 Cuma - 12:17 Mevsim geçişlerinde orta kulak iltihabına dikkat Otitis media olarak da bilinen orta kulak iltihabı, kulak zarının arkasında yer alan kavitenin enfeksiyonudur. Orta kulak iltihabı vakalarının çoğu özellikle kış aylarında ve ilkbahar mevsimine geçiş döneminde ortaya çıkmaktadır. Kreş, anaokulu gibi çocukların gruplar halinde bakım gördüğü ortamlarda soğuk algınlığı ve kulak enfeksiyonlarına yakalanma riskleri genellikle artmaktadır. Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Natavan Ramazanzade, orta kulak iltihabı hakkında bilgi verdi. Orta kulak enfeksiyonları virüsler ve bakteriler gibi çeşitli mikroorganizmalar nedeniyle görülebilmektedir. Çocuklarda kulak enfeksiyonu görülme riski yetişkinlerden daha fazladır. 6 ay ile 2 yaş arasındaki bebekler ve küçük çocuklar kulak enfeksiyonu açısından risk altında olan yaş grubudur. Özellikle daha önceden ailesinde orta kulak iltihabı geçirmiş olan kişilerin bulunması orta kulak iltihabı riskini arttırdığını belirten Medicana International İstanbul Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Natavan Ramazanzade, “Bireylerin bir kısmı orta kulak iltihabı geçirmeye daha yatkın olmalarına neden olan çeşitli risk faktörlerine sahiptir. Onlardan bazıları aile öyküsü, soğuk algınlığı geçirmek, alerjik çocuklar, bazı kronik hastalıklara sahip olmak, mevsim geçişleri, yarık damak-dudak problemi olan çocuklar olabilir” şeklinde konuştu. Halsizlik ve iştah kaybı dikkate alınmalı Orta kulak iltihabının çeşitli semptomlarının olduğunu ve bu semptomların yaş gruplarına göre değişiklik gösterebileceğini belirten Op. Dr. Natavan Ramazanzade sık görülen belirtileri şu şekilde sıraladı: “Kulak ağrısı özellikle küçük çocuklarda iştah kaybı, huysuzluk ve sinirlilik, ağlama atakları, uyku problemleri, genellikle yatarken kulağı çekiştirmek, yüksek ateş, kulak akıntısı, işitme problemi, baş ağrısı, denge kayıpları sayılabilir.” Tekrarlayan orta kulak iltihabı işitme kaybına neden olabilir Tekrarlayan Orta kulak iltihabının tekrarladığı vakalarda çeşitli komplikasyonların görülme sıklığının da artabileceğini söyleyen Op. Dr. Natavan Ramazanzade, “İşitme kaybı ve kulak zarının yırtılması, özellikle küçük çocuklarda konuşmanın gecikmesi ve gelişme geriliği, enfeksiyonun kulak çevresi kemiklere, nadiren beyin ve beyin zarlarına kadar yayılması (menenjit) sık tekrarlayan orta kulak enfeksiyonuna bağlı durumlar arasında sayılabilir” diye konuştu. Kulak enfeksiyonu varlığında erken tanı ve doğru tedavi planlaması ile komplikasyonları önlemek ve semptomları hafifletmek çoğu zaman mümkündür. Semptomlar gerilemediğinde ve uzun sürdüğünde, 6 aylıktan küçük çocuklarda, çok şiddetli kulak ağrısı varlığında, kulaktan kanlı ya da iltihaplı sıvı gelmesi durumunda ve işitme kayıplarında vakit kaybetmeden bir sağlık kuruluşuna başvurulması gerektiğini vurgulan Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Natavan Ramazanzade, “Kulak enfeksiyonları genellikle müdahaleye gerek olmadan düzelir ve sıklıkla ilaç kullanımı gerektirmez. Tedavi yaklaşımı, şiddetli ağrı gibi semptomların hafifletilmesini içerebilir. Bazı vakalarda doktor önerisiyle enfeksiyona yönelik antibiyotik tedavisi başlanabilir. İki yaşından küçük çocuklarda antibiyotik tedavisi daha yaygın olarak tercih edilebilir” dedi. Kulak zarında delinme, ciddi bir komplikasyon tablosu Orta kulak iltihabına neden olabilecek durumların başında efüzyonlu orta kulak iltihabı olarak adlandırılan seröz otitis media hastalığı olduğunu belirten Medicana International İstanbul Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Natavan Ramazanzade şöyle konuştu: “Efüzyonlu orta kulak iltihabında bakteri ya da virüs nedeniyle enfeksiyon söz konusu değildir. Bu durum genellikle orta kulak enfeksiyonu iyileştikten sonra kulaktaki sıvının birikmeye devam etmesiyle ya da östaki tüpü ile ilişkili bozukluklar nedeniyle ortaya çıkar. Efüzyonlu kronik orta kulak iltihapları nedeniyle sıvı kulakta kalmaya devam eder ve özellikle çocuklarda yeni kulak enfeksiyonları görülme riskini artırır. Efüzyonlu orta kulak iltihabının istenmeyen komplikasyonları arasında işitme kaybı yer alır. Kronik süpüratif orta kulak iltihabı olarak bilinen bir başka durum ise standart tedavi yöntemleri ile iyileşmeyen kulak enfeksiyonlarını kapsar. Bu durum kulak zarında delinme gibi ciddi komplikasyonlara neden olabilir.” Orta kulakta biriken sıvının kullanılan ilaç veya antibiyotiklere rağmen düzelmeyebileceğinin altını çizen Op. Dr. Natavan Ramazanzade, “Sürekli tekrarlayan orta kulak iltihaplarında, kendi kendine ya da medikal tedavi ile iyileşmeyen orta kulak iltihaplanmalarında ve kulak zarı çökmeleri ile iletim tipli işitme kaybı olan hastalarda orta kulak iltihabı için tüp takılması ameliyatı yapılabilir” dedi.
Uzmanından uyarı: “Çocukluk travmaları romantik ilişkilerde uzun etkiye sahip”
08 Kasım 2024 Cuma - 12:06 Uzmanından uyarı: “Çocukluk travmaları romantik ilişkilerde uzun etkiye sahip” Çocukluk döneminde yaşanan travmaların romantik ilişkilerde uzun etkiye sahip olduğunu belirten Psikolog Buse Şimşek, “Bu durum, kişinin ilişkide nasıl davrandığı, güven ve yakınlık konusundaki tutumları, bağlanma biçimi gibi durumları etkileyerek kendini gösterir” dedi. Kişilerin geçmişte yaşadıkları travmalar, özellikle de çocukluk travmaları bireyin bağlanma stilleri, duygusal tepkileri ve yaşadıkları ilişki dinamikleri üzerinde etki göstermektedir. Travmanın türüne, şiddetine, kişinin iyileşme sürecine, bireyin destek sistemlerine bağlı olarak bu etkilerin derecesi değişebilir. Çocukluk döneminde yaşanılan bu travmalar en çok da romantik ilişkiler üzerinde derin ve uzun süreli etkiye sahiptir. Bu durum, kişinin ilişkide nasıl davrandığı, güven ve yakınlık konusundaki tutumları, bağlanma biçimi gibi durumları etkileyerek kendini gösterir. “Kaygılı bağlanma geliştirebiliyoruz” Konuyla ilgili Onma Psikoloji’den Psikolog Buse Şimşek açıklamalarda bulundu. Psikolog şimşek, bağlanma stilleri üzerindeki etkileri anlatarak, “Çocukluk travmalarımız, erken dönemde geliştirdiğimiz bağlanma stillerini etkiler. Güvenli bağlanma geliştirdiğimizde genellikle ilişkilerimizde daha sağlıklı bir güven duygusuyla ilerlerken travmatik deneyimlere sahip olduğumuzda kaygılı bağlanma geliştirebiliyoruz” diye konuştu. “Anksiyete gibi tepkiler romantik ilişkilerimizde ciddi sorunlara neden olabilir” Bağlanma çeşitleri hakkında da bilgiler veren Psikolog Buse Şimşek, “Kaygılı bağlanma, kaçıngan bağlanma, ilişkilerde güvensizlik ve kontrol gibi bağlanma türleri vardır. Aynı zamanda sahip olduğumuz partnere zarar verecek ya da ilişkimizi sabote edecek davranışlarda bulunabiliriz. Bu davranışların nedeni de partnerimizin bizi terk edeceği korkusundan kaynaklıdır. Duygusal denge ve tepkiler duygusal uyuşma sorunları veya anksiyete gibi tepkiler romantik ilişkilerimizde ciddi sorunlara neden olabilir” ifadelerini kullandı. “Travmalarımızdan farkında olmalıyız” Yaşanılan çocukluk travmalarının romantik ilişkilerde duygusal ve fiziksel yakınlığa karşı korku geliştirmemize neden olabileceğini aktaran Onma Psikoloji’den Psikolog Buse Şimşek, daha sonra şunları söyledi: “Tekrarlayan ilişki kalıpları sürekli aynı tip ilişkilerde sıkışıp kalmamıza neden olur. Duygusal ve fiziksel sınırlar, duygusal bağımlılık ve travmanın iyileşmesi gibi konu başlıklarıyla bu durumu ele alabiliriz. Travma yaşadıktan sonra bazen partnerimize karşı aşırı duygusal bağımlılık geliştirebiliriz. Bu durum partnerimizin hayatımızın merkezine oturtmamıza ve kişisel sınırlarımızın kaybolmasına neden olabilir. Kendimizi yalnız hissettiğimizde ve güvensiz hissettiğimiz anlarda partnerimize aşırı ihtiyaç duyarak ona bağımlı hale gelebiliriz. Çocukluk travmalarımızın ilişkilerimiz üzerindeki bu etkileri hem duygusal iyilik halimizi hem de partnerimizle kurduğumuz bağ üzerinde derin izler bırakabilir. İşte tam da bu yüzden travmalarımızın farkında olmak ve onlar üzerine çalışmak, daha sağlıklı ve doyurucu ilişkiler kurmamızda çok önemli bir adım olarak kabul edilir.”
Şişkinliğin nedeni yumurtalık kisti olabilir
08 Kasım 2024 Cuma - 12:01 Şişkinliğin nedeni yumurtalık kisti olabilir Sürekli şişkinlik, mide problemleri ve karın ağrısı gibi belirtiler, yumurtalık kistlerinin erken sinyalleri olabilir. Prof. Dr. Selahattin Kumru, düzenli kontrollerin ve belirtileri ciddiye almanın, yumurtalık kistlerinin yol açabileceği riskleri azaltmada önemli olduğunu vurguladı. Kumru, “Belirtileri görmezden gelmeyin ve mutlaka düzenli kontrol yaptırın” dedi. Kadınlarda en sık karşılaşılan jinekolojik sorunlardan biri olan yumurtalık kistleri, çoğu zaman belirti vermeden büyüyor, kimi zaman ise ağrı, şişkinlik gibi şikayetlerle kendini gösteriyor. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Selahattin Kumru, belirtilerin, kistin türüne ve büyüklüğüne göre değişiklik gösterebildiğini belirtti. “Mutlaka düzenli kontrol yaptırın” Prof. Dr. Selahattin Kumru, “Bazen bağırsaklar tutulduğu zaman ağrılı dışkılama olabilir. İdrar yapmada sıkıntı görülebilir. Pelvik bölge adı verilen leğen kemiği bölgesindeki organlarla ilgili farklı şikayetler ortaya çıkabilirken, gebe kalamama şikayeti de söz konusu olabilir. Bunun yanında uzun süre devam eden kasık ağrıları da çok sık görülmektedir. Menopoz dönemi tümör kistlerinde ise karın şişliği, bölgedeki organlara baskı nedeniyle sık idrara gitmek, kabızlık şikayetleri, bazen ’postmenopozal’ adı verilen menopozda vajinal kanama başlangıcı, karın ağrısı gibi şikayetler özellikle büyük boyutlu tümörlerde menopoz döneminde karşılaşılan semptomlardır. Bunların yanında hiç belirti vermeyen rutin kontrollerde tesadüfen saptanan kistler de olabilmektedir. Bu nedenle belirtileri görmezden gelmeyin ve mutlaka düzenli kontrol yaptırın” dedi. “Kistler depresyona neden olabilir” Kistin büyüdükçe, özellikle hormon salgılayan türlerin vücutta hormonal dengesizliklere neden olabileceğini belirten Selahattin Kumru, şöyle devam etti: “Örneğin, östrojen ya da progesteron seviyelerinde ani dalgalanmalar ruh hali, enerji seviyesi ve adet döngüsünde değişikliklere yol açabiliyor. Bazı kadınlar, kist nedeniyle depresyon ve anksiyete gibi ruhsal sorunlarla da karşı karşıya kalabiliyor. Yumurtalık kistlerinin tedavisi, kistin türüne, boyutuna ve belirtilere göre belirlenir. Bazı kistlerde cerrahi müdahale gerekebilir. Hormon dengesizliklerine bağlı gelişen kistlerde doğum kontrol hapları veya hormon düzenleyici ilaçlar kullanılabilir. Ancak mutlaka hekim takibi gereklidir.” “Bedende değişikliği fark etmek, tedavi sürecini olumlu etkiliyor” Prof. Dr. Selahattin Kumru, düzenli jinekolojik kontrollerin, kadın sağlığını korumada kritik bir öneme sahip olduğunu vurgulayarak, “Yumurtalık kistleri gibi belirtileri göz ardı edilen durumlar, bu kontroller sayesinde erken dönemde teşhis edilebilir. Kadınların bedenlerindeki değişimleri fark etmeleri, erken tanı ve tedavi sürecini olumlu etkiler; kistler genellikle belirti vermeden büyür, ancak bazı semptomlar kistlerin tespiti için ipucu olabilir" dedi. Kumru, düzenli kontrollerin ve belirtileri ciddiye almanın, yumurtalık kistlerinin yol açabileceği riskleri azaltmada önemli olduğunu vurguladı.